18 Ekim 2018 Perşembe

Seni Yendim Ama Aşık Da Oldum, Akhilleus, Amazonlar, Ölümsüzlük, İşgal ve Sonsuz İktidar Hırsı Hakkında

Aphrodisias Antik kentinde, İmparatorluk Kültü’ne adanmış görkemli Sebasteion’un muazzam heykeltraşlık işlerinin sergilendiği ve mimarisi Cengiz Bektaş’a ait olan Sevgi Gönül salonunda yeralan 3 heykel ya da belki daha doğru ifadeyle rölyef ve müzedeki 1 heykel bize iktidar hakkında çok şey söylüyor.

Aslında rölyeflerin hepsi birbiri ile ilişkili. Mitolojik hikayeler, kahramanlar, imparatorlar ve soylular gelişigüzel seçilmemiş. Dikkatlice kurgulanmış bir kompozisyonla biraraya getirilmiş. 

Bir çok farklı mit, tanrılar, kahramanlar ve ölümlülerden oluşan Antik dünyanın en üst düzey heykeltraşlık işlerini günlerce seyretmek, mitolojinin büyüsüne kapılıp gitmek mümkün. Ben sadece son gittiğimde gözüme çarpan ya da hissettiğim bir şeyden bahsetmek istiyorum.

Önce Truva savaşının kahramanlarından Akhilleus'un hikayesi ile başlayalım. Yunan mitolojisindeki en görkemli kahramanlardan biri olan Akhilleus (Aşil'de deniyor bazen kendisine Fransızca telaffuzundan dolayı ama Akhilleus daha doğru gibi) ölümlü bir kral olan Peleus ile ölümsüz su perisi Thetis'in oğlu. Peleus her ne kadar ölümlü ise de baba tarafından Zeus'a giden bir soyu var.

Akhilleus doğunca annesi, çocuğun kendi gibi ölümsüz olmasını istiyor ancak bunun tek yolu Styx adındaki kutsal nehrin sularında yıkanmak. Tabii ki ölümlülere yasak olan bu ayrıcalığa ulaştırmak için annesi Thetis gizlice -ölümlü bir babadan olduğu için ölümlü olan- Akhilleus'u Styx Nehri'ne sokar. Ancak suya, bebeğin bir ayağının topuğundan tutarak daldırıp çıkardığı için o kısma Styx'in ölümsüzlük veren suları değmez ve Akhilleus topuğu hariç ölümsüz olur. Bir kimsenin en zayıf noktası anlamındaki "Aşil topuğu" deyimi de buradan türemiştir. Ayrıca topuğu arka bacağa bağlayan tendona da tıpta "Aşil tendonu" denir.

Thetis Akhilleus'u ölümsüzlük için Styx'e sokuyor. Antoine Borel, 18. yüzyıl.
Zamanla bu Akhilleus büyür ve Yunan dünyasının en cesur ve güçlü kahramanlarından biri olur. E vücudumun %99'u ölümsüz olsa muhtemelen ben de olurdum. Neyse, dolayısıyla Truva Savaşı'nda da Truvalılara katliama varan zaiyatı o verdirir. Hektor'u öldürmesi başlı başına bir hikaye. Ama çok bilinmese de çok önemli birini daha öldürür. Truvalılar tarafında savaşan Amazon Kraliçesi Penthesilea'yı...

Geldik mi Amazonlara... Tarihte en çok bildiğimizi sandığımız en bilmediğimiz toplumlarından biridir Amazonlar. Hatta yaşayıp yaşamadıkları, sadece bir mitten ibaret olup olmadıkları bile tartışmalıdır. Anlatılara göre kuzey-kuzeydoğu Anadolu'da yaşayan, sadece kadınlardan oluşan Amazonlar son derece savaşçı bir topluluktu. Hatta daha iyi ok atabilmek için sağ göğüslerini kestikleri düşünülüyordu. Ancak bu yönde kesin bir kanıt bulunamamıştır. Bu konuda en ilginç yorumlardan biri ise ne zaman nerede okuduğumu unuttuğum şu yorumdu: Erken dönem Yunanlılar Anadolu'ya geldiklerinde bazı kayalarda Hitit tanrı ve kral heykellerine rastladılar. Kıyafetlerini kadın kıyafetine benzettikleri Hititleri (doğrudan tanışmadıkları için) Amazonlar adında mitolojik bir halka dönüştürdüler. Tabi bu yorumun ne derece gerçekçi olduğu da tartışmalı...

Neyse, bu Amazonların Truva Savaşı'nın yaşandığı dönemdeki kraliçesi Penthesilea ordusu ile birlikte Truvalılara yardıma geliyor ve Akhilleus ile birebir çarpışma talihsizliğine uğruyor. "Ablacım niye ölümsüz bir adamla mücadeleye giriyorsun, adamın topuğunu nereden bulup da kılıcı saplayacaksın" diye uyaran da olmamış kendisini belli ki... Doğal olarak Akhilleus kraliçeyi kolayca haklıyor ancak tam ölmek üzereyken son bakışmalarda ona aşık oluyor.

Haydaa...

İşte bu dramatik anı betimleyen resim ve heykel sanatının yüzlerce örneği var. Aşağıdakilerin ilk üçü dünya çapından, alttaki ikisi ise Aphrodisias’tan.

Çeşitli dönem ve sanatçılardan Akhilleus ve Penthesilea yorumu. 

Aphrodisias Müzesi'ndeki Akhilleus ve Penthesilea heykel ve rölyefi.

Buraya kadar her şey güzel güzel bir mitolojik anlatım ve onun sanata yansıması olarak devam ediyor. Ancak yine Aphrodisias'da bir kaç rölyef daha var ki olayın çerçevesini bir anda genişletiyor.

Bunun için de birazcık Roma ya gidelim. Roma imparatorları iktidarlarını meşrulaştırmak için mitolojiye sıklıkla başvurmuşlardır. Neredeyse soyunu bir tanrıya veya tanrıçaya dayandırmayan imparator yok gibidir. Macellumda kasaplık yaparken şans eseri kendini en tepede bulanlar bile bir süre sonra (yalakalarının da gazına gelerek) Jüpiter'e veya Herakles'e uzanan soyağacı ile gururlanmaya başlar. Sadece soyağacı üretmede değil başka işlerde de kullanışlıdır mitoloji. Örneğin ülkeleri işgal edip egemenlik kurarken.

Bir ülkeyi işgal etmek trajik ögeler içerir. Karşıt duygular çok güçlü ve çok kısa aralıklala üstüste yaşanır. İki ülke, onların yöneticileri, krallar, imparatorlar birbirlerine büyük bir nefret duyarlar. Acımasız ve sonunda bir tarafın yok olduğu savaşlar yapılır ve bizim değineceğimiz örneklerde olduğu gibi çoğunlukla Roma küçük devleti yutar. Ancak iş bununla bitmez. Yutulan halk bir an önce sadık bir topluluğa dönüştürülmelidir ve bunun sağlanabilmesi için nefret değil sevgi daha kullanışlı bir araçtır. Yendikten sonra Roma birden bir sevgi pıtırcığına dönüşür. Çoğu zaman yerel halkın geleneklerine, dinlerine, ritüellerine dokunulmaz, aynen devam etmelerine izin verilir. Hatta bazen Roma fethettiği coğrafyalardaki tanrıları, tanrıçaları bile kendi pantheonuna dahil eder.

Ancak bunun istisnasız böyle olduğunu söylemek çok yanlış olur. Tabii ki Roma'nın da uzun süre zulüm ve askeri güçle sadakate zorladığı halklar da vardır. Ama galiba Ermenistan ve Britanya işgalleri için güçlü nefret ilişkisinin hızla aşka dönüşmesi stratejisi  Roma iktidarı tarafından benimsenmiş gibi. Bunu Aphrodisias'daki diğer iki rölyef sembolize ediyor. Claudius - Britanya ve Nero - Ermenistan rölyefleri.     

Solda: Claudius ve Britanya / Sağda: Nero ve Ermenistan

Hem Claudius hem de Nero fethettikleri halklarla (Britanya ve Ermenistan) ilişkilerini, Akhilleus ve Penthesilea anlatısı üzerinden kurmayı tercih etmiş gibi görünüyor. İki anlatımda da yenilen (işgal edilen) tarafı temsil eden kadın figür ölüme terk edilmeden önce ona aşık olunuyor. Rölyeflerden doğrudan aşkı çıkarmak mümkün değil ama düzenlemede Akhilleus-Penthesilea anlatısının örnek alındığı sanat tarihçileri tarafından da kabul ediliyor. 

Ele geçirdikleri halkları sadık/itaatkar bir dişiye dönüştürme biçimindeki son derece ataerkil anlatıyı gerçek kılmak için dramatik bir aşk varmışçasına bir propaganda. 

Emin değilim ama muhtemelen ne Claudius Britanya'ya ne de Nero Ermenistan'a böyle bir aşk duymamıştı. Gerçi biraz daha düzgün bir imparator olan Claudius'dan böyle insani bir duygu beklenebilir ama tam bir sosyopat katil olan Nero'nun bir insana veya topluma aşk duyabileceğini düşünmek oldukça zor. 

Sonra ne olmuş derseniz... Savaş biterken Truva'nın başına bütün dertleri açan Paris surların üzerinden havaya doğru bir ok fırlatmış ve o ok dönmüş dolaşmış Akhilleus'un topuğuna saplanmış ve dillere destan kahramanımız öbür dünyaya, Hades'e yollanmış...  

Tıpkı kendilerini ölümsüz sanan imparatorlar gibi.









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder