11 Mayıs 2020 Pazartesi

Antik Anadolu Kültürlerinde Kehanet

Kim istemez geleceği bilmek?

Bugün belki eskisi kadar olmasa da hala fal yoluyla geleceğe dair kestirimlerde bulunmak rağbet görür. Kimi zaman gizli, kimi zaman eğlencesine, bazen kahve telvesinden bazense yıldızların diziliminden geleceğe dair yorum üretmek aslında bize atalarımızdan miras kalmış bir gelenek. 

Bu yazıda bu işin Anadolu’daki geçmişine dair bilgileri derleyeyim diyorum.

Geçmiş zamanlardaki kehanetle bugünkü falcılık arasındaki temel fark tabii ki öncelikle din ile içiçe olan bir geleneğin dinin pek de onaylamdığı bir alanda durmasıdır. Eski çağlarda ise mezopotamya uygarlıkları, Hititler, Mısırlılar, Yunan ve Romalılar gibi bir çok uygarlıkta kehanet dinin içerisindeydi. Hatta kehanetten sorumlu tanrılar bile vardı. Örneğin Apollon. Herşeyi gören kudretli tanrının görüş alanına dopaal olarak gelecek de girerdi.

Bir diğer fark da kehanetin sadece kişisel bir merakla sınırlı kalmaması idi. Evet, eski dünyada da insanlar kendi geleceklerine ilişkin soruların yanıtlarını ararlardı ama kehanet aynı zamanda halkın iyiliği için krallar ya da yöneticiler tarafından başvurulan bir müessese idi.

Ayrıca kehanet sadece geleceği bilmek, görmek anlamına da gelmiyordu. Aynı zamanda işlenen suçlar ya da bunların nasıl telafi edilmesi gerektiğine dair tanrıların beklentileri de bu yolla öğreniliyordu.

Yani aslında kehanet geleceği görmek değil tanrıların iradesini öğrenmenin yollarından biri idi.

Burada bir parantez açarak bu yazıda değinmeyeceğim, ayrıca detaylı bir ilgiyi hakkeden Osmanlı'da kehanet ve falcılık meselesine dair bir kaç şey söylemek isterim. Osmanlı'da fal ve falcılık halk tabakasında zaten yaygın olmakla birlikte asıl ilginci devletin en üst kademelerinde de özel bir ilgi ve himaye görüyordu. "Müneccimbaşı" diye hiyerarşide üst sıralarda yeri olan bir mevki bile ihdas edilmişti bu işler için. Müneccimbaşı resmi görev yapan müneccimlerin ve muvakkıtların başı idi. Muvakkıtlar "vaktin erbapları". Yani örneğin namaz vakitlerinin belirlenmesi, dini günlerin ne zamana denk geldiğinin hesaplanması gibi işlere bakıyorlar.

Doğrusu Osmanlı'nın İslamı, açıkça yasakladığı ama her zaman da bir miktar göz yumduğu bu falcılık meselesi ile nasıl uzlaştırdığı ilgi çekici bir konu.

Müneccimbaşı, müneccimler ve muvakkıtların
hesaplamalarında kullandıkları alet olan "sekstant". Kaynak: web6

Müneccimler ile muvakkıtların ortak çalışmasına güzel bir pratik hatırlıyorum, onu aktarayım:



Örneğin önemli bir bina yapılmadan önce -diyelim Süleymaniye'nin temelini atacaksınız- hemen Müneccimbaşı'na sorulurdu, "bu iş için en doğru, en hayırlı gün ve zaman hangisidir?" diye. O da bazı hesaplamalar yapar, Kuran'dan ipuçları toplar ve derdi ki, şu gün, şu saatte temelin atılması uygundur...   

Aslında Antik kehanet geleneğine o kadar benziyor ki bu Osmanlı geleneği. Neyse, dediğim gibi, Osmanlı'da fal ve kehaneti hem bu yazının sınırını hem de benim ilgi-bilgi alanımı aştığı için başka bir zamana bırakalım. Hayırlı, uğurlu bir zamana... :)

Evet, şimdi sevgili Antikitemize geri dönüp bazı uygarlıktaki kehanet örneklerini ve yöntemlerini inceleyelim:

HİTİTLER'DE KEHANET

Bu bölümü (Kaya, 2017) kaynağı ve zikrettiğim web kaynaklarından derledim.

Anadolu'da ilk devleti kuran Hititler'de kehanet hem geleceği öğrenmek hem de tanrıları memnun etmek için önemli idi. İnsanların işledikleri suçlarla tanrıları kızdırdıkları ve tanrıların da insanları özellikle veba gibi bulaşıcı hastalıklarla veya kıtlık, kuraklıkla cezalandırdığına inanılırdı. Dolayısıyla tanrıların neye kızdığının anlaşılması ve bunun nasıl telafi edilebileceğinin öğrenilmesinin yolu isi kehanet.

Örneğin II. Murşili bulaşıcı hastalık cezasının nedeninin babasının zamanında çiğnediği bir yemin olduğunu fal yolu ile öğrenmişti.

Tanrıların öfkelerinin nedenini öğrendikten sonra yapılması gereken şey çeşitli dua, tören ve kurbanlarla ilgili tanrının öfkesinin yatıştırılması idi. Hatta bunun için nelerin yapılması gerektiği de bazen kehanet yöntemi ile öğrenilirdi.

Kehanet için kullanılan çeşitli fal yöntemleri vardı. Bu yöntemlerin çoğu eski uygarlıklarda ortaktır. Hititlerde en az 4 fal yöntemi bilinmektedir.

Bunlar: Et falı, Kuş falı, Talih falı ve yılan falı idi.

Et falı, bir çok uygarlıkta olduğu gibi kurban hayvanının ciğer, bağırsak gibi iç organlarının biçimlerinin, ya da içindeki lekelerin yorumlanmasına dayanıyordu. Bu biçim ve lekelerin geleceğe dair ipuçlarını içerdiği, bunlardan tanrıların istek ve iradelerinin anlaşılabileceğine inanılıyordu.

Fal için kurban edilmiş hayvanın karaciğerindeki girintiler - çıkıntılarla bağırsak kıvrımları incelenirdi. Anlaşılması güç olan bu falda kısaltmalar oldukça fazladır. Bu kısaltmalar kelimelerin ilk heceleriyle yapılmıştır. Hititler bu falı Hurrilerden almışlardır, Hurriler ise Babillerden... Bu nedenle falın terminolojisinin çoğu Babil kökenlidir. Hititler, bu falda, gelecekte hangi olayların olacağını öğrenmek değil de daha çok sordukları soruların karşılığını bulmayı amaçlamıştır. Çorum’un 82 kilometre güneybatısında bulunan Hititlerin başkenti Boğazköy’de kilden yapılmış karaciğer modelleri bulunmuştur. Bu kil modellerin öğretim amacıyla kullanıldığı düşünülüyor.

Et falına örnek bir yazıt: “Majesteleri bu sene kışı Hattuşa’da geçirmek istiyor. Eğer majesteleri yukarıda Hattuşa’da (ikamet ettiği sürece), majestelerinin elinden çıkabilecek bir günahtan korkmamızı gerektiren bir şey yoksa et falı iyi olsun

Bir başka örnek: “Fal bakıcısının sorusu (şöyledir): Birinci et falı olumsuz olsun; sonraki olumlu olsun. İlk ciğerin kalınlaşmış bölümü yukarı baktı: Olumsuz. Sonraki ciğerin ni, şi, ki ve yolunun sol tarafında bir bere var; GAR içine büzülmüştür. On iki bağırsak kıvrımlı: Olumlu

(Kaynak: web1)

Kuş falı, yine bir çok uygarlıkta rastlanan bu fal çeşidinde de gökyüzü belli bölgelere ayrılır, o bölgelerde kuşların uçup uçmadığı ya da diğer hareketlerine göre yorumlar üretilirdi.

Anadolu kökenli kuş falı (MUŠEN: Muşen) Hititlerin en çok kullandığı fallardandı. Bu fal türünde özel olarak yetiştirilen fal kuşları kullanılırdı. Hitit metinlerinden, fal kuşlarının göçmen kuşları olduğunu ve bunların sayılarının kırkın üzerinde olduğunu öğreniyoruz. Ancak bu kuşların yanı sıra kartalların da fal kuşları arasında olduğunu yine metinlerden biliyoruz.

Kuş bakıcıları, kuşların konakladıkları, dağ, ırmak gibi yerlere giderek kuşların hareketlerini izler, kuşların uçuşları, havalanmaları, havada karşılaşmaları, yere konmaları, gözlem alanının belirli bir yerine gidip gelmeleri, gagaları ve kanat çırpmalarına dikkat edilirdi. Falın sonuçları krala mektup veya habercilerle bildirilirdi. 

Bu fal türüne ait teknik terimler de vardır. Ancak bu terimlerin anlamlarını henüz tam olarak bilemiyoruz. Bu falı Hititlerin uyguladıkları diğer fallardan ayıran en önemli özellik uygulayan kişinin adının; falın sonunda belirtilmesi. Anadolu kökenli olan yani tamamen yerli olan bu kuş falının Etrüskler aracılığıyla da İtalya’ya kadar yayıldığı biliniyor. 

Hitit metinlerden kuş falına örnek:
Majesteleri seferden geri döndüklerinde tanrıların ayinlerini kutlayacaktır. Kral ve kraliçe Hattuşa’da kışlayacaklar; kral ve kraliçe, Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın Şimşek Bayramı’nı orada Hattuşa’da kutlayacaklardır. (Ayrıca) Yıl Bayramı’nı da orada kutlamak istiyorlar. Bereket kuşlarını orada toplayacaklar. Çiğdem vakti geldiğinde, tanrılara çiğdem (çiçeği) koyacaklar. Ey tanrılar! Hattuşa kentini, kral ve kraliçe için Halep kentinin Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak ve) kışı geçirmek için kayıtsız şartsız uygun buluyorsanız, kral ve kraliçenin başına gelebilecek ölüm (veya) ciddi hastalıktan endişe etmememiz gerekiyorsa (ve) eğer kötülük ta oraya kadar yayılmayacaksa, ey tanrılar, Hattuşa’yı kral ve kraliçe için Halep kenti Fırtına Tanrısı’nın (Fırtına Bayramı’nı kutlamak üzere) kışlamaları için uygun buluyorsanız, (bu durumu) üçüncü günün büyü kuşları tespit etsinler. Kartal kalkıp uçtu; gagasını ileriye doğru tutuyor. Harrani kuşu (ise) yerde ve gagasını ters çevirmiş. Aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve öteye doğru gitti. Arşintati kuşu uçarak yolun ötesine (geçti). Aramnanza kuşu öte tarafa doğru geçti. İkinci günde zaurlitinzi kuşu ...’den kartal ise ön taraftan iyi parselden geldi ve gitti. Bir tilki koşarak öteye doğru, yolun öte tarafına geçti gitti. Üçüncü günde aliliya kuşu öte tarafa doğru gitti; ama kartal dolaşmakta, gagası öteye dönük. Bir büyü yaptık aliliya kuşu iyi parselden çıktı ve gitti. Pattarpahi kuşu dolaşmakta, arrarani kuşu yolun ötesinde kanat çırparak öte tarafa gitti. (Kuş falcıları) piyatarhu ve GE6.ŠEŠ şöyle (yorumlarlar): (Kuşlar) olumlu işaret verdiler!

Sonucunun tam olarak olumlu mu yoksa olumsuz mu olduğu tespit edilemeyen yine bir başka kuş falı: “Kuş bakıcısının fal sorusu: Aynı (daha önce yapılmış faldaki gibi). Kuşlar falla saptansınlar. Huşa kuşunun TAR-uan hareketini gördük ve o iyice öne geldi. Ve o iki defa gitti. Şaluvaya kuşunu kıyı boyunca gördük. Onlar tekrar iyice yükseldiler ve uzaklaştılar; fal ile belirlendi

(Kaynak: web1)

Talih falı, genelde yaşlı bir kadının çeşitli oyun taşları ile baktığı faldı. Bugünkü bakla falına benziyordu biraz herhalde.
Bu falın tam olarak nasıl bakıldığı bilinmiyor ancak belgelerde bir kaç talih falı metnine rastlanmış:

"Kral ve Kraliçe kışı Ankuva şehrinde geçirmek istiyor. (Ey Tanrılar) Ankuva’yı uygun buluyorsanız kral ve kraliçenin başı için her şey mutlaka iyi olacaksa, talih falının sonucu evet olsun!

(Kaynak: web1)

Yılan falı ise içi su dolu bir havuza veya kaba konulan bir yılanın hareketlerinin yorumlanması yolu ile bakılıyordu.

Hurri kökenli olan bu fal, Hititler tarafından çok az uygulanırdı. Bu nedenle bu falla ilgili elimizde çok az belge var. Bu fal türü su yılanları veya yılan balıklarıyla yapılırdı. Çok sayıda parsellere bölünmüş ve bu parsellere değişik adlar verilmiş olan bir havuzun içine su yılanları veya yılan balıkları atılırdı. Su yılanları veya yılan balıklarının bu bölümler arasında gelip gitmelerinden ve yaptıkları hareketlerden fal sonuçları çıkarılırdı. 

Bu fal türü de MUNUSŠU.GI (MUNUS ŞU.GI: Yaşlı kadın) tarafından uygulanırdı. Su yılanı falına örnek: “Kummaha şehrinde sürekli olarak kötü fal işaretlerinin verilmesi konusuna gelince: Bununla hangi kötü duruma işaret edilmiştir? Şimdi (Tanrılar) tekrar hangi fal işareti vermek istiyorlar? Şimdi majestenin başının kötü yılan balıkları ve.... bunu tespit etsin!...Yılan gitti (ve) ‘ciddi’ olan bölümde saklandı... Olumlu

(Kaynak: web1)

Ayrıca Hititlerde ve diğer bir çok uygarlıkta bugünkü yıldız falına ya da astrolojiye benzer fal çeşitleri de vardı. Güneş, ay, yıldırım, şimşek gibi doğa olaylarına, bir çocuğun hangi ayda dünyaya gelmiş olduğuna da tanrısal işaretler olarak itibar edilirdi. Örneğin bir çocuk yılın sekizinci ayında dünya gelmişse o çocuğun öleceğine, eğer ölmezse çocuğun babasının ve annesinin kahredici bir sıkıntıya maruz kalacağına inanılırdı.

Yine günümüzde olduğu gibi rüyaların da geleceğe dair ipuçları taşıdığına inanılır, rüya yorumlarına önem verilirdi. Hititlere göre rüyada görülenler tanrısal işaretlerdi. Başka bir ifadeyle tanrılar insanlara rüya yoluyla ulaşır, rüyalarında onların geleceğiyle ilgili işaretler verirlerdi. Tanrıların rüyalarına girip iradelerini aktarmaları için "istihareye yatmak" Hititler'de de vardı.

Hititlerde fal meselesini Alman Arkeoloji Enstitüsü'nün yürüttüğü kazılarda ortaya çıkardıkları ile tamamlayalım: Alman Arkeoloji Enstitüsü adına kazı çalışmalarını yürüten Kazı Başkanı Doç. Dr. Andreas Schachner:

"Bu yıl daha önce Boğazköy'de bulunmayan ilginç bir esere rastladık. Hititler döneminde bilim olmadığı için doğa şartları insanları korkutuyordu. Hava değişimi ya da bir salgın hastalığa karşı ne yapacaklarını, nasıl davranacaklar veya neden salgın olduğunu bilemiyorlardı. Bunları tespit edebilmek için kehanet ya da fal bakmak çok yoğun bir şekilde yapılıyordu. Bunun için de ya kuş uçuşlarına bakılıyor ya da kurban edilen hayvanların, özellikle de koyunların karaciğerindeki birtakım özelliklere bakılıyordu."

Kurban edilen koyunun karaciğerindeki özelliklere bakılarak, eserin etrafına yazılan kehanetlerin olabileceğini öngördüklerini dile getiren Schachner, şunları kaydetti:

"Eğer koyunun karaciğerinin görüntüsü eserin sağ tarafını işaret ediyorsa, burada ölüm var. Sağ tarafta 'Nergal, ülkemde, yiyecek' yazıyor. Nergal, Hititlerin yeraltı tanrısıdır. Yani ülkedeki insanların bir sebepten dolayı öleceğine dair bir şey yazıyor. Eserin sol tarafında ise 'Nergal, düşmanın ülkesinde, yiyecek' yazıyor. Yani Hatti veya Hitit ülkesinde değil de başka bir düşman ülkesinde ölümler olacak anlamına geliyor. Eğer karaciğerin uç kısmı deforme olduysa, 'Nergal, kendi ülkeme el koyacak' anlamına geliyor. Yani yine ölümler olacak. Eğer karaciğerin üzerinde herhangi bir leke varsa, 'benim ordum bir salgından dolayı ölecek ya da kralın şehri harap olacak' anlamına geliyor."

(Haber ve görsel kaynak: web2)




Bir çok geleneğin olduğu gibi fal yöntemleri de uygarlıktan uygarlığa aktarılmış gibi görünmektedir.

Hititlerin kendilerine ait fal yöntemleri olduğu gibi diğer Mezopotamya halklarından fal yöntemleri öğrendiklerini yukarıda gördük. Benzer şekilde bu yöntemler sonraki uygarlıklara da aktarılmıştır. Bu konudaki bir makaleyi web3 kaynağında bulabilirsiniz.

Örneğin Yunan ve Roma'da da varlığı devam eden kurban hayvanlarının iç organlarına bakarak kehanette bulunma geleneği Etrüsklerde de bilinmekte ve uygulanmaktaydı.

Etrüsklerde bir tanrının etkisi yeni kurban edilmiş bir koyuna ait karaciğerin yüzeyinde görülen olağan dışı sapmalarla kendini belli eder ve içerdiği mesaj haruspex adı verilen rahipler tarafından yorumlanırdı.


LİDYALILAR'DA KEHANET

Ege Göçleri ile Anadolu'ya büyük olasılıkla Trakya üzerinden gelerek yerleşen Lidyalılar başkentleri İzmir'in 100 km. kadar doğusunda olan Sardes olan bir devlet kurmuşlardı. En ünlü kralları zenginliği ile ünlü olan Kroisos'tu. Hatta "Karun kadar zengin" deyişindeki Karun'un Kroisos olduğu iddia edilir. Lidyalılar bir çok alanda olduğu gibi kehanet konusunda da Yunan kültüründen etkilenmişlerdir. Özellikle Kroisos'un başından geçenler bu konuda hem bilgilendirici hem de ders vericidir. Bu hikayenin lk kaynağı olan Herodotos'un aktarımını biraz özetleyerek aktarayım (İtalik yazılar için kaynak: Herodotos, 2002):

(Kroisos Persleri yenip Kızılırmak'ın doğusundaki toprakları fethetmeyi) kafasına koyunca, Yunanistan ve Libya orakllerini yoklamaya girişti; Delphoi'ye, Phokis'teki Abai'ye ve Dodona'ya, Amphiaraos ve Trophonios orakllerine ve Miletos topraklarındaki Brankhosoğullarına, yani her yere adamlar yolladı. 

Kroisos'un danıştığı Yunan oraklleri bunlardır; ayrıca Libya'daki Ammon tapınağına da başkalarını yolladı. Ama bu çeşitli danışmanlardan beklediği şey, sadece kehanet bilimi üzerine bir fikir edinmekti, eğer doğruyu bildiklerine kanaat getirirse, o zaman, Persler üzerine sefer açarsa sonuç ne olur, onu soracaktı. 

Oraklleri sınamak için yolladığı Lydia'lılara verdiği yönerge şöyleydi: Sardes'ten yola çıktıkları günden başlayarak gün sayacaklar, yüzüncü gün orakle varıp soracaklar, Lydia'lıların kralı Alyattes oğlu Kroisos şu anda ne yapıyor diye, orakllerden her birinin cevabını yazıp kendisine getireceklerdi. 

Delphoi'ninki dışında, bütün bu kutsal tanıklıklardan bir iz kalmamıştır; Delphoi'de Lydia'lılar tanrıya danışmak üzere tapınağa girip soruyu yönelttikleri zaman Pythia şu altılı (hexametron)'yı söyledi: 


      "Kumsaldaki kum tanelerini sayarım, denizi ölçerim. 
Dilsizin sözünü anlarım; konuşmayanı dinlerim. 
Bir koku geliyor burnuma; kaplumbağa 
Tunçta pişirilmiş, kuzu ile beraber ve sarılmış 
Kalın bir deriye; tunçtan bir örtü var üstünde, 
Ve tunç bir yatak serilmiş altına." 


Delphoi'deki Apollon Tapınağı. Arkada Tiyatro, önde hazine binaları ile... (Kaynak: web4)

Pythia oraklini söyledi, Lydia'lılar yazdılar ve yeniden Sardes yoluna düştüler. Sağa sola gönderilmiş olan öbür haberciler de cevapları alıp döndükten sonra, Kroisos bunları alıp açtı, gözden geçirdi. Delphoi'den getirilen orakle kadar hiçbirisini önemsemedi; ama ne zaman ki bunu okudu, hemen bunun önünde eğildi ve onu yeğ tuttu, artık önceden bilme (kehanet) yeteneğinin yalnız Delphoi'de olduğuna kanaat getirmişti, zira vaktini nasıl geçirmiş olduğunu bilen oydu. 

Sahiden, habercilerini tapınaklara doğru yola çıkardıktan sonra, belli günü beklemeye koyulmuş; sonra kimsenin aklına gelmeyecek şey ne olabilir diye düşünmüş ve bir kaplumbağa ile bir kuzuyu dilim dilim kesip bir arada pişir-meyi kurmuştu, kendi eliyle ve tunç bir kapakla kapalı, üstten kulplu tunç bir tencere içinde. 

İşte Delphoi'nin Kroisos'a verdiği cevap budur. Amphiaraos oraklinin cevabına gelince, bunun için bir şey söyleyemem; –zira anlatanlar bu konuda dilsizdirler– Lydia'lılar tapınağın çevresinde adet olan dinsel törenleri tamamladıkları zaman onlara ne demiş bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki, Kroisos, onu da gerçek bir kehanet olarak tutmuştur. 

Kroisos, Delphoi tanrısına yaranmak için peşi peşine büyük kurbanlar kestirdi; 

(...) (Burada uzun uzun Delphoi'ye gönderilen hediyeler anlatılır) (...)

Bunlar tamamlanınca Kroisos, başka sunular da ekleyerek hepsini birden Delphoi'ye gönderdi. 

(...) (Hediyeleri anlatmaya devam) (...)

Dosya:Claude Vignon - Parable of the Unforgiving Servant.jpg
Ressam Claude vignon'un 1629 tarihli "Kroisos Lidyalı bir köylüden vergi alırken" adlı tablosu.
"Kroisos emdin bitirdin bütün paralarımızı."
"Canım abim vallahi kendim için almıyorum, Delphoi'ye gidecek bu paralar"
Kroisos, bu sunuları tapınağa götürecek olan Lydia'lılara orakilerden şunu sormalarını buyurdu: 

"Kroisos, Perslerle savaşsın mı, savaşacaksa dost bir ulustan da birkaç bölük alsın mı?" 

Lydia'lılar gönderildikleri oraklin yanına vardılar, armağanları sundular ve sorularını öylece sordular: 

"Lydia'nın ve daha başka yerlerin kralı olan Kroisos, dediler, sizleri yeryüzünün tek güvenilir orakli sayıyor; sizin bilgeliğinize layık olan bu sunuları gönderdi ve bu sefer sizden, Perslerle savaşalım mı ve savaşırsa eğer dost bir ulustan yardım almalı mı, bunu soruyor"

İstekleri buydu. İki oraklin görüşü birbirine uyuyordu; Kroisos'a şunu bildirdiler, 

Eğer Perslerle savaşa girerse büyük bir imparatorluğu devirecektir; ayrıca Yunanlıların en güçlülerine başvurup dostluklarını sağlaması gerektiğinde de birleşiyorlardı. 

Kroisos kendisine getirilen oraklleri öğrenince kâhinleri kutladı, Kyros krallığını devireceğinden şüphesi kalmamıştı, adamlarını yeniden Delphoi'ye gönderdi, Delphoi'nin nüfusunu daha önce öğrenmişti, bütün halka adam başına iki stater altın dağıttırdı. Bu cömertlik karşısında Delphoi'liler de Lydia'lılara bazı ayrıcalıklar verdiler, Kroisos ve Lydia'lılar oraklin yanına sıra beklemeden girebilecekler, kendilerinden ikamet harcı istenmeyecek, büyük oyunlarda başköşede oturabileceklerdi, bütün Lydia'lılar istedikleri zaman Delphoi yurttaşı olabileceklerdi. 

Kroisos, Delphoi'lilerin gözlerini iyice doyurduktan sonra, orakle üçüncü kez olarak tanıştı. Onun doğruyu bildiğini anladığından beri güvenci artmıştı. Bu sefer de saltanatı uzun olacak mı diye sordurttu. Pythia, ona şu uyarıyı yaptı: 

"Günün birinde katır Medlere kral olacak, 
o zaman, ey yumuşak ayaklı Lydia'lı kaç, 
Çakıllı Hermos boyunca, tabanları yağla, 
Utanma, yünün kızarmasın kaçtığın için."

Kendisine bildirilen bu sözlere Kroisos ötekilerden daha da çok sevindi, zira bir katırın Lydia tahtında bir adamın yerine geçmesi olamaz diye avunuyordu ve bir de, demek ki kendisi de, çocukları da iktidardan düşmeyeceklerdi." 

Orakldan aldığı yanıtla kendine güvenen ve gaza gelen Kroisos MÖ 547 veya 546 yılında Perslere karşı sefere başlar. İlginç bir savaş olur. Uzun uzadıya anlatmayalım, önce yenişemezler, Kroisos savaş mevsimi yani yaz ayları bitiyor diye paralı askerlerini terhis ederek başkente döner. Aynısını yapması beklenen Kyros ise başkentine dönmek yerine kış gelmesine rağmen Kroisos'u gizlice takip eder ve bir saldırı ile Sardes'i alarak Lydia devletine son verir. Kroisos esir düşer, daha sonra tam ateşte yakılarak öldürülecekken ilginç başka olaylar sonrası hayatı bağışlanır ve Kyros'un sarayında bir müddet daha köle veya danışman olarak yaşar. Bu kısım biraz tartışmalı, zaten ateş Persler için kutsal olduğu için Kroisos'u yakarak öldürmek gibi bir şey mümkün olamaz diyenler çoğunlukta. Hemen öldü diyenler de var, Kyros'tan daha uzun yaşadı diyenler de...

M.Ö. 500-490 civarına tarihlenen bir vazo resminde Kroisos -kimine göre intahar etmek,
kimine göre ise Kyros'un emriyle  
infaz edilmek üzere- kendisi için hazırlanan odun yığının üstünde.
Ancak yukarda da dediğimiz gibi Ateş Persler için kutsaldı ve muhtemelen böyle bir sahne hiç gerçekleşmedi.

Neyse, başına gelenlere bir anlam vermek ve Tanrı Apollon'a sitem etmek hatta atar-gider yapmak isteyen Kroisos Delphoi oraklına tekrar bir elçi göndererek soru sorabilmek için Kyros'tan izin ister.  

Der ki:

"Çok saygı beslediğim Yunan tanrısına şu zincirleri gönderip sordurmak istiyorum, kendisine karşı daima saygı göstermiş olan kimseleri aldatmak diye bir hikmet var mıdır, bana bunun için izin verilsin, en çok istedim budur" 

Kyros, o zaman tanrıya ulaştırılmasını dilediği bu sitemi açıklamasını istedi. Kroisos, eskilere çıkarak ona bütün olan biteni, oraklin cevaplarını, özellikle sunduğu armağanları ve tanrısal sözlerin Perslere saldırmak için ona nasıl cesaret verdiğini, bir bir saydı döktü ve yeniden yalvarmakla bağladı sözlerini, o tanrıyı böyle söverek kınamasına izin verilmesi için. Kyros güler yüzlü cevap verdi ona:

"Bu dilek, Kroisos ve benden istemek fırsatını bulacağın öbür dilekler yerine getirilecektir". 

Bu oluru alır almaz, Kroisos, Delphoi'ye Lydia'lılar gönderdi; onlara şu zincirleri tapınak kapısının eşiğine koymalarını ve tanrıdan sormalarını buyurdu: 

Hiç utanmadın mı? diye, oraklleri Kyros'un imparatorluğunu yıkacağı inancını verip Kroisos'u Perslere karşı savaşa tutuşturmaktan, işte o imparatorluğun yağmasından eline geçen gani-met sadece şu zincirlerdir – bunu söylerken zincirleri göstereceklerdi; ayrıca Yunan tanrıları nankör olurlar diye bir şey var mıdır? onu da soracaklardı. 

Lydia'lılar tapınağa vardılar ve görevlerini yerine getirdiler. Pythia, diyorlar, şöyle cevap verdi: 

"Alın yazısını bir tanrı bile değiştiremez. Kroisos, Heraklesoğullarının bir askeriyken, bir kadının ihanetine alet olarak efendisini öldüren ve üzerinde hiçbir hakkı bulunmadığı tahtı ele geçiren dördüncü kuşaktan dedesinin yaptığını ödemiş, alın yazısının gereğini yerine getirmiştir. Loxias, Sardes'in yıkılışını, çocuklarının zamanına erteleyerek Kroisos'u kurtarmak istemişti, ama kaderin elinden kurtaramadı onu. Alın yazısı ona neleri uygun gördü ise onu yaptı, ama Kroisos'tan kendi hizmetlerini de esirgemedi; zira üç yıl süreyle Sardes'in düşüşünü erteledi; ve şunu da iyi bilsin Kroisos ki, kendisi de belli günden üç yıl sonra yakalanmıştır. Ayrıca yanacağı sırada imdadına koşan gene Loxias'tır. Oraklin dediklerine gelince, Kroisos'un bundan da yakınmaya hakkı yoktur. Loxias ona, Perslere saldırırsa büyük bir imparatorluğu yıkmış olacaktır, diye haber vermiştir. Eğer doğru düşünebilseydi, yeniden adam gönderip sorduracaktı, bu yıkılacak olan imparatorluk benimki mi, yoksa Kyros'unki mi? diye. Tanrı sözünü anlayamadı, sonrasını da sormadı, o halde kendisini suçlasın. Bir de son sorusuna verdiği cevapta Loxias ona bir katırdan söz etmedi mi? İşte bunu da kulağı duymadı, Kyros'tu bu katır; çünkü anası ve babası aynı soydan değildiler; anası daha iyi bir soydan geliyordu, babası ise onun kadar soylu değildir; ana Media kralı Astyages'ten inme bir Media kızıydı; babası ise Pers, hiç layık olmadığı halde, sahibi olan kadının çatısı altında yaşamasına izin verilmiş sıradan bir adam". 

Pythia'nın Lydia'lılara cevabı böyle oldu ve onlar da bunu Sardes'e götürdüler, K roisos'a ilettiler. Bunu duyunca, Kroisos orakla hak verdi.


İSKİTLER'DE KEHANET

Sakalar olarak da bilinen İskitler aslında Anadolu'yu çok kısa bir süre ziyaret ediyorlar. Ama özellikle Türklerle akraba olma olasılıkları heyecan verici.

Anadolu'da kısa bir süre hüküm sürmüş olan çoğunlukla göçebe ve savaşçı bir halk olan İskitler gelecekte neler olacağını öğrenmek için ağaç kabuklarından, özellikle söğüt ve ıhlamur ağaçlarının kabuklarına bakarlardı (Kaya, 2018).

Bu yönteme açıkçası İskitlerden başka bir uygarlıkta rastlamadım. Ağacın bu konumu bana şaman geleneklerdeki ağacın önemli rolünü hatırlattı. Bu arada yukarıda değindiğim gibi, bazı uzmanlar İskitlerin Türklerle akraba olma olasılıklarını da vurgularlar. Türklerin şamanist dönemlerinde ağaca özel kutsiyetler atfetmeleri ile de bağlantılıdır belki İskitlerin bu ağaç falları. 


"Ya ne olacak bu savaş, bi ağaca mağaca mı baksak?" diyen İskit savaşçıları. Kaynak: web7.

MEDLERDE ve PERSLERDE KEHANET

Medler ve Persler Anadolu'nun yerleşik halkları olarak sayılamasa da MÖ 576'dan yaklaşık MÖ 330'lara kadar yaklaşık 250 yıl bu toprakları yönettikleri, geleneklerini bu toprakların kültürüne eklediklerini söylemek yanlış olmaz.

Perslerin akrabası olan ancak onlardan kısa bir süre önce bugünkü İran topraklarında hüküm süren Medlerde de kehanet önemli bir alandı. Mag denilen din adamları kurbanlardan fışkıran kana veya kurbanların ciğerlerine bakarak kehanette bulunurlardı (Kaya, 2018).

Taşa kazınmış Faravahar. Pers dininin en önemli sembollerinden biri. Kaynak: Napishtim.
Kurban ciğerinden fal bakma yaygın bir yöntem. Olasılıkla Hint-Avrupalı kavimler bu geleneği Akdeniz havzasına gelmeden önce kazanıyorlar. Yalnız kurbandan fışkıran kana göre fal bakma da ilginçmiş... (Evde denemeyin)


FRİGYA VE LİKYA'DA KEHANET

Anadolu'nun en güzel coğrafyalarından birine sahip olan bugün "Teke Yarımadası" dediğimiz Antalya-Fethiye arasındaki bölge çook uzun binyıllardır Likya olarak bilinmekte idi. Bu güzel coğrafyanın çevresindeki uygarlıklarca da bilinen ünlü bir kehanet merkezi Telmessos'ta yani bugünkü Fethiye'de idi.

Herodot'a göre Telmessos kahini kehanetini rüyaları yorumlamak sureti ile söylüyordu.

Rüya gör(dür)me törenlerini/ritüellerini ve kahinin rüyaları nasıl yorumladığını bilmiyoruz ama ününün yaygın olduğunu Frigya Kralı Gordios'un danışmak için bu kahine geldiğini biliyoruz.

Bir gün Gordios öküz arabasının okuna bir kartalın konduğunu görünce bunun tanrısal bir işaret olduğunu düşünmüş ve bu işareti nasıl yorumlaması gerektiğini danışmak üzere Telmessos Kahini'nin yolunu tutmuş. Kahinin onu rüyaya yatırıp yatırmadığını ve bu işareti nasıl yorumladığını bilmiyoruz ama ilginç bir şekilde Gordios'un eşine de (ilerde Eşek Kulaklı Midas'ın annesi olacak kendisi) bu yolculuk esnasında Telmessos kentinin girişinde  rastladığını ve başkent Gordion'a onunla birlikte döndüğünü (Kaya, 2018) biliyoruz.

Gordios Telmessos yollarında... Suluboya resim: "Tomb of Amyntas", 1843, William James Müller. Kaynak: web8. 

Bu arada bu görseli ararken rastladığım harika bir şiiri aktarayım, bir Likya şiiri diyorlar...

Beni bulamazsan üzülme, eşyalarımı bulacaksın. 
Kestiğim taşları, açtığım yolları, 
İşlediğim heykelleri bulacaksın. 
Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden parmak izlerimiz değecek birbirine...


ANTİK YUNAN DÜNYASINDA KEHANET

Antik Yunan'da kehanet çok uzun ve derin bir konu. Burada sadece kısaca değinmek mümkün. Ama öncelikle belirtelim ki Yunanlar bir çok geleneği olduğu gibi kehanet geleneğini de büyük olasılıkla Mısır, Yakındoğu ve Anadolu geleneklerinden etkilenerek geliştirmiş gibi görünmektedirler.  

Antik Yunan mitolojisi tanrıların insan kılığına girerek veya daha farklı yollarla çeşitli mesajlar, gelecekten haberler vererek dünyadaki yaşamı etkiledikleri örneklerle doludur. Özellikle Apollon'un belli durumlarda çeşitli nedenlerle kahinlik yeteneği olan kişilerin ağzından geleceğe dair kehanetleri duyurduğuna inanılır. Bu kahinler Apollon'a adanmış tapınaklarda bulunur ve tanrıya fikir danışmak için gelenlerle tanrı arasında elçilik yaparlar. Kehanet merkezleri genellikle Apollon tapınakları olmakla birlikte bu bir zorunluluk değildir. Örneğin Zeus'a adanmış kehanet merkezleri de vardır.

Kehanet tapınaklarında genellikle tapınağın en kutsal mekanı olan Naos veya Aditon'da bulunan kahinin yanına girmeye izin yoktur. Kendisi, kenti veya ülkesi adına danışacak kişi, bir ön odaya kabul edilir. Burada görevlilere sözlü veya yazılı olarak iletilen soru görevlilerce kahine iletilir. Çeşitli yöntemlerle (yeraltından çıkan gazı solumak, çeşitli bitkileri yemek veya kutsal su içmek gibi) transa geçen kahinin tanrının ağzıyla konuştuğu, daha doğrusu tanrının kahinin bedenine girip soruyu yanıtladığına inanılır. Bu yanıtların da genellikle yoruma açık olduğunu söylemek gerekir.

Örneğin yukarıda anlattığımız gibi, Perslere savaş açıp açmama kararını Delphoi kahinine danışan Lidya Kralı Kroisos yanıt olarak "açacağın savaş büyük bir krallığı yok edecek" minvalinde idi. Bu öngörüyü kendi lehine yorumlayan Kroisos'un açtğı savaş sonrasında yıkılan kendi imparatorluğu olmuştu... Ancak bazen son derece net öngörülerde de bulunabiliyorlardı. Örneğin Antik Smyrna'yı Pagos'un eteklerine taşımayı düşünen Büyük İskender bununla ilgili rüyasını elçiler göndererek Klaros kahinine sordurmuş, yanıt olarak 

"Pagos eteklerine yerleşen Smyrnalılar şimdikinden üç veya dört kat daha mutlu olacaktır" 

Öngörüsünü almıştı. Kimi araştırmacılar bu kehanetlerin politik işlevleri olduğunu da düşünürler... Şöyle ki, aslında bu kehanet merkezlerinin ciddi bir istihbarat ağı olduğuna, yani Yunan dünyasında ne olup bittiğine vakıf olduklarına dolayısıyla buralarda verilen kehanetlerle bir miktar politik olayları yönetme misyonları ya da güçleri olduğunu düşünen tarihçiler de vardır.

Bu arada hep şu uyarıyı yapmayı da alışkanlık edindim, İskender'in Smyrna'ya uğrayıp uğramadığı şüphelidir ve bu anlatı onun çağdaşları tarafından değil bir kaç yüzyıl sonra yaşayanlar tarafından "uydurulmuş" bir anlatı olabilir diyen uzmanlar da vardır.

Tapınaklardaki kahinlerin genellikle Cybill olarak anılması (Delphoi'dekinin adı Pythia idi) uzmanların bu ritüelin Antik Yunan öncesi eski Anadolu anatanrıçası Cybele (Kibele) ile bağlantılı olduğunu düşünmelerine yol açar. Günümüzde kullanılan Sibel isminin kökeni de bu Anatanrıça'dan gelir... Ancak kahini her zaman kadın olması şart değildir. Bazı uzmanlar Klaros'taki kahinin erkek olduğunu düşünüyorlar.

John Collier'in Delphoi Rahibesi Pythia isimli tablosu... (web5)
Bu etkileyici resimde Pythia yeraltından gelen gazları solurken bir elinde
su kabı, diğerinde defne dalı ile bir üçayağın üstünde otururken tasvir edilmiş. 
İyonya'nın en ünlü kehanet merkezleri -benim de gezmekten çok keyif aldığım- Didyma Apollon ve Klaros Apollon tapınaklarıdır. Bu iki tapınak da aslında bir kentin içinde değil, tanrılara adanmış kutsal alanlardadır.

Herodotos, Klaros'taki kahinin kaynağı bilinmeyen bir sudan içtikten sonra kehanetlerini şiirsel dilde söylediğini aktarır (Herodotos, 2003).

Ekrem Akurgal bu tapınaktaki kehanet ritüelini şöyle tarif ediyor:

"Bilicilik bu tapınağın cellasının altında yapılmakta idi. Hellen ve Roma devri yazarlarına göre bilicilik, Delphi'deki Pythia'da olduğu gibi bir kadın aracılığı ile değil, bir erkek kahin tarafından yapılıyordu. Bilici bir mağara ya da yeraltı odasına giriyor ve burada gizli bir kutsal su içtikten sonra kehanetini vezinli şiirler halinde söylüyordu. 

Bilicilik her zaman geceleri düzenleniyordu. Şiir dizenler (thespiodes) ve rahipler bu görevi ömür boyu yürütmekle görevlendirilmişlerdi. Oysa biliciler her yıl değişiyordu. Ayrıca bir ya da iki yazman bulunuyordu. 

Klaros'ta kehanete ilişkin hiç bir yazıt bulunamamıştır. Ancak Bergama'da ve Turgutlu'da Apollon kehanet yerine ilişkin yazıtlar bulunduğu gibi, bunlardan Dalmaçya'da, Cezayir'de, Sardunya'da, Roma'da ve hatta daha uzak olan İngiltere'de bile ele geçenleri vardır. 

Tapınağın doğu yönündeki dört basamak bütünü ile yazılarla kaplıdır. Bunlar uzak kentler ve ülkelerden Tanrı Apollon'un tavsiyelerini almaya gelen delegelerin listelerini kapsamaktadır. Yukarıda değinilen uzak yerlerin yanı sıra, tapınaktan gelen yazıtlar Güney Rusya'da Olbia'da ve Anadolu'da Sivas'ta, Amasya'da, Kayseri'de ve Konya'da bulunmuştur. (...)" (Akurgal, 1988)

Klaros Apollon Tapınağı'nın maketi. Tapınağın hemen önünde "Hekatomb" denen
kurbanlıkların bağlandığı alan ve onun da önünde sunak.
Klaros kazılarını uzun süre yürüten Prof. Dr. Nuran Şahin de Klaros'daki bilicilik ritüelini şöyle anlatıyor:

"Tanrının esinlerini, farklı şekillerde gönderdiği Antik çağ düşünürleri tarafından anlatılırsa da, bilicilik merkezleri genellikle bir su kaynağı yanında kurulur ve bu kaynak kutsal kabul edilirdi. Klaros'ta da esinlenmenin kutsal su ile yapıldığı biliniyor. Kehanetin yapıldığı arka adytonundaki, kutsal kuyu içindeki kutsal kaynağın, Manto'nun gözyaşlarından oluştuğu mythosu, Myken döneminden itibaren esinlenmenin su ile yapıldığını göstermektedir. 

Ancak, tanrının esin elemanları arasında yer alan omphalosun ön adytonda in situ bulunmuş olması, diğer bir esin aracı olan üç ayağın propylonun girişinde yer alışı, bilicilik ritüelinde sık kullanılan astragalosun (aşık kemiği) tapınağın krepis bloklarında bronz kenet bezemeleri olarak kullanılmış olmaları ve nihayet tanrının esin sembollerinden biri olan daphnenin (defne), Kolophon sikkeleri üzerinde yer alan Apollon'un başında çelenk olarak görülmesi ve kazılarda, bronz üzerine altın yaldızlı daphne yapraklarının bulunması, Klaros”ta esin kaynağı olarak suyun birincil, diğerlerinin de ikincil elemanlar olarak kullanılıp, kullanılmadıkları sorusunu gündeme getirmektedir.

Klaros'ta bilicilik gün batımının ardından, meşalelerin ışığında gizemli bir ortamda yapılıyordu. Pausanias, kehanetlerin Hekate-Artemis'e adanmış olan günlerde ya da bu günlerin öncesinde yapıldığını söyler. Kişisel sorunlar için başvuruda bulunanlar ön adytona girebiliyorlar, kentsel başvurular da ise, salt theos ya da theopropos adı verilen kent delegasyon şefi buraya girebiliyordu.
Başvuru sahipleri ön adytonda bulunan bankta oturuyorlar ya da omphalosun yanında ayakta bekliyorlardı. Burada bulunan graphikos (sekreter) soruları levhalara yazıyor ve Thespiodos'a (bilici) veriyordu. Thespiodos'un, kehanetten bir gün önce arka adytona (kutsal mekan) çekilip, oruca başladığı ve enthousiasmosa (tanrı ile dolma, ona ulaşma) ulaştığı, lamblikos tarafından anlatılır.

Oruç süresi 24 saat ile 48 saat arasında değişmekteydi. Thespiodos, başvurulan almak üzere arka adytontan çıkıp, alçak ve dar koridordan geçerek ön adytona geliyor soruları aldıktan sonra yine aynı yoldan bilici odasına geçiyordu. Bilicilik ritüelini, kutsal su ile elini yüzünü yıkayarak ve su içip, orucunu bozarak başlatıyordu. Tanrı ile iletişim kuran thespiodos, tanrıdan yanıtları aldıktan sonra, tekrar ön adytona gelip, bunları prophetese (rahip) veriyor, 0 da bu yanıtları hexametrona (altılı vezin) çevirip daha sonra başvuru sahiplerine iletiliyordu"
(Şahin, 2012).

Klaros Tapınağı'nın tonozlu alt katı. Şu an su içinde olan bu mekanların işlevi tam olarak bilinmiyor.
Belki de kehanet bu tonozlu mekanlarda gerçekleşiyordu...
Bölgede jeolojik etkinliklerin yoğun olduğu ve dolayısıyla farklı mineral zenginliğine sahip suların, ılıcalara bölgede çokça rastlandığı bilinmektedir. Belki de burada çıkan ve kahine tanrı ile bir olma olanağını sağlayan suyun da böyle bir kimyasal içerik sayesinde bunu gerçekleştirdiği düşünülebilir ancak tabii ki o dönemin insanları bunu böyle açıklamazlar. Yukarıda tarihçede değinildiği gibi bu suyu Manto'nun gözyaşlarına bağlarlar...

Klarosla ve kehanet merkezi ile ilgili çook önceden yazdığım bir gezi yazısına şu adresten ulaşabilirsiniz:

https://arkeogezi.blogspot.com/2014/07/klaros-manto-gozyaslar.html

KAYNAKLAR:

Akurgal, E. (1988), Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınevi.
Herodotos, 2002, Herodot Tarihi, İş Bankası Yayınları.
Kaya, M. A., 2017, Türkiye'nin Eskiçağ Tarihi I, Bilge Yayınları.
Kaya, M. A., 2018, Türkiye'nin Eskiçağ Tarihi II, Bilge Yayınları.
Napishtim, (2014, September 18). Faravahar at Persepolis. Ancient History Encyclopedia. Retrieved from https://www.ancient.eu/image/3049/
Şahin, N. (2012) Apollon Klarios Bilicilik Merkezi, Ege Üniversitesi Arkeoloji Kazıları içinde.

web1: https://www.magmadergisi.com/yasam-haberleri/en-eski-kahinler-hitit-falcilari
Yazar: Dr. Öğretim üyesi, Nursel Aslantürk Çankırı Karatekin Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı, Hititolog

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder