2 Mayıs 2021 Pazar

Beyt’ül Hikme ya da Bilgelik Evi

Bu yazıda İslam dünyasının altın çağındaki bir kurumdan, Beyt’ül Hikme’den bahsedeceğim.

Bugün İslam coğrafyası özellikle Batı dünyası ile karşılaştırıldığında büyük oranda cehaletin ve ataletin ürettiği, yozlaştırıcı bir sisle kaplanmış gibi görünür. Bu durum kimi zaman İslam dininin etkisi, kimi zaman onun yanlış yorumlanışı/yaşanışı kimi zamansa ondan bağımsız olarak iklim gibi doğal verilere dayanılarak açıklanmaya çalışılır.

Konunun uzmanı olmamakla birlikte benim düşüncem ikincisine daha yakın. Yani "gerçek İslam bu değil"cilik. :) Böyle deyince de bir çok saçmalığı meşrulaştırmış gibi hissettim kendimi. Bir parantez açayım, bir çok konuda böyle düşünmüyorum, yani evet, o gördüklerinizin çoğu "gerçek İslam". 

Neyse, bu konudaki düşüncemin en önemli dayanaklarından birisi tarihin bazı dönemlerinde aynı dine inanan ve aynı iklimde yaşayan bu toplumların o zamanlardaki Batı dünyasından yani Avrupa'dan çok daha gelişmiş bir uygarlığa, ileri bir bilimsel düzeye sahip olmaları. Bu yazıda bunun bir örneği olarak Abbasi döneminden ama özellikle o dönemin simge kurumlarından biri olan Beyt’ül Hikme’den bahsedeceğim.

Abbasi döneminde kurulan ve neredeyse İskenderiye Kütüphanesi ile kıyaslanacak kadar önem taşıyan bir kurum olarak anılan Beyt'ül Hikme, sadece bir kütüphane değil bir çok farklı alanda bilgi ve düşünce üreten bilim insanının toplandığı bir odaktı. Peki İslam dünyasında böyle bir odak nasıl var oldu ve daha önemlisi nasıl yok oldu? Bunu anlamak için önce erken İslam tarihine bakmamız gerekiyor.  

Abbasi Kütüphanesi'ndeki (herhalde Beyt'ül Hikme kastediliyor) alimler. El Hariri makamatı, Yahya ibn Mahmud el-Vasıti illüstrasyonu (1237) (3). 
Yalnız kitaplık IKEA'dan galiba...