Sanat tarihçileri duymasın.
Önce miti özetleyelim. özetleyelim diyorum çünkü Yunan mitlerini hakkıyla her şeye, her yan öyküye değinerek anlatmaya kalksak kitaplar yazmak zorunda kalırız. Dolayısıyla benim yapacağım bir çok farklı versiyondan bir tanesini seçip elimden geldiğince detayları atlamadan kaynaklardan yararlanarak miti derlemek. Bunun için iki güzel eseri temel aldım. Birincisi Robert Graves'in Yunan Mitleri, ikincisi ise Şefik Can'ın Klasik Yunan Mitolojisi kitabı. Başlayalım:
Adı Anılmayası Hades Kimdir
Hades (Roma mitolojisinde Pluton) aslında Yunan Pantheonu'nun zirvesindeki 3 isimden biridir. Mitlerde genellikle Zeus ön plana çıksa da Poseidon ve Hades de çoğu zaman köken ve güç bakımından Zeus'a eş tutulur. Zira üçü de aynı ana-babadan, Kronos ve Rheia'dan doğmuşlardır. Ancak tabi çocuklarını doğduğu anda (kendi iktidarını tehdit etmesinler diye) yutan Kronos'u mağlup edip kusturarak kardeşlerini babalarının midesinden kurtaran Zeus, bir adım önde olmayı hakeder.
Poseidon da fena değildir mitlerde yer alma konusunda. Denizlerde 3 dişli yabasıyla artis artis gezinir, Minotauros efsanesinde önemli bir rolü vardır, Troya Savaşı'nda Yunanlıları tutar ve "tahta atı içeri almayın" diyen rahip Lakoon'u gönderdiği deniz canavarları ile iki oğluyla birlikte öldürür. Hatta bazıları Poseidon'un Troya Savaşı'nda sanıldığından daha belirleyici olduğunu iddia ediyor. Neyse, uzun hikaye, sonra anlatayım. Ama şu ipucunu vereyim, Atlar Poseidon'un hayvanlarındandır... ANLAYANA... :)
Kronos'a karşı zafer kazandıktan sonra dünyayı bu 3 baş tanrı kendi aralarında bölüşür. Engin denizler Poseidon'a, mavi gök ve bulutlar Zeus'a, kasvetli yeraltı ise Hades'e düşer. Evet, Hades'in biraz hakkının yendiğini düşünebilirsiniz, o da öyle düşünür...
Hades yeraltına ve orada olduğuna inanılan ölüler diyarına hükmederdi. Bu arada Hades gem tanrının adı, hem de egemenliğindeki yeraltı ülkesidir. İnsanlar öldükten sonra ruhlarının Hades'e yani bu yeraltı ülkesine gittiğini ve sonsuza kadar orada Hades'in emrinde soluk bir hayalet olarak gezinmeye devam ettiklerine inanılır.
Dolayısıyla Hades, Antik dünyada çok da hayırla söz edilmeyen hatta hakkında konuşulmaya biraz çekinilen bir tanrı idi. Yani bu gün Azrail hakkında atıp tutmayı herhalde pek tercih etmediğimiz gibi bir durum söz konusu idi. Tabi bu bir benzetme. hades ile Azrail arasında pek bir benzerlik yok. Aslında Azrail daha çok Hermes'e benziyor. Çünkü yeryüzünde vadesi dolan ruhları Hades'e götürme işi Hermes'indi.
Neyse, işte bu nedenlerden olmalı ki, Zeus ve Poseidon yüzlerce mitte fink atarken Hades çok fazla ortalarda görünmez. Onun en bilinen miti ise birazdan anlatacağım, açıkçası gelinin fikrini pek sormadan kendisine eş olarak seçtiği Persephone ile yaşadıklarıdır. Persephone'nin yeraltına kaçırılışı Antik dünyanın mevsimleri, doğanın uyuyup uyanması döngüsünü ve uzun süren kuraklıkları açıklamak için kullandıkları müthiş bir mitti.
Gerçi bu mit de diğerleri gibi büyük olasılıkla Yunanlıların icadı değil, Mısır ve Yakın Doğu'dan aparttıkları bir öyküyü Yunanlılaştırmaları idi. Zira Yunan'dan çok daha eski uygarlıklar olan Mısır ve yakın Doğu'da doğanın uyuyup uyanmasını açıklayan çok benzer mitlere rastlamak mümkündür. Ama biz şimdi konuyu dağıtmayalım, Hades'le Persephone'ye dönelim.
Persephone (Kore) Yenge
Persephone (Kore) Yenge
Antik Yunan mitolojisinde tanrıların kovalamadıkları kadın neredeyse yoktur. Özellikle Zeus yani neyse... Apollon'un Daphne'ye ettiklerini daha önceki bir yazıda anlatmıştım. Kaynaklarda bulabilirsiniz. Yunan tanrılarının bu çapkınlık meselelerini ve özellikle karşısındakinin rızasını almaya gerek duymamalarını aslında araştırmak lazım. Kadının eve hapsedildiği, ağır erkek egemen Erken Bronz Çağı toplumlarında tecavüzün sık rastlanan bir durum olduğunu tahmin ediyorum. Belki de tanrıların bu kadar tecavüze yatkın olmalarının nedeni bu insanların yansıtma yoluyla kendi suçlarını onlar üzerinden akladığı bir pratikti. Belki tanrıların benzer eylemleri ile kendilerini temize çıkarmak istiyorlardı. Tanrıçaların da şüphesiz gönül ilişkileri vardı ancak onlar genellikle karşı tarafın rızası gerçekleşiyor ve çoğu durumda ölümlü erkeğin bir şekilde mahvolması ile sonlanıyordu. Bunu yorumlamak güç işte. Acaba bunlar da daha eski anaerkil toplumun kalıntıları mı?
Neyse, güzel dağıttık konuyu, toparlayalım.
Persephone ya da diğer adı ile Kore ya da Roma mitolojisindeki Proserpina, tarım ve bereketin tanrıçası Demeter'in kızıdır. Demeter bu kıza Zeus'un bir başka çapkınlığı sonucu hamile kalmıştır. Al işte... Rahat durmuyor adam.
Güneşli güzel bir günde Persephone ve diğer peri arkadaşları yeşil çayırlarda çiçek toplayıp eğleniyorlardı. Kendini doğanın ve çiçeklerin güzelliğine kaptıran Persephone zamanla arkadaşlarından uzaklaşır ve ıssız bir yerde son derece gösterişli bir çiçeğe rastlar. Tam bu çiçeği koparacakken...
Burada bir flash back yapalım. Yeraltı Tanrısı Hades yalnızlıktan usanmış ve kendisine bir eş bulmayı kafasına koymuştur. Ancak hiç bir kadının kasvetli yer altına kraliçe olarak bile olsa kendi rızası ile gelmeyeceğini de bilmektedir. O zaman der ki, "lan madem Yunan tanrısıyım, neden zorla birilerini kaçırmıyorum?" Ve evet... Persephone'nin yoluna o eşsiz çiçeği çıkarır.
Tam Persephone çiçeği koparacakken yer yarılır ve dört görkemli atın çektiği arabasıyla yeraltı tanrısı Hades ortaya çıkar ve kızı kaptığı gibi tekrar yeraltına çekilir.
İşte bu an sanatta sıklıkla kendisine yer bulmuştur. Tabi olayın trajik yönü, kaçırılmanın müthiş dinamizmi, Hades'in görkemi, Persephone'nin korkusu vs... hem ressamları hem de heykeltraşları cezbetmiş olmalıdır. Bernini'ye gelmeden bir kaç başka örnek görelim:
Dediğim gibi bu konuyu işleyen çok fazla ressam var ama ben ilk olarak çok sevdiğim bir Antik dönem duvar resmini koymak istedim:
Tam Hades yeraltına doğru yöneltmişken arabasını Persephone korkunç bir çığlık atar ve bu çığlığını annesi tanrıça Demeter duyar. Kızının başına kötü bir şey geldiğini anlayan tanrıça panik ve üzüntüyle her yerde kızını arar ancak bir türlü bulamaz. Herkese sorar ancak bir yanıt alamaz. Son çare olarak herşeyi gören güneşe hükmeden Apollon'un kapısını çalar. Apollon ona der ki:
"Demeter, kalbini yakan ızdırap ateşini biliyorum. Duyduğun sonsuz kederin büyüklüğünü anlıyor ve bundan ötürü sana acıyorum. Ne yazık ki, senin felaketine Hades sebep olmuştur. Çünkü o, senin kızını beğendi ve kaçırdı. Baştanrı Zeus da onun kendi kardeşi olan cehennemler tanrısının karısı olmasına müsaade etti. Artık senin güzel kızının yüzünü hiçbirimiz göremeyeceğiz. Artık o, bundan sonra Persephone adını alarak daima cehennemlerde kalacak, cehennemler kraliçesi olacaktır. İşte Baş-Tanrının takdiri budur."
Bunun üzerine Demeter o denli üzüldü ve Zeus'a sinirlendi ki tanrıların diyarından, Olympos'tan ayrıldı ve yaşlı bir kadın kılığına girerek yeryüzünde gezmeye başladı. Tanrıçanın bu üzüntüsü ve sorumluluğundaki güçleri önmsememsi nedeniyle tahıllar bitmez, ağaçlar meyve vermez oldu. Dünyada korkunç bir kıtlık hüküm sürmeye başladı. İnsanlar açlıktan kırıldıkça, tanrılara bitkilerin tekrar çoğalması ve meyve vermeleri için dualar etmeye adaklar adamaya başladılar. İnsanların bu haline üzülen Zeus (hayret, Zeus'un insanları düşündüğü, onlar için endişelendiği nadir görülür aslında) Demeter'in tekrar tanrılar alemine dönmesi ve doğayı uyandırması için çare düşünmeye başladı.
Önce haberci tanrıça İris'i Demeter'e göndererek ondan inadından vazgeçmesini rica etti. Ancak Demeter'in bu öneriye yanıtı olumsuz oldu.
Bunun üzerine Zeus haberci tanrı Hermes'i Hades'e gönderdi ve ondan açlıktan kırılan insanlara acımasını, Persephone'yi yeryüzüne geri göndermesini istedi. Ayrıca Demeter'e de bir mesaj göndererek "Kızına tekrar kavuşabilirsin, dua et k o ölüm meyvesini (nar tanesi) yememiş olsun" dedi.
Hades baştanrının ricasını ancak bir şartla kabul etti. Persephone yılın üçte ikisini yeryüzünde annesiyle, üçte birini yeraltında Hades'le geçirecekti (bazıları yarı yarıya der). Ve Persephone'ye de ancak bu şartı kabul ederse ve armağan ettiği nar tanesini yerse yeryüzüne çıkabileceğini söyledi.
Neyse, taraflar şartlarda anlaşınca Persephone yeryüzüne geri döner ve Demeter de tüm ekinlerin yeşermesine, ağaçların meyve vermesine izin verir. Doğanın yılın üçte birinde yani kışın uyumasının nedeni Persephone'nin Hades'in yanında olması nedeniyle annesi Demeter'in üzüntüsüdür. Persephone annesinin yanına dönünce bahar gelir ve yılın üçte ikilik bölümünde doğa uyanır.
Antik mitlerin eski toplumların yaşantılarındaki izlere dair müthiş tespitleri olan Robert Graves bu mitle bağlantılı olarak şu gelenekleri örnek veriyor:
Bazı toplumlarda "Kadın kılığındaki mısır kuklalarının sonbaharda hasatlanmış tarlalara gömülmesi ve ilkbaharda tarlalardan çıkarıldıklarında filizlenmeye başladıklarını konu alan ritüeller de Kore'nin (Persephone'nin) mitine dayandırılmıştır. Helenistik Çağ öncesine ait olan ve erkeklerin bir höyükten kazmalarla ya da Toprak Ana'nın kafasını baltalarla açarak Kore'yi yeryüzüne çıkarmalar' şeklinde vazoresimlerinde tasvir edilen bu gelenek kırsal bölgelerde varlığını Klasik Çağa kadar sürdürmüştür."
Bu arada ilginç bir yan öykü de anlatalım. Persephone her ne kadar kendi rızası ile Hades'e eş olmadıysa da kocasını kıskanır, yediği "nane"leri burnundan getirirdi. Örneğin Hades yeraltında akan "ızdırap nehri" Kokytos'un perisi Menthe'ye gönlünü kaptırmıştı. Bunu öğrenen Persephone (adından çağrışım: tersi pistir) Menthe'yi yakalayarak ayakları altında ezerek işkenceyle öldürmüştü. Sevgilisinin durumuna üzülen Hades onu "nane" bitkisi olarak yer yüzüne çıkardı... Evet, menthol, mint vs... sözcüklerinin kökeni yasak aşk kurbanı olan peri kızı Menthe.
Evet, miti anlattıktan, sanattaki yansımalarına kısaca baktıktan sonra sıra geldi kaçırılma anının Bernini'nin elinden taşa yansımış haline bakmaya. Önce kısaca Bernini'ye ve Barok sanatın özelliklerine değinelim.
Bernini Hades'i her zaman olduğu gibi sakallı ve yeraltının kralı olduğunu belirten tacı ile birlikte tasvir etmiş. Kaslı vücudu yaptığı hareketin etkisi ile bükülmüş. Tüm ağırlığını sol ayağı taşıyor. Diğer ayak arkada kalmış ve yere narin bir şekilde değiyor. Persephone ise Hades'le tezat oluşturacak biçimde pürüzsüz bir vücuda sahip. Bir elinin bileğinin içi ile Hades'in kafasını iterken vücudunun üst bölümünü de ondan uzaklaştırmaya çalışıyor. Sanki ondan iğrenir gibi ne dokumak ne de görmek istemiyor Hades'i. |
Gian Lorenzo Bernini
1598-1680 yıllarında yaşayan İtalyan heykeltraş Gian Lorenzo Bernini heykeltraşlığının yanısıra ressamlığı ve mimarlığı ile de bilinir. Zaten biliyorsunuzdur, bu dönemlerde İtalya'da yaşayan sanatçıların 10 parmağında 10 marifet oluyor. Sanatın her alanında hatta Leonardo gibi bazen mucitliğe kadar varan geniş ilgi alanları oluyor bu arkadaşların. Bu kişiler için üretilmiş bir terim de var: "Rönesans Adamı". Bugün de bir çok sanat dalında etkin olan kişileri nitelemek için kullanılır arasıra bu terim.
Gian Lorenzo Bernini. Kendi portresi, 1623 civarı. Kaynak: web5. |
Şimdilik ressamlığını ve mimarlığını bir yana bırakıp heykeltraşlığına biraz eğilelim Bernini'nin. 17. yüzyılın ilk yarısı Barok olarak adlandırılan bu dönemde heykel sanatına bakacak olursak Rönesans'ın dengeli, durgun ve duygudan yoksun, idealize edilmiş formlarına tezat biçimde dinamik, duyguların dışavurulduğu bir eğilim görmek mümkün. Figürlerin sanki durup poz veriyormuş gibi biçimlendirildiği Rönesans'a karşın Barok heykel bir hareket anını, figürlerin kendilerini yaşadıkları ana kaptırdıkları ifadeleri tercih eder.
Barok sanatta figürler poz vermez, o anı yaşarlar... |
Ben derste bu dönemleri anlatırken genelde Rönesans için "SELFİ", Barok için "HABERİM YOKMUŞ GİBİ ÇEK" örneğini veririm daha kolay akılda kalsın diye. Yani resimde de heykelde de Rönesans figürleri "gerçek hayatta", o anda değillerdir. Sanatçı için ideal duruşlarını sergilerler. Yani selfi çekilir gibi. Tamam, bakış yandan değil, dudaklar da büzük değildir her zaman ama mantık aynı. Barokta ise figürler resimlerinin ya da heykellerinin yapıldığının farkında bile değillerdir. Yani haberleri yoktur sanki. O anı yaşıyorlardır. O anın bütün dengesizliği ve duyguları vücutlarına, yüzlerine yansır.
Barok sanatçılar da bu etkileri arttırmak için Daphne'nin ağaca dönüşmesi, Persephone'nin kaçırılma anı gibi ekstremum anları konu olarak almayı çok severler.
Bernini'nin üç ünlü heykeli. Rahibe Teresa'nın kendinden geçiş, Apollon ve Daphne, Persephone'nin kaçırılışı. Üçü de ekstremum anları konu alır ve yoğun bir hareket ile duygusal dışavurum içerir. |
Tekrar Hades ve Persephone heykeline dönecek olursak, Bernini bu heykeli 1621-22 yıllarında yapar. Sadece 23 yaşındadır. İnanılır gibi değil...
Öncelikle şunu kabul etmek gerekir ki Bernini'nin yaptığı normal bir şey değil. Heykeli ne yazık ki canlı görme fırsatım olmadı ama fotoğraflardan bile istisnai bir eserle karşı karşıya olduğumuzu anlamak zor değil. Özellikle Persephone'nin yüzü, gözyaşları, saçları ve Hades'in Persephone'yi kavrayan ellerinin Persephone'nin bacakları üzerindeki etkisinin mermere yansıması akıllara zarar bir ustalık içerir. neredeyse eserin mermerden yani sert taştan olduğunu unutturur bize.
Kabul edelim, normal bir yetenekle karşı karşıya değiliz. Bernini burada taşa etin yumuşaklığını, derinin esnekliğini veriyor. |
Aslında Bernini tam da bunu yapmayı sever. Mermere aktarılması en zor olan şeyleri aktarmak ister. Gözyaşını örneğin, ya da etin yumuşaklığını, uçuşan kıyafetleri... Eh zaten Barok sanat da izleyice sakin ve ağırbaşlı bir estetik tatmin veren Rönesans'tan farklı olarak izleyiciyi şaşırtan, büyüleyen, coşturan bir etkinin peşindedir.
Hades'in kapı bekçisi üç başlı köpek Kerberos'un iki kafası etrafı kollarken diğeri tehditkar biçimde havlıyor. Kaynak: web4 |
Evt, böylece hastası olduğumuz Bernini'nin bir heykelini daha öve öve bitiremedik. Daha sonra bi' ara mimarisine de bakalım şu çocuğun... Adam 23 yaşında yapmış bunu yaa... Hala inanamıyorum. Lan 23 yaşında ben... Neyse...
Kaynaklar
Robert Graves, Yunan Mitleri
Şefik Can, Antik Yunan Mitolojisi
Apollon-Daphne meselesi için: https://arkeogezi.blogspot.com/2020/03/apollon-ve-daphne.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder