14 Ağustos 2019 Çarşamba

Müşkülpesent Fatih Sultan Mehmet

Mimarlık her ne kadar sanata yakın bir alan olsa da resim, edebiyat ve heykelden en farklı yanı bir işvereninizin olmasıdır. Nadiren bir mimar işvereni olmadan ya da işverenin ona sınırsız özgürlük sunduğu bir ortamda üretme olanağı bulur. Doğru ya da yanlış demiyorum, bu işin doğası bu.

Durum bu olunca da yapılan işin sadece sizi tatmin etmesi yeterli olmuyor. İşvereni de tatmin etmesi gerekiyor... mu acaba? Bu derin bir tartışma konusu. Yanıttan pek emin değilim. Ne olursa olsun, bugün işvereni tatmin edemezseniz büyük olasılıkla başka iş alamazsınız aynı işverenden. Ama tarihte bu daha riskli olabiliyor. Hele ki muazzam bir güce sahip hükümdarların tatminsizliği söz konusu ise...


Fatih Sultan Mehmet bu konuda iyi örneklerden biri. İstanbul'un fethini hemen ardından gelen bazı imar faaliyetlerinde Fatih'in mimari anlamda nasıl bir işveren olduğuna dair bazı ipuçları bulmak mümkün. Bu yaıda önce bir şehir efsanesinin çok büyük olasılıkla doğru olmadığını, ya da en azından abartı olduğunu görecek ardından Fatih’in mimarlık anlamında zor beğenen biri olduğunun gerçek bir örneğini göreceğiz.

İnternette genellikle de tarih söz konusu olduğunda, çoğu zaman yanlış veya abartılı içerikler, makul ve dayanağı olan bilgilerden daha hızlı yayılıyor. İnsanlar uç örnekleri, büyük trajedi veya mucizeleri okumaya, yaymaya daha istekliler. Bunun neden böyle olduğu herhalde sosyo-psikolojinin alanı olmalı. Mimarlık alanında bu duruma en çok Mimar Sinan’a atfedilen uydurma içeriklerde rastlanıyor. Onu takdir etmemiz, hayırla yad etmemiz için kendisinin iyi bir mimar olması yetmiyor çoğu zaman bize. Bunun yanısıra uçabildiğine, geleceği görebildiğine, padişah kızlarıyla kırıştırabileceğine inanmak istiyoruz. Ancak o zaman bizi tatmin edebiliyor Mimar Sinan.

Konuyu mimarın işverenini tatmininden aldık bir de toplumu tatmin etmesi gerektiğine bağladık. Alın size bir derin konu daha.

Neyse, uzatmayayım, zaten geçen yazılardan birinde Mimar Sinan hakkında uydurulan saçma içeriklere değinmiştim. Linkini yazının sonunda bulabilirsiniz. (Yazıya sonradan ek: Bu konuda Uğur Tanyeli'nin Mimar Sinan, Tarihsel ve Muhayyel" başlıklı çok iyi bir kitabı yayınlandı)

Bu yazının konusu Fatih Sultan Mehmet. İnternette çok dolaşan içeriklere göre Fatih İstanbul’u fethettikten hemen sonra inşa emrini verdiği külliyesinin mimarını (Mimar Atik Sinan) inşaat bittikten sonra cezalandırıyor. Kimisi ellerini kesti diyor kimi kafasını. Neden cezalandırdığı konusunda da rivayetler muhtelif. Kimi diyor caminin kubbesi veya yüksekliği  Ayasofya’yı geçemediği için kimine göreyse caminin sütunlarını kısalttırdığı için. 

Hatta geçenlerde ölen Maraş dondurmacısı kılıklı arkadaşın da bu hikayeyi allayıp pullayarak anlattığı bir videosu var internette. Linkini vermeyeyim, midesi kaldıran arasın bulsun...

Bu hikayenin kaynağı aslında Evliya Çelebi... Evliya Çelebi seyahatnamesinde bu olaya değinip devamında da hayali bir mahkemede bir kadının Fatih'i yargılamasını anlatıyor. Dönemin gerçeklerine hayli aykırı gibi görünen bu hikaye dediğim gibi hiç bir belge ile doğrulanamıyor. Evliya Çelebi'nin Atik Sinan'dan yaklaşık 150 yıl sonra yaşadığı ve seyahatnamesinde bazı rivayetleri veya halk arasındaki dedikoduları gerçekmiş gibi anlatması göz önünde bulunarak bu anlatının da 17. yüzyıldan beri var olan bir şehir efsanesi olma olasılığının yüksek olduğunu söyleyebiliriz.

Bazen bu efsanenin mimarın mezar taşındaki ifadeden kaynaklandığı da söylenir. Mezar taşında günümüz Türkçe'siyle şunlar yazılmıştır:

"Tanrı'nın affına ve inayetine mazhar olan Mimar Sinan, ölümlü dünyadan 876 yılının birinci rabi ayının yirmi yedinci günü (13 eylül 1471) perşembeyi cumaya bağlayan gece akşam namazından sonra, deniz kıyısındaki karanlık hapishanede şehit edilerek, ölümsüz dünyaya göçtü. Tanrı onu mezarın ve cehennemin acılarından korusun..." (web1)

Mimar Atik Sinan'ın mezar taşı (web1).
Mimarın hapishanede olması bir nedenden dolayı cezalandırıldığını gösterse de bunun kesin olarak Fatih Camisi ile ilgili olduğunu söylemek zor. Hatta bazıları bu cezanın mimari bir mesele değil zimmete para geçirme gibi bir nedenle verildiğini iddia ediyor. Yine ortada herhangi bir belge yok. 

Özetle, bu yönde güvenilir hiç bir kanıt, belge vs. yok. Tabii ki tarihi olaylar konusunda, bir belge olmadığında kesinlikle olmamıştır demek her zaman doğru olmaz ama bu kadar önemli bir olayın belgesinin arşivlere geçmemesi pek mümkün değil. 

Bir toparlama olarak bu konudaki en ciddi ve güvenilir yorumu da buraya aktarayım. Doğu Roma ve Osmanlı tarihi konusunda yetkin Stephanos Yerasimos bu konuya şöyle değiniyor:

"II. Mehmed (Fatih) Camii Aralık 1470-Ocak 1471'de açıldı. Tarihçi Ruhi "Yeni camii Usta Sinan nam usta bina etdi ve medreseleri pencere boyuna çıkarmış idi, vakı'aya uğrayub öldü" diye yazar. Cami hakkındaki eleştirileri aktaran adı bilinmeyen tarih yazıcısı: "Mimar Sinan'ı hapishanede ölesiye dövdürdüğünü kendi gözlerimizle gördük. Böyle bir ölümü hakketmek için nasıl bir suç işlemiş olmalı?" Konuya ilişkin son bilgi de mimarın mezar taşından gelir: "Mimar Sinan, Allah'ın lütfu ve selameti üzerinde olsun, deniz kıyısındaki karanlık hapishanede, 876 yılının ilk Rebi ayının yirmi yedisinde (13 Eylül 1471), Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan) yatsı namazından sonra bu dünyadan sonsuzluğa doğru şehid olarak göçtü. Rabbim onu mezarın ve cehennemin acılarından koru".

Oldukça sembolik bir olay olan mimarın öldürülmesi nedenlerinin değişik versiyonları aynı noktada düğümlenir; Ayasofya'ya rekabet ve mimarın bu örneğe denk bir eser yapamaması. Bu olay bir sonraki yüzyılda Süleymaniye Camisi'ndeki gecikmeler nedeniyle Kanuni'nin büyük Sinan'a tehditlerinde de yankılanır: "Büyükbabamın mimarının başına gelenleri hatırla" (Yerasimos, 1999, 204).   

Son bir dipnot olarak kimdir bu Mimar Atik Sinan ve neden Fatih onu seçmiştir külliyesinin mimarı olarak ona da değinelim... Fatih kenti ele geçirdikten sonra öncelikle tabi Ayasofya'yı camiye çeviriyor. Ardından aslında baya da zaman geçtikten sonra kendi külliyesini Konstantinapolis'in ikinci önemli hıristiyan mabedinin yerine yapmaya karar verir. Bu yer seçimi de uzun ve önemli bir mesele ama sonra gireriz o konuya. Doğal olarak bir çok yorumcu bu yapıda Ayasofya ile rekabetin söz konusu olduğunu belirtir ancak bu şüphesiz kolay değildir. Gerisini yine Yerasimos'tan aktarıyorum:

"Kuşkusuz Bizans mimarları tarafından uzun zaman önce unutulmuş, Osmanlı mimarisinde ise henüz hiç denenmemiş bir mimari modelin yaratılmak istenmesinden kaynaklanan farklı bir doğada statik sorunların çözümü güç olmuştur. (...) II. Mehmed uygulamayı Bizans kökenli, tutsaklıktan azad edilmiş ve İslam dinini seçmiş, bir sonraki yüzyılda yaşayan ünlü adaşından ayırd etmek için Azadlı Sinan ya da Atik Sinan adıyla bilinen bir mimara vermiştir" (Yerasimos, 1999, 203). 

Sonradan ek: Atik Sinan hakkında Mustafa Çağhan Keskin'in yazdığı harika bir makaleye rastladım, konuyla ilgili daha derin bir araştırma için kaynakçadaki makaleye başvurabilirsiniz. 

Son olarak Fatih Sultan Mehmet’in fevri bir insan olduğuna dair bir olay daha anlatılır. İstanbul kuşatmasında adaları fetheden Kaptan’ı Derya Baltaoğlu Süleyman Bey, Venedik'ten gelen destek kuvvetlere yenilince çok sinirlenen Fatih’in onu idam ettirmek istediği ancak araya girenlerin buna engel olduğu söylenir (Kritovulos Tarihi’nde bir dipnottan alıntı). 

Yani, “abi kesin yapmamıştır” da diyemiyoruz ama yine de bence Mimar Atik Sinan’ı böyle, yani sanki başarısızlığı dolayısıyla katledilmiş gibi anmak onun anısına saygısızlık oluyor biraz. 

Ama gelgelelim Fatih’in kendi adına yaptırdığı külliyenin camisini beğenmeme olasılığı da yok değil. Zira aşağıda değineceğim saray meselesi de bu arkadaşımızın biraz zor beğenen bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor sanki.

Bu arada belirtmek gerekir ki Fatih Külliyesi’nin camisi Mimar Atik Sinan’ın yaptığı orijinal cami değil. Orijinal cami 1766 depreminde yıkılıyor ve ardından farklı bir mimaride yeniden inşa ediliyor.

Saray meselesine gelirsek...

Osmanlı İmparatorluğu’nun 3. ve son başkenti olan İstanbul (Bursa-Edirne-İstanbul, Söğüt’e başkent değil de beylik merkezi demek daha doğru herhalde) görkemli saraylara sahiptir. Aslında önceki kentler de bu konuda merak uyandırır. Örneğin Bursa’daki saray nasıl ve neredeydi acaba? Sanırım bu saraydan geriye bir iz kalmamış. Bir ara bakmak lazım. Edirne’deki sarayın da büyük oranda yıkıldığını hatırlıyorum. Bu saray hakkında detaylı bilgi Kuban, 2007 kaynağından edinilebilir.

Ne kadar ilginç, devletin en görkemli yapıları sayılabilecek, neredeyse devleti temsil eden yapıların hiçbirini doğru düzgün koruyamamışız. Bunun üzerine düşünmeye değer.

Neyse, İstanbul'a geldiğimizde durum biraz daha iyi gibi. Yakın tarihten geriye doğru gidersek padişahların konutu ve devletin yönetim merkezi olmuş bir çok 19. yüzyıl sarayı ama özellikle tabii ki Dolmabahçe Sarayı hala ayakta. Dolmabahçe’den önce yaklaşık 4 yüzyıl devletin merkezi olmuş Topkapı Sarayı da müthiş görkemi ile farklı türden bir saray yapısının temsilcisi olarak hala duruyor. Bir çok kişi bu sarayın İstanbul'daki hatta Osmanlıdaki ilk saray olduğunu sanır ama değil tabii ki. Osmanlının doğal olarak Bursa ve Edirne’de daha eski sarayları vardı şüphesiz. Yukarıda değindiğimiz gibi ne yazık ki günümüze gelememiş o saraylar. Peki Topkapı Sarayı’ndan önce İstanbul’da da bir Osmanlı sarayı var mıydı?

Vardı tabii ki.

Peki neredeydi bu “Eski Saray” ve neye benziyordu?

Kaynaklara göre Bizans dönemindeki Forum Tauri'de inşa edilmişti.

Forum Tauri (Boğa Forumu) Bizans’ın başkentinin Ana caddesi olan, saraydan çıkıp batıya yönelen “Mese”nin üzerindeki forumlardan yani meydanlardan biridir. Bugünkü yeri yaklaşık olarak İstanbul Üniversitesi’nin kapısı, Bayezid Camisi ve Süleymaniye Külliyesi arasına düşer. 

19. yüzyıla ait çakıştırmalı bir haritada Forum Tauri'nin yeri (web2).
Üstte süleymaniye Külliyesi, altta Bayezid Camisi görülüyor.
Forum Tauri bu ikisinin arasını kaplayan alana denk geliyordu.
Doğan Kuban Eski Saray’ın yeri ve biçimi hakkında şunları aktarır:

Eski Saray, “eski Tauri Forumu kuzeyinde bugünkü İstanbul Üniversitesi Beyazıt merkez binaları ile Süleymaniye'yi içeren büyük bir alanda, diğeri Liman'a ve Boğaz'a bakan, eski Bizantion'un ve ilk Roma kentinin kalıntıları üzerinde. Eski Saray adını taşımaktadır ve 19. yy'da Harbiye Nezareti yapılana kadar bazı öğeleri kalmıştır.

Burada İstanbul platosunun Marmara ve Haliç'i gören bir yükseltisi vardır. Fatih'in yakın adamı ve defterdar Tursun Bey Fatih'in Tarihi'nde Eski Saray'ı şöyle anlatır:

‘Yeni imar faaliyetlerinden sonra ferman buyurdu ki kendi saltanatı ve ikameti için yeni bir saray inşa edile. Galata mukabilinde Kostantiniye Kalesi zaviyesinde Eyyub-el-En-sari Hazretleri mezarına ve iskeleye (Eminönü Limanı) ve Tophane'ye ve Haliç'in tamamına bakar, karaya ve denize müteallik şerefli bir yer seçti. Arap ve Acem'den ve Rum'dan mahir mimarlar ve mühendisler getirtip ve kendi olgun aklının irşadı ile az müddet içinde o hoş ve gönül açıcı makam üzerinde güzel sanat eserleriyle müzeyyen bir yüce saray yapıldı. Her köşkü ve kasrı gönül alıcı olup ab-ı huzur ve nehr-i Kevser oradan revan olur. Kalbe ferahlık veren bu muhteşem saraya bir sur çektirdi. Türki ve Frengi usulünde üçgen ve daire şeklinde kulelerle ve dergah ve kapularla bir güzel kale yaptırdı. Kalenin suru ile saray duvarının arasını bağ, bostan, bahçe ve gülistan eyledi. Yer yer çeşmeler, havuzlar ve sohbetgahlarla süsledi.’ Bu saraydan bugüne kalan bir veri hemen hemen yoktur
” (Kuban, 2007).

Halil İnalcık ise Tursun Beg’in çevirisini şöyle veriyor ve bu sarayın sanki Topkapı Sarayı olduğunu ima eder şekilde Kuban’ın almadığı, son cümlede geçen “sırça köşk”ün bugün ayakta olan Çinili Köşk olduğunu iddia ediyor.

Haydaaa... İşler karıştı.

İnalcık çevirisi:

Bu tertiplerden sonra saltanat gereği bir yeni saray inşasına karar ver-di. Konstantiniyye kalesinin uç bölgesine Eyüp mezanna, iskeleye, tophaneye ve limana kara ve denize bakan bir yerde bu sarayı yap-tırmak için Arap, Acem ve Rum'dan usta mimarlar ve mühendisler getirip "kendü akl-i kâmili mimarinin irşadı ile az müddet içinde" bir saray yaptırdı. Bu sarayın benzerini ne İran ne de Bizans kay-serleri görmüştür. Sarayın etrafına bir sur çektirdi. Bir kale düzdü. Kalenin suru ile saray duvarının arasını bağ ve bostan ve bahçe ve gülistan yaptı. Yer yer çeşmeler ve havuzlar ve buluşma yerleri tertip etti. Bahçe içinde eski İran hükümdarlarının tarzında "bir sırça saray" yaptırdı (Çinili Köşk)” (İnalcık, 2019).

Sırça Saray’ın İran tarzında olması, bugünkü Çinili Köşk’ün de İran tarzına yakın olduğunun bilinmesi bu eşleştirmeyi güvenilir kılıyor.

Yani Kuban yanılıyor, Tursun Beg’deki saray tarifi Topkapı Sarayı’na uyuyor gibi.

Matraki Nasuh'un bir minyatüründe "Eski Saray" (Kuban, 2007).
Kuban buna Eski Saray diyor ama tam olarak nereyi kastettiğini anlayamadım.
Bana Topkapı Sarayı gibi görünüyor görseldeki yapılar. Özellikle surlar ve kapı.
Zaten aşağıda, İnalcık'ın haritasına baktığımızda da Matraki'nin gösterdiği yerin Eski Saray olamayacağı anlaşılıyor.

İnalcık'a göre Eski Saray'ın yeri (İnalcık, 2019).


Emin değilim ama galiba Matraki'nin minyatüründe Eski Saray, Kuban'ın
düşündüğü değil, yukarıda işaretlediğim yerde...
    GÜNCELLEME: Pandemi döneminde Matraki (veya Matrakçı) Nasuh'un minyatüründeki yapılar hakkında 2 bölümlük güzel bir internet semineri verildi. Bu seminerlerde de Eski Saray'ın benim tahmin ettiğim yapı olduğu belirtildi. Ayrıca bu zaten bilinen bir şeymiş, benim keşfim değil yani. :) Seminerlerin adreslerini en altta kaynakçadan bulabilirsiniz.

Anlaşılıyor ki, Eski Saray ile Topkapı Sarayı'nın hem yeri hem de yapım tarihleri birbirlerine çok yakın. Peki acaba neden fethedilen yeni başkente neredeyse ardarda aynı işlevde iki saray yapılır ki?

Hah, işte Fatih’in müşkülpesentliği burada ortaya çıkıyor.

Doğan Kuban Fatih’in iki sarayın -yani hem Eski Saray’ın hem de Topkapı Sarayı’nın- inşaatına birlikte başlattığını söyler. Bu biraz garip geldi bana. İnsan neden iki saray inşaatı birden başlatsın ki? Belki ikisini de saray olarak değil, farklı işlevler içerecek şekilde düşünüyordu. Sarayın işlevlerini mi bölecekti yoksa birisini konut birisini yönetim merkezi gibi mi düşünüyordu? Ben açıkçası tam emin olamadım bu “aynı anda başlatma” işinden. Kuban, bir başka yerde de süreci şöyle tarif eder:

Fetihten sonra Fatih'in İstanbul'a gelmesi gecikmiş, 1455'te ilk kez Eski Saray'a yerleşmiştir. Sonradan Topkapı Sarayı adını alacak Yeni Saray'ın (Saray-ı Hümayun) yapılışına 1455'ten sonra başlanmıştır. O dönemde "Kal'a-i Sultani" adıyla anılıyordu. Bu saray antik Yunan kenti Bizantion'un işgal ettiği alan üzerine yapılmıştır. Fatih'in saptadığı vaziyet planı 700 dönümlük bir alanı kapsayan sur içinde üç avlu ve bir dış bahçeden oluşuyordu” (Kuban, 2007).

Bu anlatımdan da sanki önce 1453-55 arasında hızlıca Eski Saray inşa edilmiş, buraya yerleşildikten sonra 1455’de Topkapı Sarayı’nın inşasına başlanmış gibi görünüyor. Bu da garip. Beğenmedi mi acaba Fatih Eski Saray’ı?

Bu soruya yanıtı Neşri veriyor... Evet, beğenmemiş. :) Neşri Tarihi’nde olay şöyle aktarılıyor:

Eski Sarayı (Bayezid Meydanı'nda bugün Üniversite) yapıb kala-veş bir hârem çevirdi, anda tavattun itdi, sonra anı beğenmeyüb bir kara dahi yapdırıb hârem idib içinde ali saraylar yabup anı taht-gah idindi, kim ol-yere kâfir zamanında Zeytunluk dirlerdi, anda mükemekkin oldu” (İnalcık, 2019).

Bu arada İnalcık dipnotta Neşri’nin de bu kısmı Aşıkpaşazade’den aktardığını belirtmiş. 

Topkapı Sarayı, denizden görünüş. Fotoğraf: Cemal Emden (Kuban, 2007)
Evet. Galiba artık şöyle özetleyebiliriz konuyu:

Fatih, İstanbul’u aldıktan hemen sonra bir saray yapılmasını emrediyor. Bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin ünlü kapısı ile Süleymaniye Külliyesi arasında kalan alan saray olarak belirlenip etrafı surlarla çevriliyor. Ancak Fatih burada yapılan sarayı beğenmeyip Sarayburnu'nda bir saray daha yaptırıyor ve orada ikamet ediyor ve yönetiyor devleti. Eski saray da o günden sonra ayakta kaldığı süre boyunca genellikle Topkapı Sarayı'nda görülmek istenmeyen, eski padişahların gözdelerinin ve diğer akrabalarının ikametgahı oluyor.

Bu arada her iki sarayın da ilk mimarları hakkında bir bilgi bulunmuyor. Eski Saray’ın mimarı herhalde çok övülmemiş, takdir edilmemiştir ama elleri, ayakları ve kafası muhtemelen yerinde kalarak devam etmiştir hayatına. Hatta belki Topkapı Sarayı’nın inşası da onun sorumluluğuna verilmiş olabilir. Ne de olsa saray mimarisi konusunda deneyimli adam... 

Son olarak "Fatih'in müşkülpesentliğini ne bu kadar uzun uzun anlattın, kendisi sonuçta bizim minyatürcüleri beğenmeyip İtalya'dan ressam getirtmiş adam." derseniz... 

Haklısınız.

Batılı tarzda portresini ilk yaptıran padişah, Fatih Sultan Mehmet. (web3)
Önemli İtalyan ressam Gentile Bellini 1479 yılında İstanbul'a gelmiş,
burada yaşadığı 2 yıl içerisinde Fatih Sultan Mehmet'in portresini yapmıştır.
Bu aslında çok çok önemli bir konu ama artık başka yazıya kalsın o da...


Mimar Sinan'a atfedilen yanlış yakıştırmalara dair:



KAYNAKLAR

Doğan Kuban, 2007, Osmanlı Mimarisi, YEM

Halil İnalcık, 2019, İstanbul Tarihi Araştırmaları, İş Bankası Yayınları

Stephanos Yerasimos, 1999, Osmanlı İstanbulu'nun Kuruluşu, içinde: Osmanlı Mimarlığının 7 yüzyılı "Uluslarüstü Bir Miras".


web1 : http://kulturistanbul.blogspot.com/2011/01/fatihin-gazabna-ugrams-bir-kole-atik.html
web2 : https://gallica.bnf.fr/ark:/12148/btv1b530619789
web3 : https://www.wannart.com/fatih-sultan-mehmet-portresi-ile-italyan-ressam-gentile-bellini/

Matrakçı Nasuh'un minyatüründeki yapılar ile ilgili internet seminerleri:

Bölüm 1: https://www.youtube.com/watch?v=uqdabw0XhOA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder