17 Mart 2020 Salı

Antik Tiyatrolar

Anadolu'da kent diyebileceğimiz Antik yerleşimlerin vazgeçilmez yapısı tiyatrodur. Hattan Laodikeia gibi zengin ve topoğrafya bakımından şanslı kentlerde 2 tane tiyatroya bile rastlamak olasıdır. Yine Pergamon'da günümüze kalmamış olmakla birlikte Akroplün eteklerinin haricinde 2 tiyatro daha olduğu bilinmektedir.

Bu yazıda bu tiyatroların genel olarak ne zaman, nasıl ortaya çıktıklarına ve Yunan, Helenistik ve Roma dönemlerinde nasıl değiştiklerine değineceğim.

Öncelikle şunu söylemeliyim ki aşağıda anlatacaklarımın çoğu çeşitli kaynaklardan okuduklarımdan aklımda kalanlar. Kaynağı hatırladıklarımı yazacağım ancak bazılarını nerede okuduğumu unuttum ve hafızamda yanlış kalmış da olabilir. Onun için bunu bilimsel bir makale gibi değil bir anlatı olarak görmenizi öneririm. Az da olsa, içinde hafızamın ürettiği spekülasyonlar barındırıyor olabilir. :)

Sagalassos Tiyatrosu

Önce sözcüğün kendisi ile başlayalım. Bi kere baştan söyleyeyim, bu yapılara "Amfitiyatro" veya "Anfi" vs... demek yanlış. Bu yapılar TİYATRO. Evet, sadece bu kadar. Tiyatro. Amfitiyatrolar Roma döneminde dairesel veya eliptik olanların ismi. "Amphi" zaten Yunanca çift demek. Yani Amfitiyatro çift tiyatro, ucuca iki tiyatronun eklenmesi anlamına geliyor. Türkiye'de ayakta kalan Amfitiyatro pek yok. Pergamon'da olduğu biliniyor ancak günümüzde pek kalıntısı yok.



Tiyatro sözcüğü, Eski Yunanca "theatron" sözcüğünden gelir. Bu sözcük de, sözlük anlamıyla "görüyorum, izliyorum" anlamına gelen "theaomai" sözcüğünden türemiştir (Guerrini, 2017)..

Tiyatronun ortaya çıkışına gelecek olursak, Dinsmoor, 1975 kaynağından özetleyerek aktaralım:

Antik çağda Tanrı Dionysos'a ibadetin bir yöntemi de ona ilahiler söylemekti. Çok erken zamanlarda, Dinsmoor'a göre MÖ 6. yüzyılda,  Atina'nın önce kırsal bölgelerinde daha sonra ise kentin merkezi olan Agora'da toplanan korolar Dionysos'u ululamak için dans ederek ilahiler okurdu. Yine Dinsmoor'a göre MÖ 530'lu yıllar civarında koro ile karşılıklı atışan (ya da düet yapan :)) ilk aktör ortaya çıktı. Bu ilahi okuyanları dinlemek hatta ilahiye katılmak için çevrelerinde biriken kalabalık bir süre sonra belki de ortadaki grubun dans benzeri performanslarını ya da yüzlerini görmek için birbirini iteklemeye başladı ve "bu böyle olmayacak, şöyle eğimli bir yer bulsak da hepimiz performansı görebilsek" diye söylenmeye başladılar. (Evet, buralar biraz benim hayal gücümün eseri ama buna yakın gerçekleşmiş olmalı). Dinsmoor önce Agora'da ahşap tribünler kurdular ama MÖ 498 yılında bu iskele çökünce Atina Akropolisi'nin eteğindeki eğimli alana gittiler diyor. Zamanla gruplar performansı gerçekleştirenler ve onları izleyenler olarak daha katı bir biçimde ayrıldı.

Eğimli alanlarda ilk zamanlarda herhangi bir imalat söz konusu değildi. Belki hafif bir düzleme, kıçımıza taş batmasın diye zeminin elden geçirilmesi ile yetiniliyordu. Ancak zamanla performansın yapıldığı yere, yani ORKESTRA'ya doğru düzenlenmiş ve kademeli hale getirilmiş oturma alanlarına ahşap oturma yerleri yapılmaya başlandı.

Evet, ilk tiyatrolar ahşaptı.

Aşağıda Atina Akroplünün hemen eteğindeki Dionysos tiyatrosunun henüz taş sıralara kavuşmadığı MÖ 5. yüzyılın ortasındaki ahşap halini görüyorsunuz.

Atina'daki Dionysos Tiyatrosu'nun 5. yüzyılın ortalarındaki hali. Henüz hem oturma sıraları hem de sahne binası ahşap. İlerde bunlar taşla değiştirilecek. Görüntüler Assasin's Creed Odyssey oyunundan. Ayrıca buradan görünmüyor ama orkestranın ortasında bir sunak var, Dionysos sunağı olmalı. Üstüne bir tane domuzu kesip koymuşlar adak olarak, yanından geçerken gördüm.
Bu arada reklam gibi olacak ama acayip güzel oyun. Benim gibi Antik Yunan hastasıysanız inanılmaz keyifli vakit geçirebilirsiniz. Çok iyi danışmanlarla çalışılmış. Gerçeğe çok çok uygun ortamlar, binalar yaratılmış. On numara beş yıldız. 
Yaklaşık olarak aynı açılardan Dionysos Tiyatrosu'nun bugünkü hali.

Bu arada şu orkestra meselesine de bir değinelim. Orkestranın Yunan tiyatrosundaki anlamı bugünkünden farklıdır. Yunan tiyatrosunda önceleri performansın büyük kısmını gerçekleştiren KOROnun bulunduğu erken dönemlerde daire daha sonra yarım daireye küçülen alana orkestra deniyordu.

İnsanların oturduğu biçimlendirilmiş yamaca da oyuk benzeri bir anlamı olan CAVEA deniyor. Bugün hala bazı dillerde oyuk sözcüğünün karşılığı olarak cavea/cave'e benzer sözcükler kullanılır. Bu alana ayrıca THEATRON da denir.

Tiyatronun bir diğer önemli parçası sahne, yani SKENE. Dini ibadet formatından yavaş yavaş uzaklaşan ilk tiyatroların kurgusunun sahnedeki bir aktörle orkestradaki koronun bir düeti gibi olduğu biliniyor. Koroyu bize durumu ya da olayı anlatan, bazı filmlerde olan arka ses ya da üçüncü ses yani anlatan olarak düşünebilirsiniz. Uzun süre bu düet biçiminde oyunlar oynandıktan sonra Aiskhylos (d. yak. MÖ 525/524 – ö. yak. MÖ 456/455 (wikipedia)) ikinci oyuncuyu, Sophokles (d. MÖ 495 - ö. MÖ 406 (wikipedia)) ise üçüncü oyuncuyu ekliyor (Friedell, 1999).

Skene'nin bölümleri (Lawrence, 1962).

Şunları da eklemek lazım ki, oyuncular her zaman erkek olmak zorunda. Dolayısıyla hem birden fazla kişiyi canlandırmak hem de kadınları da canlandırabilmek için her zaman maske takıyorlar. Onun için bugün tiyatronun sembolü biri üzgün (tragedya), biri gülen (komedya) iki maskedir. İlk başta sadece bu iki çeşit oyun var Yunan tiyatrosunda.

Evet, tiyatro sanatının ortaya çıkmasını böyle kabataslak tarif ettikten sonra biraz daha mimariye, yapılara odaklanalım. Ancak şunu da ekleyelim, tiyatrolar sadece performanslar için değil, kentin ihtiyaç duyduğu (mahkemeler, siyasi toplantılar vs...) bir çok toplantıya da ev sahipliği yapıyordu.

Önce kısaca terminoloji:

En alttan başlayalım. SKENE sahne demek ama günümüzdeki sahne arkasına denk geliyor aslında. Kulisler filan var burada. PROSKENE sahne önü demek. Aktör burada sergiliyor performansını. Eğer bir önceki görseldeki gibi bu kısım yükseltilmişse LOGEION deniyor ve aktör burada yer alıyor. PARASKENION sahne yanı ya da yan sahne. PARADOSlar cacea ile sahne arasından seyircilerin tiyatroya girdikleri yollar. ORKESTRA yukarıda anlattığımız gibi koronun bulunduğu yer. ALTAR sunak. Genelde Dionysos'a adanmış, oyun başlamadan sunuların konduğu taş. Böyle ortada ya da bir kenarda olabilir. Seyirci kısmını oluşturan oyuk CAVEA. Cavea'yı enine geçerek ikiye bölen yolun adı DIAZOMA. Dikine kesen yollarsa KLİMAKESler. (Görsel kaynağı: web1)

Tiyatro yapıları kentin neresinde bulunurdu? Açıkçası Yunanlıların çok fazla seçme şansı yoktu, zira düz bir alanda eğimli oturma yüzeyi yani cavea yapabilecek inşa teknolojisine sahip değillerdi. Dolayısıyla kent merkezine yakın, doğal eğimli yüzeyler tiyatro için en elverişli yerlerdi. Ancak ilerde Romalılar kemer ve tonozların yardımı ve geliştirdikleri diğer yapı malzeme (beton) ve teknikleri ile istedikleri yerde ve biçimde bu yapıları yapabilme kudretine eriştiler. Gerçi Anadolu'da genelde Roma döneminde Yunan ve Helenistik dönemde kullanılan tiyatroların büyütülmesi sıklıkla görülen bir uygulamadır ancak Roma döneminde sıfırdan inşa edilen bir çok tiyatro da vardır. Örneğin Side Tiyatrosu.

Tiyatronun yakınlarında bir Dyonisos tapınağına ya da sunağına rastlamak sürpriz değildir. Zira tiyatronun tanrısının tapınağının tiyatro yakınlarında olması doğaldır. Bunun en güzel örnekleri Pergamon ve Side'dedir. Priene tiyatrosunun orkestrasında, hemen cavea başlarken ortada bir Dyonisos sunağı bulunur. Herhalde oyun başlamadan önce rahipler "Bismillah" diyorlardı sunağa bir parça şarap dökerek.

Tiyatrolar ne yöne bakardı? Genelde yukarıda da bahsettiğimiz gibi doğal verilere mahkum oldukları için çok seçme şansları yoktu ancak eğer seçebilecek durumları varsa caveanın ön yüzünün güneye bakması tercih edilirdi (Wycherley, 1993).Ancak Romalı mimar Vitruvius (MÖ 80/70 - MÖ 15 (Wikipedia)) ünlü eseri Mimarlık Üzerine On Kitap"ta bundan farklı bir şey söyler:

"(...)Tiyatro için mümkün olduğunca sağlıklı bir arazi seçilmelidir. Çünkü esen rüzgarlar oyunlar sırasında eşleri ve çocuklarıyla büyülenmiş ve zevkten hareketsiz halde oturan izleyicilerin vücutlarındaki açık gözeneklerden içeri girer. (...) Bu alanın (tiyatronun) güneye bakmaması için de dikkatli olmalıyız. Güneş tiyatronun kavisli kısmında tüm gücü ile parladığında, burada kısılıp dolaşamayan hava, olduğu yerde kalıp ısınır ve giderek kor sıcaklığına ulaşarak yakar, kurutur ve insan vücudunun bütün sıvılarına zarar verir" (Vitruvius, 1990).

Helenistik dönemden bir örnek, Priene Tiyatrosu.

Priene Tiyatrosu'nun restitüsyon çizimi (Lawrence, 1962).

Tiyatronun gelişimine dair Wycherley Bieber'den aktararak şu bilgileri aktarıyor: "Orkestra Arkaik çağda; theatron (cavea yani) tiyatronun son olgunluğuna eriştiği Klasik çağda oluşturulmuştur. Sahneyse alışılagelmiş biçimini ancak Geç Klasik çağda almıştır. Gelişmesi Helenistik çağda olmuştur. Akılda tutulması gereken en önemli nokta, Klasik çağda yükseltilmiş bir sahnenin bulunmadığıdır" (Wychrley, 1993). Aslında bu özet de yukarıda anlattığım tiyatronun gelişiminin mekansal yansıması. Bu arada kabaca, Arkaik çağ olarak MÖ 6. yüzyıldan öncesini, Klasik çağ olarak MÖ 5. yüzyıl civarını, Helenistik dönem için de MÖ 4-2. yüzyılı alabilirsiniz.

Orkestra alanı Antik Yunan döneminde sıkıştırılmış topraktı. Daha sonra Roma döneminde buraya döşeme taşları dizilmeye başladı (Wycherley, 1993).

SKENE yani sahne meselesine gelince... Aslında bu bölüm iki kısımdan oluşuyordu; SKENE ve PROSKENE. Biraz kafa karıştırıcı. Skene diye aslında bugün kulis dediğimiz arka kısma deniyordu. Oyuncunun performansını sergilediği ter ise "skene-önü" yani pro-skene idi. Yukarıdaki resimlerde değindiğimiz gibi burada çoğunlukla yükseltilmiş bir platform tercih edilirdi ki buna da LOGEION denirdi. Skeneler ilk başlarda çok basit yapılardı. Hatta yapı bile denemez, erken dönemde yere sabitlenmiş bir kaç kalas ve arasına gerilen bir kumaştan oluştuğu tahmin ediliyor. Ancak zamanla skeneler de gelişerek yapılaşmaya başladı ama Yunan döneminde hiç bir zaman oyunu izleyenleri arkadaki kent ve doğa peyzajından soyutlayacak kadar yükselmedi. Roma döneminde ise yüksekliği cavea yüksekliğine ulaşan, günümüzdeki gibi izleyicinin dış dünya ile göz temasını tamamen kesen bir tiyatro mimarisi ortaya çıktı. Bu nedenle Yunan tiyatrosu kent hayatının içinde bir eylem olarak değerlendirirken Roma tiyatrosu bireyi kent hayatından yalıtan bir etkinlik olarak değerlendirilir. Yunan'da tiyatro gündelik bir olaydı, Roma'da ise özel bir gösteri...

Yunan tiyatrolarının tartışmasız en görkemlilerinden biri, Epidauros Tiyatrosu. Tiyatro mimar Polykleitos tarafından MÖ 4. yüzyılda tasarlanmıştı (Wycherley, 1993). Sol taraftaki fotoğrafta cavea ile skene arasından seyircilerin girdiği koridor yani PARADOSlara açılan kapılar görünüyor. 

 Evet, son olarak oturma yerlerinden bahsedelim Yunan tiyatrosunun. Dediğim gibi ilk önce toprak, sonrasında ahşap ve en son da taş olarak düzenlenmişti basamaklar. Ama büyük olasılıkla seyirciler yanlarında minder getiriyor olmalıydılar tiyatroya gelirken. Şunu da söylemek gerekir ki Antik Yunan tiyatroları 3'leme şeklinde yazılıp oynanırdı. Yani bir yazar 3 ayrı oyununu peş peşe sunardı. Bazen festivallerde filan adeta bir yarışma şeklinde bir çok yazarın oyunları sergilenirdi ve bu performans gün boyu sürerdi. Tabi gün boyu taşa oturmak en azından cırcır olmayı garanti edeceğini düşünerek de seyircilerin evlerinden minderler getirdiklerini tahmin edebiliriz.

Atina Dionysos Tiyatrosu'nda kim, nerede oturacak...

Tiyatrolarda gezerken oturma sıralarında sık sık yazılarla da karşılaşırız. Bunlar o sırada kimlerin oturacağına dair yazılardır. Örneğin, "Bu sırada Artemis rahibeleri oturacak" ya da "Şu köyden gelenler bu sırada oturacak" gibi. Ayrıca en önde veya ön ortalarda önemli kişilere ayrılmış yerler de olabiliyordu. Bunlar bazen koltuk biçimi verilmiş oturma yerleri bazense üstü bezle kapatılarak güneşten korunmuş yerlerdi. 

Priene Tiyatrosu'ndan en önde özel koltuk. Büyük olasılıkla Dionysos rahiplerine ayrılmıştı.
Bazen sosyal medyada "protokol" sözcüğünün öndeki göt anlamına geldiğine dair vulgar yorumlar okuyorum ama yok, öyle değil arkadaşlar. "Pro" ön demek tamam ama "kollon" yapıştırılan şey demek. Yani protokol öne yapışan, önde duran gibi çevrilebilir (web2). Bugün protokolde oturanlara dair görüşünüzü bilemem ama olayın götle ilgisi yok. :)

Yunan tiyatrolarının mask şeklindeki giriş biletlerine örnekler. 
Gelelim Roma'ya. Klasik dönemin başında ahşap olan tiyatrolar dönemin sonuna doğru yani MÖ 5. yüzyılın sonlarında artık taşa geçmişti. Helenistik dönemde de özellikle skeneler iyice büyümüş, taştan yapılar haline gelmişti. Oyunlar da artık sadece 1 aktör ve koro ile değil birden çok aktör ile oynanmaktaydı ve koro, dolayısıyla orkestra yavaş yavaş önemini kaybedip skene ön plana çıkmaya başlamıştı. Roma ise herşeyi olduğu gibi Tiyatroyu da Yunan'dan alıp bambaşka bir şeye çevirdi.

Perge'nin müthiş tiyatrosu

Öncelikle Roma'nın kemer, tonoz ve kubbe kullanımı ile betonu icadı inşaat olanaklarını bambaşka bir noktaya taşıdı. Tiyatro ölçeğinde bakacak olursak artık doğanın eğimine mahkum değillerdi. İstedikleri yerde tonozlu altyapılar kurarak eğimli yüzeyler inşa edebiliyorlar dolayısıyla düz alanlarda bile tiyatro yapabiliyorlardı. Ayrıca Yunan'dan kalma küçük tiyatroları da hemen tonozlu altyapılar ekleyerek büyütmeye başladılar.

Yine iki tiyatronun karşılıklı birbirine eklenmesi ile elde edilen Amfitiyatrolar da bir Roma icadı idi. Tabi bu mekanlar tiyatro oyunları için değil daha çok gladyatör dövüşleri ve benzeri gösteriler için kullanıldı.

Evet, doğru sözcük bu: GÖSTERİ. Yunanlıların amacı tiyatroyu, Romalılarınki ise gösteri.

Hatta tiyatroları da hem oyunlar için hem de gladyatör dövüşleri ve diğer gösteriler için kullanmaya başladılar. Tam da bunun için yapısal bir revizyon kaçınılmaz oldu. Yunan tiyatrosunda orkestraya kadar inen cavea Roma tiyatrosunda artık orkestradan 1 metre kadar yukarıda bitmeli idi. Çünkü gladyatörler veya vahşi hayvanlar seyircilere zarar verebilirlerdi. Dolayısıyla bugün böyle bir kademe farkı gördüğümüzde tiyatronun Roma dönemine ait olduğunu ya da en azından Roma döneminde bir revizyon geçirdiğini anlıyoruz.
Miletos Tiyatrosu. Orkestra ile Cavea arasındaki kot farkına dikkat. Neden? Çünkü gladyatördür, hayvandır atlamasın seyirciye diye. Ayrıca şu önde kalan iki sütun da ayrıcalıklıların oturma yerlerini örten gölgeliğin ayakları.

Ancak Romalılar sadece dejenere ettiler dersek haksızlık etmiş oluruz. Örneğin yukarıda değindiğimiz ünlü Romalı mimar Vitruvius hem Yunan tiyatrolarını detayları ile incelemiş ve eserinde bize aktarmış hem de yeni tiyatro inşa edilirken özellikle akustik açısından nelere dikkat edilmesi gerektiğini anlatmış. Detaylı bilgi için kaynakçadaki esere başvurmanızı öneririm.

Vitruvius'tan tiyatro tarifi...

Bir diğer gelişme de skene yani sahne yapılarında oldu. Yunan'ın basit sahne yapıları Roma döneminde caveanın en üst kotuna kadar yükselerek gösterişli yapılar haline geldi. Böylece seyircilerin dış mekanla, günlük yaşamla ilişkileri kesilerek tamamen sahnede ve orkestrada olan bitenin büyüsüne kaptırması sağlanmış oldu. 

Aspendos Tiyatrosu'nda sahne

Son olarak Yunan teknolojisi şüphesiz tiyatroların üstünü örtmek için yetersizdi. Roma buna kısıtlı da olsa bir çare üretti. Yelken bezleri ve halatlarla kurulan sistemler tiyatroların üstlerini kısmen örterek güneşe ve yağmura karşı bir miktar koruma sağlayabiliyorlardı.

Aspendos Tiyatrosu sahne kesiti ve üst örtü sistemi (Roth, 2000).

Ve yine inşaat teknolojisinin gelişimine bağlı olarak Romalılar iki tiyatroyu karşı karşıya birbirine ekleyip Amfitiyatroları ortaya çıkardı. Tabi bu durumda sahne binaları ortadan kalkıyor, ortada kocam bir ARENA yani kum yüzey kalıyordu. Zaten artık amaç ne tanrıları ululamak ne de sanattı. Amaç kalabalıkları eğlendirecek kanlı gösterilerin düzenlenmesi idi.

Amfitiyatroların en ünlülerinden biri olan Coloseum hakkında yazdıklarımı şuradan okuyabilirsiniz:

https://arkeogezi.blogspot.com/2018/11/colosseum-yani-aslnda-ad-o-degil-ama.html


Colosseum Amfitiyatrosu.


KAYNAKLAR

Claudia Guerrini, 2017, Yunan Tiyatrosu, içinde: Antik Yunan, ed: Umberto Eco, Alfa.
Egon Friedell, 1999, Antik Yunan'ın Kültür Tarihi.
R. E. Wycherley, 1993, Antik Çağda Kentler Nasıl Kuruldu?
Leland M. Roth, 2000, Mimarlığın Öyküsü.
William Bell Dinsmoor, 1975, The Architecture of Ancient Greece.
A. W. Lawrence, 1962, Greek Architecture.
Vitruvius, 1990, Mimarlık Üzerine On Kitap.


web1 : http://back-to-our-future.org/results-entry/the-ancient-greek-theatre.html
web2 : https://www.nisanyansozluk.com/?k=protokol

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder