8 Mayıs 2019 Çarşamba

Aspendos, Aşk ve Konglomera

Aspendos hep tiyatrosu ile anılır. İnşası ile ilişkilendirilen -ne kadarı doğru bilemediğimiz- hikayesi de güçlendirir bu algıyı. Ama sadece tiyatrosu ile sınırlı kalmak Aspendos’a haksızlık etmek olur.

Aspendos aslında oldukça gelişmiş bir Pamphilia kenti. Bugünkü Antalya körfezinin etrafına dizilmiş, birbirleri ile rekabet halindeki ve başlıcaları Termessos, Perge, Sillyon, Side, Selge olan kent dizisinin içerisinde bir kent. Bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay -Antik Eurymedon- yakınlarında kurulmuş olan kent bu akarsuyu hem günlük ve tarımsal faaliyetlerinde hem de Akdeniz'e açılmayı sağlayan bir su yolu olarak kullanıyordu. Böylece hem denizden güvenli bir mesafede bulunup hem de deniz ticareti yapabiliyordu. Deniz Antik dünyada çok önemli idi. En önemli avantajı şüphesiz ticaretin deniz yolu ile yapılmasının kolaylığı idi. Ancak denize çok yakın olmak da özellikle korsanların veya düşman filolarının ani saldırılarına açık hale getiriyordu kentleri. Dolayısıyla hem deniz ticareti yapabilecek bir su yoluna sahip olmak hem de denizden güvenli bir mesafede olmak ideal şartları sağlıyordu Aspendos için. 



Pamphilia kentlerinden 3'ü. Fotoğrafa girememişler ama, biraz solda Termessos, biraz sağda Side, Sillyon ve Selge var.
Antalya'nın 40 km. doğusunda ve denizden 16 km. içerdeki antik kentin yunan geleneğine göre, MÖ 1.000 yıllarında Mopsos liderliğindeki Argos’lu kolonistler tarafından kurulduğu rivayet edilir. Arkeologlarsa MÖ 800 civarına, Hititler zamanına tarihlenen kalıntılara rastlamışlardır. Ancak muhtemelen Yunanlar gelmeden önce Aspendos’ta yerli, yerleşik bir halk bulunmaktaydı. Yunanların gelmesiyle birlikte yerleşim gelişmiş ve bir kent karakteri almış olmalıdır.

Sikkelerden öğrendiğimize göre MÖ 5. ve 4. Yüzyıllarda Aspendos “Estwediya” olarak bilinmekteydi. Bu isimlendirmenin Adana yakınlarındaki Karatepe’de bulunan Hitit hiyeroglif yazıtlarında adı geçen Kral Asitawada ile ilişkilendirilir (web1).

Kentin Antik dönemdeki en önemli gelir kaynakları ithal ettiği tuz, zeytin yağı ve yündür. Ayrıca bu kentte yetiştirilen atların da Antik dönemde çok meşhur olduğu söylenir.

Kenti gezmeden önce yazının başlığına da ilham veren hikayeyi anlatalım.

Aspendos kentinin kralının, (falso burada başlıyor. MS II. yüzyılda ne kralı?) ya da yöneticisinin, işte her neyse, onun güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Doğal olarak da kızın bir sürü talibi. Kral kızını evlendirmek, taliplerin arasından en uygununu seçmek için demiş ki, “Kim kentimize ve halkımıza en yararlı işi yaparsa, kızımı ona vereceğim.” Bu meydan okumadan sonra muhtemelen bir çok talip işe girişmiş olmalı ama en iddialı olanlar ya da belki finale kalanlar diyelim iki kişi imiş, ki bazıları bu iki kişinin ikiz olduklarını da iddia eder.


İkizlerden biri, kente uzak kaynaklardan kanallar ve su kemerleri yaparak içme suyu getirmiş. O dönemler şüphesiz kentlerin en büyük ihtiyacı temiz su idi. Hem içmek hem de tarım için, ama belki daha da önemlisi hijyen için temiz suyun önemi büyüktü. Tıp ilminin günümüzden çok daha kısıtlı teşhis ve tedavi yöntemleri ile o dönemlerde en korkulan şeylerden biri de salgın hastalıklar, özellikle de veba idi. Böyle düşününce su kemerlerinin önemi anlaşılıyor hemen. 


Yarışmada ikinciliği alan eser, su kemerleri...
Kral da "adam kente su getirdi abi, daha ne yapsın" diyerek kızını bu delikanlıya vermek üzereyken bir de hadi ayıp olmasın diye diğer kardeşin kent için yaptığı tiyatroya da bakalım demiş. Mimar Zenon ‘un inşa ettiği tiyatro da -detaylarını aşağıda değineceğiz- oldukça etkileyici imiş. Ama tam kral su kemerlerin mimarına kızı vermeye karar vermiş, en üstteki tonozların olduğu alanda gezinirken sahnedeki Zenon “ah, keşke kral kızını bana verse” diye neredeyse fısıldarcasına iç geçirmiş. Aradaki mesafeye rağmen net bir şekilde bu iç geçirişi duyan Kral tiyatronun muhteşem bir akustiğe sahip olduğunu görerek fikrini değiştirmiş. Daha doğrusu iki eserin de olağanüstü nitelikte olduğuna karar vermiş ve şöyle bir karara varmış; kızı ortadan ikiye bölelim ve her iki mimara da bir yarısını verelim. 

Evet, olabildiğince saçma bir öneri ama tabi şöyle bir duruma yol açıyor; Zenon bu öneriyi kabul etmiyor ve kızın ikiye bölünmesindense rakibinin evlenmesini kabul edeceğini söylüyor. Kral da kızının ölmesindense rakibiyle evlenmesini kabullenen Zenon’un kızını gerçekten çok sevdiğine kanaat getirip onunla evlenmesine karar vermiş. Yani tek parça olarak.

Tabi bu peri masalında bir sürü soru işareti var. Bir tarihçi olarak doğruluğunu yanlışlığını bir kenara bırakıyorum, eh dedik işte, peri masalı bu. Hatta içinde 1001 gece masallarını hatırlatan tınılar da var. Bi ara bakayım, öyle hissediyorum ki çok benzer bir masalı orada da bulacağız.

Neyse, kafama takılanlar, su kemerlerini yapan mimar ne diyor bu işe? Ona hiç söz hakkı tanınmıyor. Onun “tamam, kesin yarısını verin bana” dediğini hiç zannetmiyorum. Bir de daha zor bir soru, “ya benimsin ya kara toprağın” mı daha büyük bir aşkı gösterir yoksa “aşık gibi sevmezsen, kardeş gibi sev beni” mi daha büyük bir aşktır?

Zor soru. Tabi, kimse kimseyi öldürmesin o ayrı da, aşık olduğunuz kişinin burnunuzun dibinde başka birisi ile mutlu mesut bir hayat yaşamasına razı olabilir misiniz? Ya da tam tersi, sevginizin uğruna neler yapabilirsiniz? Herkesin aklına en yüce şeyler gelir bu sorunun yanıtı olarak. Peki en adi, alçakça şeyleri de yapabilir misiniz? Kendinizi yüceltmek mi, alçaltmak mı kanıtlar aslında sevginizi? Galiba Eşkiya filminde de bunun sorgulandığı bir alt tema vardı.

Haydaaa nereye geldik. Bunlar meşakkatli konular, biz yine güzel güzel Aspendos’u gezelim.

Bu arada Aspendos’un Antik tiyatrosu ve su kemerlerinin 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındığını da ekleyelim. UNESCO kralın kızı hikayesini gözönünde bulundurarak mı iki eseri birlikte aldı listeye bilmiyorum.


Aspendos kent planı ve gezi güzergahı. (Kaynağı not etmemişim, bulunca ekleyeceğim)
Kenti gezmeye bugün hemen görkemli Antik tiyatronun önündeki otopark’tan başlıyoruz. Şüphesiz zamanında böyle değildi. Kente nekropolis yani mezarlıkların içinden geçip, surların kapılarından birinde iyice sorguya çekildikten ve muhtemelen yakınındaki bir hamamda yıkandıktan sonra dahil oluyorduk. Ama bugün bu deneyimlerden uzağız. Hemen tiyatro ile başlıyor gezimiz.


Aspendos hava fotoğrafı. Önde tiyatro, hemen sağında stadyum ve yukarıda agora.

Tiyatro
Aspendos tiyatrosu Anadolu'daki en büyük tiyatrolardan bir tanesi. Ancak büyüklüğü kadar günümüze iyi durumda kalması da etkileyiciliğini arttırıyor. Hemen yakınındaki Perge tiyatrosu gibi bu tiyatro da zamana Ege’deki tiyatrolardan daha iyi dayanmış gibi. Ege-Akdeniz kentlerinin korunmuşluk durumlarına dair tarihi ve coğrafi düşüncelerimi başka bir yazıda -galiba Perge’de- paylaşmıştım. Bunun nedeni kısaca, buralarda daha az deprem olması ve günümüze daha yakın, daha iyi teknoloji ile inşa edilmeleri olarak özetlenebilir.

Bazı kaynaklar bu tiyatronun İtalya dışında en iyi durumda kalmış Roma tiyatrosu olduğunu iddia ediyorlar.

Tiyatrodan görüntüler. Solda tonozlu paradustan orkestra'ya çıkış, ortada orkestra ve sahne, sağda cavea, yani oturma sıraları ve üstündeki auditorium.

15.000-20.000 kişilik tiyatro, Theodoros’un oğlu mimar Zenon tarafından MS. 155 yılı civarında İmparator Marcus Aurelius (ki kendisi filozof imparator olarak da bilinir) zamanında inşa ediliyor. Tiyatronun, girişin iki anında Grekçe ve Latince yazıtlardan Curtius Crispinus ve Curtius Auspicatus adlı şehrin zengini iki kardeş tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Tabi şimdi bu durumda bizim peri masalı ne olur bilmiyorum...

Tiyatroya sahnenin iki yanındaki paradus denen ve bu örnekte üstleri tonoz ile örtülü geçitlerle giriliyor. Bu geçitler orkestra alanına açılıyor ve buradan merdivenlerle oturma alanlarına çıkılıyor.

Sahne binası oldukça görkemli. Oturma alanı yani caveanın yüksekliğine varan sahneyi bir de özgün mermer kaplaması, heykelleri ve rölyefleri ile hayal ederseniz müthiş bir yapı ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.


Sahne binasının özgün durumu (web4).
Tiyatronun caveası yani oturma alanı enine bir yolla (diazoma) üstte 20, altta 21 sıra kalacak biçimde ikiye ayrılmıştır. En üstte tonozlarla örtülü, caveayı çevreleyen ve sonlandıran bir gezinti yolu yani auditorium yer alır.

Caveanın üstünün ahşap dikmeler, halatlar ve bezlerle kurulan bir sistemle kısmen örtüldüğü de biliniyor.


Tiyatronun planı (web4)
Tiyatro, yakın zamanda restore edilirken cavea’daki bazı oturma sıralarının yenilenmesi ve yeni mermerlerin göze batması nedeni ile gündem olmuştu. Ancak restore ekibin açıklaması, Antik tiyatro’da kullanılan özgün mermerin geldiği ocakların tespit edildiği ve yeni parçalar için de bu yeni ocakların yakınından malzeme elde edildiği, eski mermerlerin binyıllarca maruz kaldıkları iklim şartları nedeni ile renklerinin değiştiği ve yavaş da olsa yeni mermerlerin de zamanla renklerinin değişeceği yönünde idi. 

Açıkçası bana mantıksız gelmedi. Bu konuda restorasyon ilkeleri şunu söyler: "Yeni kullanılacak malzeme yakından bakılınca farkedilecek ancak uzaktan bakıldığında göze batmayacak nitelikte olmalıdır.” Bu konu hala tartışmaya açık, ben şahsen belki biraz daha koyu bir mermerin daha iyi olacağını düşünmekle birlikte bu mermerlerin çok gözümü tırmaladığını söyleyemeyeceğim. Hem 2.000 yıl nedir ki, göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Ama tabi 2.000 yıl sonra 4.000 yıl önce yerleştirilen özgün mermerler ne olur... Haydaaa. Bu biraz Parmenides’in “Akhilleus kaplumbağayı yakalayabilir mi?” paradoksuna dönüştü...

Roma döneminde inşa edilen tiyatro bir çok dönemde onarılmış hatta başka işlevlerle kullanılmıştır. Selçuklu dönemindeki onarımları, dış cepheye anıtsal kapının eklenmesi ve koyu renkli sıva kaplamalardır. Bu dönemde sahne yapısı kervansaraya dönüştürülmüştür.


Tiyatronun 19. yüzyıldaki halinin Charles Texier'e ait bir çizimi (Texier, 1865).

Atatürk 09 Mart 1930 yılında tiyatroyu ziyaret etmiş ve onarılıp yeniden kullanılması için talimat vermiştir:

"1930 yılının tahminen Mart ayıydı, Atatürk'le beraber bir Antalya seyahatimizde, yakın yerlerdeki gezilerimiz sırasında yolumuz Aspendos Antik Tiyatrosu'na düşmüştü. Atatürk bu tür tarihi yapıtları pek sever ve bunların restore edilerek çok iyi bakılmasını isterdi. "Bunlar bizim tarihimiz, bunları yaşatmamız lazım, gelecek nesil bunları görüp bu eserlerle iftihar etmeli" derdi.

Nitekim Aspendos'u gezerken, ilgilileri çağırdı ve onlara "buralarda eskiden tiyatrolar oynarmış, Perge gibi yerlere Arenalarda dövüşler yapılırmış, neden şimdi bunları yapmıyoruz, mesela bir Aspendos'ta neden? Bizim tarihi ana sporumuz güreş müsabakaları yapılmıyor. Buralarda muhakkak uluslararası güreşler tertip edin, yerli ve yabancı konuklar gelsin, seyretsinler. Aspendos'u yaşatın, aksi halde burada otlar biter, taşlar sökülür, bu canım tarihi eser biter gider" diye emir niteliğinde tavsiyede bulundular. Yanlış hatırlamıyorsam 1930 senesiydi ve de Atatürk'ün bu sözlerini yazdırıp, Aspendos'un kapısına asacaklarını belirttiler. Asıldı mı? Asılmadı mı? Bilemiyorum, ama güreş müsabakaları, hatta ananevi yağlı güreşlerin uzun yıllar boyunca zaman zaman burada yapıldığını hatırlıyorum.

Kaynak: Atatürk'ün Yanı Başında, Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu'nun Hatıraları. Derleyen: Mustafa Kemal Ulusu, Doğan Kitap, Ekim 2008. ISBN: 978-975-991-954-2. Sayfa: 206"

Yukarıdaki alıntı ve aşağıdaki görseller (web2) kaynağından alınmıştır.








Tarihi mirasın sahiplenilmesi, onunla övünülmesi, yapıların korunması ve yaşatılmasının istenmesi belki bizim için bugün çok doğal geliyor olabilir ancak o dönemler için bu düşüncelere sahip ve tarihi eserleri yerinde görmekten, gezmekten keyif alan bir devlet adamı olarak Atatürk istisnai ve hayran bırakan kişiliğini bu alanda da göstermiştir. Sadece Türk-İslam eserlerinin değil, Anadolu'daki tüm uygarlıkların miras olarak kabul edilmesi bugün hala bir çok devlet adamının ulaşamadığı bir olgunluk ve anlayış düzeyidir.

Tiyatro konusunda ayrıntılı ölçü ve bilgilere web3 ve web4 kaynağından ulaşabilirsiniz.

StadyumKentin tiyatro dışındaki yapılarını barındıran bölgelerse tiyatronun yaslandığı tepenin üstünde. Bu alana, tiyatronun sağından bir yokuşla varıyoruz. Agoraya çıkmadan sağ tarafta stadyumu göreceksiniz. Stadyum MS 2. yüzyılda inşa edilmiş. U biçimindeki yapının 220 metre uzunluğu, 30 metre genişliği var ve yaklaşık 8.000 kişilik olduğu tahmin ediliyor (web5).


Stadyum

AGORA
Aspendos Agorası'nına karakterini, değişik bir çeşit taş olan konglomera verir. Genellikle yuvarlanmaktan sert kenarlarını yitirmiş küresel taşların kum parçaları ve çimento etkisi gören diğer elementler ve yüksek basıncın etkisi ile birbirine yapışması sonucu oluşan bu kayalar Agora'daki yapıların ana malzemesini oluşturuyorlar. 

Günümüzde tüm yapılar konglomeradanmış gibi görünse de aslında Roma zamanında bu duvarların hemen hepsinin mermer kaplı ya da en azından sıvalı olduklarını unutmamak gerekiyor. Bir de bu taşın özelliği zamanla, özellikle iklim şartlarına maruz kalacak biçimde açıkta kalırsa taşların arasındaki kum ve bağlayıcıların yavaş yavaş ayrılması. Bu nedenle bir süre sonra ana kütleyi oluşturan yuvarlak taşlar dökülmeye, taş ufalanmaya başlayabiliyor. Tabi yapı için de ciddi yapısal sorunlara açıyor bu durum.


Konglomera taşı.

Neredeyse her yapının konglomeradan inşa edildiği Antik dönemin kent merkezi olan Agora’da bazilika, anıtsal çeşme, oditoryum veya meclis binası (bouleiterion), mağazalar denen kısım, exedra denen yapı ve Helenistik tapınak yer alıyor.


Agora
Bazilika
Roma döneminin içinde ticari, siyasi, adli, eğitsel ve benzeri bir sürü işlevin barınabileceği yapılar olan bazilikaların oldukça büyük bir örneği Aspendos'ta bulunuyor. Agoranın doğusunda bulunan yapının uzunluğu 100 metreyi aşıyor. Hatrı sayılır bir genişliğe de sahip olan yapının çatısını örtebilmek için mekana düşen 2 sütun sırası iç mekanı 3 uzunlamasına koridorlu yani 3 nefli hale getiriyor.

Bazilikanın sonundaki, bugün en iyi durumda kalmış yapının ise anıtsal bir giriş salonu veya meclisin toplandığı Curia olabileceği düşünülüyor.


Anıtsal giriş veya curia olduğu düşünülen kısım.

Dükkanlar
Dükkanlar ya da mağazalar denen yapı grubu herhalde stoa benzeri bir yapının ayakta kalan kısımları idi. Agora'nın batı tarafında yer alan bu dükkan dizisinden 12 tanesi günümüze ulaşmıştır. Duvarlardaki delikler ahşap kirişlerin yuvaları gibi duruyor. Dolayısıyla büyük olasılıkla bu dükkanlar ahşap strüktürlü ve 2 katlı idiler. Bu mağazaların önünde stoalarda olduğu gibi bir sundurma olması muhtemeldir.

Dükkanlar
Nymphaeum 
Nymphaeumlar yani anıtsal çeşmeler Antik dünyanın en önemli yapıları arasındadır. Bunlar, işlevsel olduğu kadar kent estetiğine katkısıyla rekreatif, yapan ve adanan kişinin şanını arttırmasıyla da sembolik yanları olan yapılardır. Genelde önlerinde bir havuz, hemen ardında yükselen, heykellerle bezeli yapı cephesine benzeyen ve arkasındaki su yollarından gelen suyu havuza çeşitli düzenlemelerle akıtan bir kompozisyondan oluşurlar. Nymphaeumların bugün en iyi restore edilen ve hala işlevini sürdürebilecek su akışına ve havuza sahip örneği Sagalassos'ta bulunuyor.

Aspendos'taki Nymphaeum da diğer yapılar gibi mermerlerini kaybettiği için bugün ihtişamının sadece nicel yönünü taşıyor. Ayakta kalan 32 metreye 15 metre boyutlarındaki (web5) konglomera gövdeden ne kadar büyük bir yapı olduğunu, nişlerden de özenli tasarımına dair ipuçlarını hissedebiliyoruz. Nymphaeum, Aspendos en refah dolu yıllarını yaşarken, yani MS II - III. yüzyıllarda inşa edilmiş.    

Nymphaeum
Odeon ya da Bouleterion
Agoradaki bir başka yapı eğrisel formu ile odeon veya Bouleterion olarak tanımlanır. Odeonları tiyatroların küçük ve üstü kapalı versiyonları olarak tarif edebiliriz. Genellikle müzik dinletisi için toplanılsa da başka amaçlara yönelik toplantılara da sahne olabilirlerdi. Bouleterionlar ise "boule"nin yani meclisin toplandığı kent meclisleridir. Bugün günümüze bu ayrımı yapabilmemize olanak sağlayacak bir ipucu kalmadığından herhalde, kaynaklar kesin olarak tanımlamıyor bu yapıyı. Yapı, 38.50 metre genişliğinde, 30 metre uzunluğundadır. Yine duvarlardaki kiriş yuvalarından ahşap bir çatı strüktürü ile örtülü olduğu tahmin edilen yapı, bazı kaynaklarda MS I. yüzyılın sonlarına bazılarındaysa MS 2 - 3 yüzyıllara tarihlenir.  

Helenistik Tapınak
Benim Agora'da en hoşuma giden yapılardan birisi bu idi. Ama ne yazık ki hiç fotoğrafını çekmemişim ilginç biçimde. Bir dahaki geziye artık. Ya da çeken olursa bana gönderiversin lütfen.
Bu yapı hakkında bulduğum bilgilerse şöyle (web5). 24 metreye 13 metre boyutlarındaki yapı peripteros tipinde, yani çevresi sütun sıralı bir tapınak yapısı. Uzun kenarlarda 11, kısa kenarlarda 6 sütunun bulunduğu yap Dor düzeninde inşa edilmiş. Yapının hangi tanrı veya tanrıçaya adandığı bilinmiyor. Ayrıca temenosunda yani kutsal bahçesinde bir kuyu olduğunu da hatırlıyorum.

Son olarak Aspendos'a ait bir kaç sikke örneğini de koyarak bitireyim (web6):

MÖ 480 civarı tarihli bu sikkede güreşen iki arkadaş kentin simgesi olarak seçilmiş.
Atatürk'ün tiyatroda güreş müsabakaları önermesi ile ilginç bir tesadüf olmuş...

MÖ 300-200 civarına tarihlenen bu sikkede ise bir yüzde miğferi ile savaşçı Athena tasvir edilirken
diğer yüzde sapana benzer bir silahla atış yapan bir savaşçı var. 
KAYNAKLAR

Charles Texier, The principal ruins of Asia Minor, 1865

web1 : https://turkisharchaeonews.net/site/aspendos

web2 : https://isteataturk.com/Kronolojik/Tarih/1930/3/9/Antalya-da-Aspendos-Antik-Tiyatrosu-nda-incelemelerde-bulunuyor-09041930/1

web3 : http://www.vitruvius.be/theateraspendos.htm


web4 : http://www.theatrum.de/703.html

web5 : https://turkisharchaeonews.net/site/aspendos

web6 : https://www.asiaminorcoins.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder