24 Nisan 2018 Salı

Pegasos'lu Bellerophontes ya da Beyaz Atlı Prens

Her genç kızın hayali olan "Beyaz Atlı Prens"in kim olduğunu açıklığa kavuşturmanın zamanı geldi arkadaşlar.Özellikle Ortaçağ romantik edebiyatının popüler konusu olan bu anlatının günümüze büyük oranda karikatürü varabilmiş ama gelin, aslında bu anlatı nereden türemiş, nereleri dolaşmış, hangi dinlere girmiş çıkmış, biraz ona bakalım.


Bellerophontes ve Pegasos
En son yazacağımı baştan söyleyeyim, ejderhayı öldürüp prensesi kurtaran Beyaz Atlı Prens, Yunan mitolojisinin kahramanlarından Bellerophontes’ten Beyaz At ise herkesin iyi kötü bildiği kanatlı at Pegasos'tan başkası değil. 

Bellerophontes'in hikayesi uzun. Tüm kahramanlar gibi trajediler ile dolu yaşamında bir çok altından kalkılamaz görevi tanrıların, tanrıçaların yardımıyla yerine getirmiş, ölüme kafa tutmuş bir arkadaş kendisi. Onu Anadolu'ya bağlayan ve binlerce yıl sonraki romanlara, masallara, şiirlere, dini anlatılara hatta resim ve heykellere ilham veren "Beyaz Atlı Prens"e dönüştüren görevinin izleri ise hala Antalya’nın batısındaki dağlarda varolmaya devam ediyor.

Homeros, ölümsüz eseri İlyada’da değinir Bellerophones’in hikayesine. İlyada’daki metnin tamamını en sona ekledim, aşağıda ondan ve diğer kaynaklardan derlediğim hikayenin özetini aktarayım:

Glaukos adında, en iyi cins atlardan oluşan bir sürüye sahip bir seyisin oğlu olan Bellerophontes bir gün mavi göklerde bembeyaz ve kanatlı bir atın uçtuğunu görür. At bir süre göklerde kanat çırptıktan sonra gelip Korinthos'un yakınlarındaki bir pınarın kenarına iner ve su içmeye başlar. Ata yaklaşan Bellerophontes ne yapsa da bir türlü atı yakalayamaz. Sonunda bir kahine danışan kahraman onun tavsiyesi üzerine Athena tapınağına giderek Pegasos'a sahip olmak için tanrıçaya yalvarır. Bellarophontes'in dualarını kabul eden Athena ona altın bir koşu takımı gönderir. Ancak önce atların tanrısı Poseidon'a bir boğa kurban etmesini, daha sonra bu koşu takımı ile Pegasos'u yakalayabileceğini söyler. Kurban ritüelini yerine getirdikten sonra altın koşu takımı ile Bellerophontes'in peşine düştüğü Pegasos tanrısal koşu takımları görünce uysallaşır, koşu takımlarını kuşanır ve Bellerophontes'i sırtına alır. Böylece prensimiz beyaz atına kavuşmuş olur. Sıra ejderhayı öldürmekte. 


Pegasos’un sırtındaki Bellerophontes Khimeria’yı öldürüyor.
Muhtemelen Klasik Yunan dönemi bir seramik resmi
Bu arada bazı kaynaklar miti, Bellerophontes'in babasının Poseidon olduğu ve Pegasos'un babası tarafından kendisine verildiği biçiminde anlatsalar da genel kabul gören versiyon ağırlıkla Şefik Can'ın Klasik Yunan Mitolojisi isimli kitabından yukarıda aktardığım gibi. Ayrıca Pegasos'un da bir başka kahraman Perseus'un, yüzüne bakanı taşa dönüştüren yılan saçlı korkunç Gorgon Medusa'nın boğazını kestiğinde yere akan kandan doğduğuna da kısaca değinmiş olalım. 

Çeşitli maceralardan sonra Bellerophontes'in yolu Lykia'ya yani bugün Antalya ile Muğla arasındaki kıyı bölgesi olan Teke Yarımadası'na düşer. Bu bölgede, vucudunun ön tarafı aslan, orta kısmı keçi ve kuyruğu yılan biçiminde, ağzından alevler çıkaran azılı bir canavar olan Khimeria, insanları ve hayvanları tehdit etmekle, ağzından çıkardığı alevlerle, koyunları, inekleri küle döndürmekle, ekinleri yok etmekle günlerini geçirmektedir. Mitin bu kısmı bir başka trajik kahramanlık anlatısı olan Oedipus miti ile benzeşir. Orada da bir yol kavşağına yerleşerek yolculara bir bilmece soran ve bilemedikleri için onları parçalayan sfenksi, yani vücudun çeşitli kısımları farklı hayvanlardan oluşan mitolojik yaratığı Oedipus bilmecesini doğru yanıtlayarak öldürür. Ancak Bellerophontes'in işi Oedipus kadar kolay değil. 

Neyse, Lykia Kralı Iobates, bir başka Kral tarafından kendisine gönderilen Belleroponthes’e Khimeria yok etme görevini verir. Aslında derdi canavarın değil Bellerophontes'in yok olmasıdır -mitin bu kısmına çok girmiyoruz- ama işler pek düşündüğü gibi gitmez. Ne de olsa her Yunan kahramanı gibi kahramanımıza yardımcı olan tanrılar, tanrıçalar vardır. 

Bellerophontes, Khimeria’yı Olympos Antik kentinin biraz yukarısındaki dağlarda yakalar ve onunla dövüşmeye başlar. Yani işte, bir ejderha ile nasıl ve ne kadar dövüşülebilirse. Ağzından alevler çıkan canavarı uzun süre alt edemeyen Bellerophontes sonunda Pegasos'la birlikte önce göğe doğru yüksellir, daha sonra hızla Khimeria'ya doğru inerken ucuna kurşun bir külçe bağladığı mızrağını canavara doğru fırlatır. E o kadar dövüşeceğine baştan fırlatsaydın ya mızrağı diyebilirsiniz ama öyle değil. Önce biraz yorar Khimeria'yı, taktik yapar. 

Mızrağın gücü Khimeria'yı korkunç bir gürültüyle yerin altına gömerken eriyen kurşun da ağzını ve ciğerlerini doldurmaya başlar ve böylece Lykia ülkesi korkunç bir canavardan kurtulmuş olur. Ancak tam olarak ölmeyen, yerin altına hapsolan Khimeria'nın hala nefes almaya devam ettiğine, ağzından çıkan alevlerin kaya çatlaklarından sızarak yeryüzüne vardıklarına inanılır. 


Yanartaş'tan görüntüler
Mitin devamında onu Olimpiyat oyunlarının ortaya çıkmasına bağlayan bir anlatıyı da aktarır bazı kaynaklar. Wikipedia'daki anlatım şöyle:

"Bellerophontes’in zaferini kutlamak amacıyla Olympos’da bir yarış düzenlenir. Atletler Chimera Kutsal Ateşiyle meşalelerini tutuşturarak Olympos kentine koşarlar. Böylece, daha sonraları değişik spor dallarının eklendiği ve birkaç gün süren Olimpiyat Oyunları’nın Anadolu’daki ilk örneği gerçekleşmiş olur. Günümüzde yakılan “Olimpiyat Meşalesi” Chimera’nın sönmeyen ateşinin sembolik bir ifadesidir.


Yanartaş'ın yanındaki olasılıkla Bizans dönemine ait kilise.
Bu kısımın doğruluğundan, yani mitolojide yeri olduğundan oldukça şüpheliyim. Olimpiyatların kökeni Akdeniz sahilindeki Olympos kentine değil Yunanistan'daki Peleponnes yarımadasındaki Olympia kentine dayanır. Herhangi güvenilir bir kaynakta da olimpiyatları Olympos kentine veya Kimeria'ya bağlayan bir şey görmedim. Burada sanki isim benzerliği nedeni ile zoraki bir kısım eklenmiş gibi. 

Bu mit başka bir açıdan da ilginçtir. Tarih boyunca dinlerin birbirlerinden aktardıkları öykülerin sayısız örneğinden biridir muhtemelen bu da. Zira önemli bir Hıristiyan azizi olan Saint Michael ya da Aziz Mikael de at üstünde, bir ejderhanın peşine düşüp onu öldürmesiyle ünlüdür. Bu tür istisnai doğa olaylarına mitolojik/dini açıklamalar getirmek hiç şüphesiz sadece Yunanlılara özgü değil. İncil'de Aziz Mikael adındaki azizin ejderha ile savaşı şöyle anlatılıyor: 


"O zaman gökte bir savaş koptu. Mikael ve melekleri ejdere karşı savaştı. Ejder de kendi melekleriyle birlikte onlara karşı savaştı, fakat yenildi. Artık gökte onlara yer yoktu. Böylece, bütün dünyayı saptıran eski yılan, İblis ve Şeytan denilen büyük ejder aşağı atıldı. Evet, yeryüzüne atıldı ve melekleri de onunla birlikte atıldılar." (Vahiy 12:7)

Raphael’in Saint Michael’in ejderhayı
öldürmesini betimleyen tablosu
Ancak İncil'deki anlatı ile daha sonra Avrupa sanatındaki Aziz Mikael figürü oldukça farklıdır. Olasılıkla İncil'de melek olan Mikael'in şeytanı/asi melekleri/kötülüğü alt etmesinden bahsedilirken bu anlatı zamanla yeryüzünde atıyla ejderha peşine düşen bir kahramana dönüşmüş.

Ortaçağ ve Rönesans sonrası dönemdeki bir çok gravürde ve tabloda Aziz Mikael beyaz bir ata binmiş biçimde bir ejderhayı mızrağı ile öldürürken görülür. Bazense atsızdır. Bazen öldürdüğü yaratık ejderha değil şeytanın kendisidir. Yani bir çok farklı uyarlaması vardır bu meselin sanatta. İlginç olan başlarda kötülükle savaş temalı bu meselin tasvirlerinde bir süre sonra ejderha öldükten sonra kurtarılan bir kızın ya da prensesin eklenmesidir. Yandaki Raphael'e ait tabloda sağ tarafta kadraja biraz da zorlama biçimde girmiş pembeli prensesimizi görüyorsunuz... Bu, aynı temanın uhrevi dünyadan alınıp dünyevi dünyaya romantik sosa batırılarak sunulması mı yoksa başka bir jenerik kurguyla paralellik mi pek bilmiyorum. Bunu geliştirmek için biraz daha sanat ve dinler tarihi metinlerine girmek lazım.

Bu arada çok da derinleşip İslami mesellerde ve halk mitolojilerinde bu hikaye benzer bir karşılığın olup olmadığını araştıramadım ama içimden bir ses kesin vardır diyor. Zaman bulunca bakacağız artık... 

Bu bağlamda Yanartaş'ın hemen yanıbaşında büyük olasılıkla Bizans dönemine ait kilisenin kalıntıları da dikkat çekici. Belki de bu kilise Aziz Mikael'e ya da buraların Ortodoks olması nedeni ile daha doğru bir söyleyişle (H)Agia Mihail'e adanmış bir kilise idi. Hala duvar resimleri görülen yapı pek iyi durumda değil ve acil bir şekilde koruma altına alınması gerekiyor. Necip milletimiz binlerce yıllık duvar resimleri üzerine çeşitli edebi örnekler kazımaktan kendilerini alamıyor ne yazık ki.

Çağdaş bilim bugün Yanartaş’taki doğa olayını kaya çatlaklarından sızan gazların oksijenle buluşması sonucu alev almasıyla açıklıyor. Hiç şüphe yok ki öyle. Bir yandan bilimin yol göstericiliğine tüm kalbimizle inansak da bir yandan da bilimin en başından beri herşeyi açıklayacak yetkinlikte insanların elinde olması halinde tüm bu anlatılardan ve sanattan mahrum olacağımız düşüncesi insanı tereddüte düşürmüyor değil. İnsanın bilinmezliği açıklama çabasının sonuçları binyıllarca birbirine aktarılarak uygarlığın hayal gücünü takip edebileceğimiz izleri bıraka bıraka günümüze gelmiş. Ve bu bize insan hakkında çok şey söylüyor. 

Neyse, konu çok dağıldı, özetleyecek olursak, Prens Bellerophontes, Beyaz Atsa Pegasos'tan başkası değil.

Beklemeye devam.

Solda: Beyaz Atlı Prens için dilek ağacına su şişesi etiketi bağlayan bir kızımız
Sağda: Beyaz Atlı Prens.
Son not: Bellerophontes mitinin Aziz Mikael meseli ile, Aziz Mikael meselinin Beyaz Atlı Prens hikayeleri ile bağlantıları tarafımdan spekülatif olarak kurulmuştur. 

Daha sonraki not: Anadolu ve Yunanistan’da ya da diğer bir deyişle Ortodoks kültüründe çok önemli olan ve sık sık adına kiliseler adanan Aya Yorgi’nin de (St. George) benzer bir ejderhadan kız kurtarma öyküsü olduğunu öğrendim ve buraya ekleyeyim dedim. Dolayısıyla yukarıda Yanartaş’ın yanında St Mikhael şapeli olabileceğini söylemiştim ama onun yanına Aya Yorgi şapeli olasılığını da eklemek lazım. Aya Yorgi’ye ait sözkonusu mesel şurada güzel bir özet olarak aktarılmış:


İlyada’da Bellerophontes:

"Ulu canlı Tydeus'un oğlu, soyumu ne sorarsın? 
Yapraklar gibidir insan soyu. 
Bir yandan rüzgar bakarsın onları döker yere, 
bir yandan bakarsın bahar gelir, 
yenilerini yetiştirir, yeşertir orman, 
böylece soyların biri göçer, biri doğar 
İyicene bilmek istersen soyumuzu
bilir onu çok kişiler, 
at besleyen Argos'un bir bucağında Ephyre ili vardır, 
Aiolos oğlu Sisyphos yaşardı orada, 
insanların en kurnazıydı o, 
bir oğlu oldu, Glaukos'tu adı; 
Bellerophontes doğdu ondan sonra, 
Glaukos'un kusursuz oğlu. 
Erkeklik, güzellik bağışladı tanrılar ona, 
Ama Proitos geçirdi gönlünden kötü şeyler, 
kendisi ondan çok daha güçlüydü, sürdü onu Argoslular arasından; Zeus almıştı Bellerophontes'i Proitos'un eli altına. 
Tanrısal Anteia, Proitos'un karısı, yanıp tutuşuyordu. 
Bellerophontes'le, diyordu gizlice bir sarmaşdolaş olsam, 
ama birazcık olsun kandıramadı onu, 
o sıra aklıbaşındaydı Bellerophontes'in. 
Kadın bir yalan attı Kral Proitos'a, dedi ki: "Bellerophontes'i öldürmezsen lanet sana, 
o benim zorla koynuma girmek istedi." 
Böyle dedi o, kralı birden öfke kapladı. 
Ama saygı besliyordu yüreğinde, 
Bellerophontes'e kıyamadı. 
Gönderdi onu Lykia'ya, 
eline uğursuz işaretler verdi, 
üst üste katlanan bir levhaya 
yazdı bir sürü ölüm yazıları. 
Kaynatasına göstermesini buyurdu. 
Böylece yok olacaktı o. 
Bellerophontes tanrıların eliyle vardı oraya. 
Gelince Lykia'ya, Ksanthos nehrine, 
yaygın Lykia'nın kralı onu saydı. 
Ağırladı onu tam dokuz gün, 
dokuz tane öküz kurban etti. 
Gül parmaklı Şafak görününce onuncu günü, 
Bellerophontes'e sordu, 
damadımdan getirdiğin işaret hani, dedi. 
Alır almaz damadının işaretini, 
buyurdu önce, azgın Khrimaira'yı öldürmesini; 
tanrı soyundandı o, insan değildi, 
önü arslan, arkası yılan, ortası keçiydi, 
yalımlı nefesiyle kötü soluyordu. 
Bellerophontes uydu tanrıların isteğine, 
onu bir anda yere serdi. 
Çarpıştı sonra ünlü Solymolarla. 
Girdiği savaşların bu en çetiniydi. 
Erkek gibi Amazonları öldürdü sonra. 
Dönüşünde kral ona zorlu bir tuzak kurdu: 
Yaygın Lykia'dan en iyi yiğitleri 
seçti gönderdi pusuya, ama onlar bir daha dönemediler evlerine, 
kusursuz Bellerophontes öldürmüştü hepsini. 
Kral da anladı onun tanrı soyundan olduğunu, 
alıkoydu orada, verdi kızını, 
bütün krallık onurlarını bölüştü onunla, 
Lykialılar da ayırdılar bahçelik, buğdaylık bir tarla, 
ayırdılar en büyük, en güzel bir toprağı. 
Karısı üç çocuk doğurdu bilgili Bellerophontes'e: 
Isandros, Hippolokhos, Laodameia. 
Akıllı Zeus, koynuna girdi Laodameia'nın. 
Laodameia, doğurdu tanrıya denk tunç silâhlı Sarpedon'u. 
Ama bir gün tanrılar tiksindi Bellerophontes'ten, 
Aleion Ovasında kaldı o tekbaşına, 
insan uğrağından uzakta yedi kendi kendini. 
Savaşa doymayan Ares öldürdü oğlu İsandros'u, 
çarpışırken ünlü Solymolarla. 
Kızdı dizginleri altın kakmalı Artemis, 
aldı Laodameia'nın canını, 
Hippolokhos da baba oldu bana. 
Ben övünürüm onun oğlu olduğum için. 
Troya'ya gönderdi beni o, 
sıkı sıkı salık verdi bana: 
Hep yiğitçe dövüşeyim, 
üstün olayım başkalarından, 
utandırmayayım atalarımın soyunu, 
onlar ki Ehphyra'da, yaygın Lykia'da 
en iyi, en ünlü kişilerdi. 
Övünürüm işte, bu soydan, bu kandan olmakla." 

Kaynak: İlyada, Can Yayınları Azra Erhat-A. Kadir Çevirisi



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder