TAŞINDIK
Bu adreste bu blogda olanları ve çok daha fazlasını bulabilirsiniz.
TAŞINDIK... arkeogezi.com adresinde bu blogdakileri ve fazlasını bulabilirsiniz.
Bu yazıda Geç Antik Çağ’da kilise mimarisinin ortaya çıkışından bahsedeceğim. Tabi öncesinde hristiyanlığın ortaya çıkışı ve erken dönemlerini konuşmak da gerekiyor. Zira kilise mimarisi bu dönemle bağlantılı olarak şekilleniyor.
Geç Antik Çağ aslında görece yeni bir tanım ve tam sınırlarını söylemek kolay değil. Bir çok farklı öneri var. Ben bu yazıda Roma İmparatorluğu'nda ilk Doğu-Batı ayrımını yapan ve tetrarşiyi (dörtlü yönetim) kuran İmparator Diocletianus ile başlayıp Batı Roma'nın yıkıldığı tarihle biten süreci kastediyorum. Yani yaklaşık 250-450 arası gibi bir şey. Tam da kilise mimarisinin ortaya çıkışını konuşmak için ideal bir dönem. Yani bugün anladığımız anlamda kilise mimarisi bu dönemde ortaya çıkmıştır dersek yanlış olmaz.
Antik Yunan mitolojisinin önemli karakterlerinden olan Medusa'ya biraz yakından bakalım. Yani sözün gelişi tabi. Yoksa biliyorsunuz, Medusa kendisi ile göz göze geldiğinizde sizi taşa çevirmesi ile ünlü bir hanımefendi. Bir nevi "Taş gibi hatun" deyiminin türevi/tersi yani...
Yazıda önce mitolojinin büyülü dünyasında kalıp Medusa'ya dair anlatılardan söz edeceğim ancak sonlara doğru bu büyüleri Robert Graves'ten yararlanarak bozup Medusa figürünün nereden türemiş olabileceğine dair yorumlara yer vereceğim.
Bu yazıda antik Yunan mitolojisinin önemli aktörlerinden bir olan Theseus’u konuşacağız. Mitolojideki tanrılar ve tanrısal varlıklardan sonra gelen kahramanlar sınıfına mensup olan Theseus başından geçenlerle bir çok sanat eserine konu olmuş (bunlara değineceğiz), kıssadan hisse tadında mesajlarla dolu (bunlara da değineceğiz) maceralar yaşamış ve mitlerin onların yaratıldığı, anlatıldığı dünya ile ilişkisine dair önemli ipuçları taşımıştır günümüze. Asıl konumuz da bu zaten, yoksa mitin envai çeşidini internetten bulabilirsiniz.
Yine de adet yerini bulsun, Theseus'un Minotauros mitini hızlıca bir aktaralım...
Antik Yunan mitleri aslında neredeyse hepsi birbirine bağlı devasa bir külliyatın parçalarıdır. Yani bir mite başlamak her zaman zordur. Bu zorluk aslında mitlerin bir başlangıç noktası olmamasından ileri gelir. Mutlaka o başlangıç durumunu oluşturan başka olaylar da olmuştur ve onlar da başka mitlerle bağlantılıdırlar. Yani her seferinde eksik bırakmamak için en baştan başlamak gerekir ama bu da çok uzatır hikayeyi. Ayrıca mit ilerlerken de dallanır budaklanır, her zaman ana yoldan çıkıp başka yollara, başka mitlere kayılabilir... Neyse biz kestirmeden en kısa yoldan özetlemeye çalışalım.
Theseus bir kralın oğlu. E herhalde... Yoldan geçen düz bir adam olmayacak ya. Gerçi bu durum, mitlerin sınıfsal yapısına dair de bir şeyler söylüyor. Marksist bir bakış açısıyla “Yoldaşlar! Neden bu kahramanların hepsi ya bir tanrı(ça)nın ya da kralın oğlu oluyor? Antik dünyanın emekçileri.... Birleşin!” diye bir serzenişte bulunmak da bence gayet anlamlı. Gerçekten de Yunan mitolojisinde -muhtemelen diğer mitolojilerde de- sıradan insanlara çok nadiren, o da figüran olarak rastlanır. İster tanrılar aleminde isterse de insanlar arasında geçsin başrolde her zaman aristokratlar yani en üst sınıftakiler vardır. Gerçi bu edebiyat tarihinin önemli bir kısmında tüm eserler için geçerli bir şey. Sıradan insanın hikayesi için ancak 20. yüzyılı beklemek gerekiyor. Pek emin değilim ama James Joyce’un Ulysses’i bu konuda en erken örneklerden biri olabilir. Bu ilk örneğin kurgusunu ve adını Odysseia’dan alması bu bağlamda ilginç bir ironi de değil mi aynı zamanda... Neyse bu tartışmayı edebiyat tarihçilerine bırakıp konumuza dönelim.
Hazır Covid-19 nedeniyle ertelenen 2020 Olimpiyatları 1 sene rötarla da olsa başlamışken olimpiyatların mitolojik ve tarihsel hikayesine değinelim bugün.
Günümüzde -normalde- 4 yılda bir düzenlenen ve tüm dünyayı kapsayan olimpiyat oyunlarının kökeni bilindiği gibi antik Yunan'a dayanır. Ancak bu bilgi çoğu zaman olimpiyatların antik dönemden beri yapılageldiği sanısına yol açar ki bu doğru değil. Aslında antik oyunlarla günümüzdekiler arasında bir çok fark da var ama detaylara girmeden önce olimpiyatların ortaya çıkış anlatılarına değinelim.
Koşucular... (Kaynak: web1) |
Mitolojik anlatıları aktaran bazı kaynaklar oyunların kökenini Pelops için yapılan şenliklere dayandırırken bazıları ise oyunları ünlü Herakles'in başlattığını söyler. Herakles hakkında detaylı bilgi için blogtaki onunla ilgili yazıya göz atabilirsiniz.
Abbasi Kütüphanesi'ndeki (herhalde Beyt'ül Hikme kastediliyor) alimler. El Hariri makamatı, Yahya ibn Mahmud el-Vasıti illüstrasyonu (1237) (3). Yalnız kitaplık IKEA'dan galiba... |
Yok, başlık yanıltmasın sizi, bir mit anlatmayacağım. Yakın zaman önce yaşadığımız üzücü depremle de ilgili değil... Ya da ilgili mi acaba? Tam emin değilim...
İzmir'de özellikle kent merkezinde Helenistik ve Roma dönemi kalıntıları ile sıklıkla karşılaşırız. Agora ve çevresinde o zamanki adıyla Smyrna'ya ait bir çok yapının izi, arkeologların özenli çabalarıyla gün yüzüne çıkartılıyor. Kadifekale'nin de kentin Akropolisi olduğunu biliyoruz. Ancak İzmir'de antik kentlerde sıklıkla karşılaştığımız görkemli tapınak kalıntılarının olmayışı hep dikkatimi çekmiştir.
Şüphesiz tüm antik kentlerde olduğu gibi Smyrna'da da bir çok tapınak, sunak, kutsal alan bulunuyordu. Ancak kentin, Helenistik ve pagan Roma dönemlerinden sonra Hristiyan Roma, Beylikler, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde aynı alanda gelişmesi günümüze sınırlı sayıda yapının algılanabilir bütünlükte gelebilmesine neden olmuş. Ve maalesef bunların arasında da antik kentlerde görmeye alıştığımız tapınaklar yok. Tabi Bayraklı Tepekule'deki Athena Tapınağı hariç. Onu ve bence biraz da sorunlu restorasyonunu başka bir yazıda ele alalım...
Bu yazıda Helenistik ve Roma döneminden kalma yerini bildiğimiz bir kaç tapınaktan bahsedeceğim. Öncelikle çok emin olmadıklarımdan... Birincisi antik kentin Akropolisi olan Kadifekale tepesinde mutlaka kutsal alanlar ve tapınaklar olmalı idi ancak bildiğim kadarıyla bunlardan hiç bir iz kalmamış. İkinci olarak bugün Agora alanının kenarındaki okul binasının olduğu yerde bir tapınak olabileceğini alanda çalışan arkeologlardan duymuştum. Okulun oturduğu terasın topografyası, boyutu ve yönlenmesi, Agoraya yakınlığı burada bir tapınak olabileceğini düşündürüyor ancak tabii ki bu konuda daha kesin şeyler söyleyebilmek için okulun taşınıp arkeolojik araştırmaların yapılması gerekiyor. Kazı ekiplerinin ürettiği çizimlerde de hep o okulun olduğu alanda "Tapınak (?)" ibaresi var.
Troya Savaşı ve sonucu hakkında herkesin iyi kötü bilgisi vardır.
Çook çok özetle, Akhalar, yani Yunanistan anakarasından gelen kavimlerden oluşan ordu 10 yıl boyunca Troya kentini kuşatır, türlü türlü savaşlar olur ancak bir türlü kent ele geçirilemez. En sonunda kurnaz Odysseus bir "Tahta At" hilesi ile kenti alma planı yapar. Akhalar sanki yenilmişler gibi gemilerine binip geri çekliecek, Bozcaada arkasına saklanacaklardır. Çekilmeden önce de -sözde- dönüş yolculukları sorunsuz olsun diye tanrıların gönlünü yapmak için büyük bir tahta at inşa edip adak olarak Troya sahiline bırakacaklardır. Tabi asıl plan, bu tahta atın içine savaşçıların gizlenmesi, Troyalılar atı kentlerine sokunca içerden kent kapılarının bu savaşçılar tarafından açılması ve geri dönen Akha ordusunun kente dalıp katliam yaparak kenti ele geçirmesi vardır ve plan tam da böyle gerçekleşir.
Saftirik Troyalılar tahta atı kente alıyor. Hiç inandırıcı değil. Bi de halay çekiyolar. Yok artık... Ama hakkını verelim, çok güzel bir görselleştirme. Ne yazık ki internette sahipsiz dolaşan bu görselin kime ait olduğunu bulamadım. (Görsel: web1) |
Bu anlatı ve sonrasında Odysseus'un yurduna dönüş macerasını konu alan yani Homeros'un ünlü Ilyada ve Odysseia mitleri herhalde şimdiye kadar en çok yazılan, okunan yorumlanan anlatılardır. Haklı olarak Batı edebiyatının başlangıcı olarak kabul edilir. Tabi Homeros hikayenin tamamını anlatmaz. Örneğin tahta at kısmı Homeros'ta yoktur, diğer kaynaklara başvurmak gerekir.
Neyse, amacım çok fazla bu anlatıların derinlerine dalmak değil, yoksa çıkamayız ama şimdiye kadar okumamış olanlara Ilyada ve Odysseia'yı şiddetle tavsiye etmeden geçmeyeyim. Doğrudan Homeros'un ağdalı diline atılmaktan çekiniyorsanız öncesinde düzyazı olarak, örneğin Şefik Can'ın "Klasik Yunan Mitolojisi" kitabı veya benzer bir çok kaynaktan mitin düzyazı ve özetlenmiş halini okuyup sonra Homeros'a geçebilirsiniz. Ama Homeros'u mutlaka okumanız gerekir. Çok görkemli ve etkileyici bir anlatımdır.
Anadolu'nun görkemli anlatıları/anlatıcıları deyince ben hep şu üç kişiyi kafamda birbirine çok yakın addederim:
Homeros --- Yaşar Kemal --- Halikarnas Balıkçısı
Yaşar Kemal'in özellikle dönüp dönüp okuduğum İnce Memed'inde Homerosvari bir tat bulurum. Halikarnas Balıkçısı da bana sanki Ege'nin Yaşar Kemal'i gibi gelir.
Marmara Denizi fonu ile Ayasofya (Görsel: web8). |
II. Konstantius (web3). Afacan bir çocuk gibi görünse de II. Konstantius Bizans'ın önemli imparatorlarından biri idi (Görsel: wikipedia). |
Roma'daki St. Peter Kilisesi'nin yaklaşık olarak 4. yüzyılın ilk yarısında, ilk inşa edildiğindeki hali (Görsel: web2). Büyük Kilise'nin bu kiliseye ne kadar benzediğini bilmemize imkan yok ama benim tahminim hayli benzediği yönünde. Belki biraz daha küçük olabilir. |
"Tahta atı içer almayın" diyen Troyalı Rahip Lakoon ve oğulları Poseidon'un gönderdiği deniz canavarları (ya da yılanlar) tarafından öldürülüyor. MÖ 200 civarına tarihlenen Helenistik bir heykelin Roma dönemi kopyası. Kaynak: web1 |
Müneccimbaşı, müneccimler ve muvakkıtların hesaplamalarında kullandıkları alet olan "sekstant". Kaynak: web6 |
Sagalassos Tiyatrosu |
GIOVANNI BATTISTA TIEPOLO, 1744 (web1) Apollon Daphne'yi yakalamak üzereyken Daphne ağaca dönüşüyor. Apollon'un başındaki haleye dikkat! Bu aslında onun aynı zamanda Güneş Tanrısı olmasından kaynaklanıyor ve evet, bu hale ilerde Hristiyanlığa geçecek ve İsa ve azizlerin alameti farikası olacak. Bu arada İsa anlatısının da büyük oranda Roma'nın o dönemdeki Apollon/Sol kültünden türediğini savunanlar var. Bir dönem Apollon'un bir versiyonu olan Sol tek tanrı olarak kabul edilmeye doğru gidiyor ve süpriiiz... Hristiyanlık ve İsa başında halesiyle ortaya çıkıveriyor... Yerdeki yaşlı amcanın (muhtemelen bir tanrı tabi ki) kim olduğunu araştırmaya devam ediyorum. Testiden dökülen sular muhtemelen Daphne'nin Nymphalığına bir gönderme. İhtiyar da babası olabilir. Elindeki kürek kimliğine dair bir ipucu olmalı. |
Celsus Kütüphanesi ön cephesinin güzel bir restitüsyonu (Görsel: web1). |
İzmir’in hapishanesi 1960 yılına kadar Konak’ta idi. Bugünkü Sosyal Sigortalar Blokları’nın hemen arkasında, Milli Kütüphane’nin yanındaki katlı otoparkın bulunduğu yerde ışınsal bloklardan oluşan alçak katlı ilginç bir hapishane yapısı vardı. Eski kartpostallarda ve fotoğraflarda bu yapıya ne zaman rastlasam Halikarnas Balıkçısı gelir aklıma.
Bu hapishaneyi Fikret Yılmaz şöyle tarif ediyor:
"Hastahanenin hemen alt tarafında ise, Aydın Vilayeti Hapishanesi yaptırıldı. Hapishaneler Osmanlı İmparatorluğu'na, Avrupa'da ortaya çıkışlarıyla aynı süreçte giren kurumlardı. XIX. yüzyıl başlarında Avrupa devletlerinde işkencenin önlenmesi için oluşan kamuoyu baskısının da etkisiyle, cezaların bedene ödettirilmesi anlayışından, suçluların toplumdan ayrılarak özel bir mekanda cezaları çekmeleri sonunda, topluma yeniden kazandırılmaları esasına dayalı infaz sistemine geçişi simgeliyordu. Bu konuda başta Fransa, İngiltere olmak üzere, Avrupa devletlerinin almış olduğu kararları, Osmanlı Devleti de kabul etti ve imparatorluğun vilayet merkezlerinde hapishaneler yapılmaya başlandı. İzmir'in ilk hapishanesi Cezayir Hani idi. Bugün yerinde İl özel idaresi binası bulunan hanın üst kat odaları mahkum koğuşları, alt kat odaları ise zaptiye koğuşlarına tahsis edilmişti. Avluda kurulan çadırlardan birisi revir, diğeri ise kantin işlevi görmekteydi." (Yılmaz, 2003) |
Parthenon (web 5) |
Judith ve Holofernes'in Başı, Gustav Klimt, 1901 |
Bellerophontes ve Pegasos |
Anadolu'daki müzelerden bir kaç Marsyas heykeli: 1: Manisa, 2: Aydın, 3-4: Antalya Arkeoloji Müzesi Nedense bu heykellerde Marsyas satirlerin karakteristiği olan belden aşağıları keçi olarak biçimlendirilmemiş. 1. ve 2. heykellerde ağaca bağlanmış Marsyas derisinin soyulmasını beklerken tasvir edilmiş. 3. ve 4. heykellerde ise doğrudan öykünün anlatıldığına dair bir ipucu yok. 3. heykelin yanındaki pan flüt şüphesiz mite bir gönderme yapıyor ama son heykel oldukça hareketli ve dramatik yüz ifadesine sahip olsa da mitle ilişki kurulabilecek bir ipucu barındırmıyor. |
Belevi Mezar Anıtı'nın yeri |