19 Aralık 2020 Cumartesi

Roma Tapınakları

Geçenlerde Yunan tapınaklarını yazarken Roma tapınaklarını da yazmanın yararlı olacağını düşündüm. Zira aslında Anadolu’da gezerken rastladığımız tapınakların çoğu Roma döneminden kalma. Ama aynı zamanda hemen hepsi de Yunan tarzında yapılmış. Bu karışıklığı birazcık didikleyeceğiz aslında bu yazıda. Yoksa kuru kuruya bir karşılaştırma kolay, onu Google da yapar. 

Her ne kadar böyle atarlı laflar etsem de karşılaştırmalar da yapacağım tabi. Zira Roma tapınaklarını sıfırdan anlatmaktansa Yunan tapınakları üzerinden okumak daha anlamlı. Onun için blogtaki Yunan Tapınakları ve Antik Yunan Mimarisinde Düzenler yazılarını okumanızı öneririm. Yazının sonuna linklerini koydum.

Evet, başlayabiliriz. Şimdi, Romalıların tapınaklarını incelemek için önce Romalıların kim olduklarını biraz konuşmak gerekiyor. Tabi bu bizim ve blogun boyunu aşacak bir konu ama kısaca özetlemeye çalışayım.

Romalıların kökenleri tam bilinmiyor. Mitolojik anlatılara bakacak olursak Troya Savaşı’ndan sonra kent Yunanlar (Akhalar ya da Mykenler demek daha doğru belki) tarafından yağmalanıp yakılırken Aeneas adındaki bir soylu prens (ki annesi Tanrıça Aphrodite oluyor bu abinin) babasını ve 3-5 (ya da 20-30, mitoloji bu, sayılara takılmayın) kankasını alıp kentten kaçıyor ve Romalı yazar Vergilius’un Aeneas destanında anlattığı bin bir macera sonunda bugün Roma kentinin bulunduğu kıyılara çıkıp kentin ve Romalıların temelini atıyor. Bu arada MÖ 1. yüzyılda yazılan bu eseri şiddetle öneririm. İlyada ve Odisseia'nın üstüne güzel cila olur...

Aeneas'ın Troya'dan Kaçışı, Pompeo Batoni (1753). Kaynak: web1. 
Aeneas babasını sırtına almış kaçarken arkada Troya yakılıyor. Aeneas Venüs'ün (Aphrodite) oğlu olduğu için muhtemelen hemen arkasında kaçmasına yardımcı olan kadın Venüs ve küçük çocuk da oğlu Iulus olmalı. Caesar’ın ve daha sonra Augustus’un isimlerinde yer alan “Iulius” işte bu çocuktan gelmedir. Yani bu aile köklerin Iulus’A dolayısıyla Aeneas’a ve Venüs’e dayandırır. 

Aeneas aymı Odysseus'a benzer biçimde türlü maceralar atlattıktan sonra takipçileri ile birlikte bugün İtalya dediğimiz (o zamanlarda böyle bir ülke yok doğal olarak) çizmenin batı tarafında, ortasına yakın bir yerde karaya çıkıyor. Sonra efendim olaylar, olaylar... Remus ve Romuluslar, kurdun emzirdiği çocuklar ve Roma kenti kuruluyor... 
Tabi Aeneas geldiğinde bu yerler sahipsiz değil. Hemen kuzeyinde Etrüskler diye daha da gizemli bir başka halk var. Şimdi mitolojinden çıkıp, tarihe dönüyoruz. Bu Etrüsklerin kökeni de gizemli. Bazı geleneklerinin Anadolu halklarına yakın olması dolayısıyla bunların da Anadolu’dan gelmiş olabileceklerine dair iddialar var. Bazı antik dönem Yunan yazarlarının Etrüskler'in Batı Anadolu'dan İtalya'ya göçtüklerine dair aktarımları ve Lidyalılarla akraba olduklarına dair iddiaları da bu olasılığı kanıtlamasa da güçlendiriyor.

Romalılar geldiğinde ve yaklaşık MÖ 400'e kadar İtalya coğrafyasındaki halklar. Kaynak: web2
Yani gördüğünüz gibi Romalılar hep böyle bütün Akdeniz'e hükmeden bir imparatorluk değildi. En başta mütevazı bir krallıktı Özellikle bu dönemde Etrüsklerin çok etkisinde kaldılar. Hatta bazı kralları Etrüsk kökenliydi. Ama sonra Cumhuriyetle birlikte çok büyük bir ivme ile önce İtalya'daki daha sonra tüm Akdeniz'deki halklara (hatta kuzeye doğru, İngiltere'dekilere bile) boyun eğdirerek yayıldılar. 

Hatta isimlerindeki benzerlikten (ve sanırım bazı başka benzerliklerden dolayı) Etrüsklerin Türk olduğunu iddia edenler bile var. Ben bu tür iddialara hep biraz mesafeli yaklaşırım. Çünkü biliyorsunuz, herkesi Türk yapma/sanma gibi toplumsal bir arızamız var. Dolayısıyla bir çok iddia bu arıza ile bağlantılı olabiliyor. Ama bu, bu tür iddiaların kesin yanlış olacağını kanıtlayacak bir şey de değil tabi. Yalnız şunu söyleyeyim, bir iddiada “x ler Türktür” gibi bir ifade kullanılıyorsa “he he” deyip ortamdan uzaklaşın. Çünkü aslında bütün kanıtlar inandırıcı olsa bile doğru ifade şu olmalı: “x lerle Türkler aynı soydan geliyor olabilirler” ya da “x lerle Türkler ortak bir geçmişe sahip olabilirler” gibi. 

Aslında meselenin özünde Anadolu’ya ve Avrupa’ya yönelen bir çok göç dalgasının Orta Asya orijinli olması yatıyor. Yani çok gerilere gidersek herkes herkesle bi şekilde akraba zaten. Ama bu, göçlerle gelen herkesin Türk olduğu anlamına gelmez. Zira soyun kökeninde “Türk” denen bir şey olduğunu iddia ediyor ki bu çook sonraları tarih sahnesi çıkan bir halka çok çok iddialı bir önem atfetmek olur.  

Türkler de Asya halklarından biriydi ve zaman zaman onlar da batıya doğru göçtüler. Yani “Etrüskler Türk’tü” demek “Türkler Etrüsk’tür” demekle aynı şey. Hatta kronolojik sıraya bakarsanız ikincisi daha mantıklı bile olabilir. Neyse. Bu konuyu şöyle kapatayım, tabi ki ben bu konunun uzmanı değilim ve bunlar amatörce çıkarımlarım. Daha doğru bilgi ve yorumlar buldukça buraya eklerim. Ya da başka bir yazıya. 

Eğer Etrüskler hakkında biraz daha bilgi edinmek isterseniz şu kaynakları önerebilirim:


Neyse, ne diyorduk... Kökeni belli olmayan ve belki (küçük) bir ihtimalle uzaktan akrabamız olabilecek olan Etrüskler oldukça gelişmiş bir kültüre, geleneklere ve mimariye sahiplerdi. Bu neden önemli? Çünkü Romalıların özellikle erken dönem sanatlarında ve mimarilerinde Etrüsklerden ciddi biçimde etkilenmişlerdi. Tabi sadece onlar değil, İtalya’da yaşayan diğer halklar olan Latinler, Sabinler, Samnitler vs... Romalılar diğer halklardan da etkilenmiş olabilirler ama açıkçası onların etkileri Etrüskler kadar yoğun hissedilmez ya da bilinmez. 

Bir de tabi beraberinde getirdikleri Anadolu (tabi eğer gerçekten Anadolu’dan geldilerse) ve Yunan gelenekleri de vardı. Yunan geleneklerini hem beraberinde getirmiş hem de İtalya’nın güney bölgelerindeki Yunan kent devletleri ile ilişkileri ile benimsemiş olabilirler. 

Yani çok özetle, Roman sanatı ve mimarisi dediğimizde elimizde Etrüsk ve Yunan geleneklerinin bir harmanı olduğunu söylemek mümkün. Anadolu ve Yunan gelenekleri birbirinden çok uzak olmadığı için ve Anadolu kökeninden de emin olamadığımız için onu yazmadım. 

Roma tapınağı da işte bu kokteylin bir örneği. 

Yunan tapınak mimarisini ve mimari düzenlerini daha önce anlatmıştım blogtaki yazılarda. Onun için tekrar etmeyeceğim, yazının sonundaki linklerden ulaşabilirsiniz. Roma tapınaklarını daha iyi anlamak için önce onları okumanızı öneririm. 

Etrüsk tapınaklarına gelince... Aslında bu biraz bilinmezliklerle dolu bir konu. Muhtemelen ahşap, kerpiç gibi zamana taş kadar meydan okuyamayan malzemelerden yapıldıkları için günümüze gelememişler. Bir de zaten Etrüskler MÖ 9-8. yüzyıllarda filan hakimler ortamlara. MÖ 7. yüzyıldan itibaren Roma yavaş yavaş hakimiyetini kuruyor ve bir kaç yüzyıl sonra ortalıktaki herkes Romalı oluyor neredeyse. Dolayısıyla en son Etrüsk tapınağı günümüzden belki de ikibin küsur yıl önce yapılmıştı. Yani sözün özü elimizde tapınak yok. Ama şans eseri özgün, yani Etrüskler tarafından yapılmış bir tapınak modeli var. 

Bir Etrüsk tapınağının modeli (özgün model bu değil, bu sanırım ona bakılarak yeniden üretilmiş bir model) ve ondan üretilmiş plan ve cepheleri.

Bu modelin ne amaçla yapıldığı bilinmiyor. Çok büyük olasılıkla tapınağa daha doğrusu tanrıya sunulan bir adak olduğu düşünülüyor. 

Tapınağın genel formuna baktığımızda Yunan tapınağı ile sütun dizisi, cella, yerden yükseltilmiş platform, beşik çatı, üçgen alınlık gibi bazı benzerlikler göze çarpsa da çok ciddi farkların olduğu da aşikar. Yunan tapınağını hatırlayalım:

Tipik bir Yunan tapınağı. Athena Parthenos Tapınağı, MÖ 447-432 Mimarlar: Iktinos ve Kallikrathes Görsel: Roth, 2006

İki gelenek arasındaki farkları özetleyecek olursak, bir kere Yunan tapınaklarında sütun dizisi cellanın önünde bir sıra veya çepeçevre bir veya iki sıra halinde olabiliyordu. Etrüsk tapınağında ise cella tamamen geri çekilmiş, platformun büyük bir kısmı ön tarafta boş bırakılmış ve sütun sıraları bu ön kısımda yer alıyor. 

Bununla birlikte Yunan’da neredeyse istisnasız 3 basamaklı olan krepis yani platform yerine Etrüsk tapınaklarının daha yüksek platformlara oturtulduğunu ve basamakların Yunandaki gibi dört cephede de aynı olmadığını görüyoruz. Ön cephede basamaklı bir yaklaşım varken diğer üç cephede yüksek bir podyum duvarı ile karşılaşılıyor. Yani kütlenin 360 derece değil sadece ön cepheden izlenmek/yaşanmak/kullanılmak üzere düşünülmüş gibi bir hali var. Yani yere 3 basamaklı krepis ile oturan Yunan tapınaklarını Roma alıp yüksek bir podyumun üzerine koyuyor. Bunun kaynağı da yine Etrüsk etkisi. Örnek olarak günümüze en sağlam biçimde gelen bugün Fransa'nın Nimes kentindeki Maison Careé yani Kare Ev olarak adlandırılan tapınağa bakalım:


Bugün Maison Careé olarak anılan tapınak, MÖ 19–16 yılları civarında aynı zamanda Roma'da bulunan Panteon'un da hamisi olan ve Augustus tarafından varis olarak evlatlık edinilen ancak genç yaşta ölen Gaius Julius Caesar ve Lucius Caesar adlı iki oğlunu anısına Marcus Vipsanius Agrippa tarafından yaptırılmıştır (Kaynak: Wikipedia). 

Tapınağın ilk göze çarpan özelliği dediğim gibi, yerden yükseltilmiş olması. Sadece ön taraftan ve 2,85 metre yüksekliğe ulaşan bir merdivenle stilobat yani sütunların oturduğu düzeye çıkılıyor. Bir diğer farklılık da cella'nın arkaya doğru çekilmiş olması. Önde 3 sıra sütun var ki bu form düzen de Erüsklere referans veriyor. Bir diğer yenilik de cella'nın duvarında sanki yarısı duvarın içine gömülü gibi duran sütun sırası. Bu garip birleşim bu tür tapınklara bazen "pseudo peripteros" denmesinin nedeni. Yani sahte peripteros. Yani peripteral (etrafı sütun çevrili) gibi görünen ama aslında olmayan. Yunanlar yine böyle bir birleşimi pek tercih etmiyorlar. 

Tapınakta bir diğer dikkat çeken konu da kime adandığı. Gördüğünüz gibi hem 2 farklı külte adanmış hem de bu kültler ölen insanlara referanslanıyor. Roma tapınağının Yunan tapınağından ayrıldığı bir başka nokta da bu. Etrüskler birden fazla tanrı(y/çay)a adayabiliyorlar tapınaklarını. Yunan’da -belki benim bilmediğim çok nadir istisnalar haricinde- böyle bir gelenek/seçenek yok. Bu yeni geleneği Romalılar Etrüsklerden alıyor. Tabi her tapınak 2 veya 3 tanrı(y/çay)a adanmıyor, genelde yine her tapınak bir tanrı(y/çay)a adanıyor ama ara sıra çoklu kült barındıran tapınak kurgusunu Roma Etrüsklerden alıyor. Böyle olunca da bu tip tapınaklarda cellalar birden çok naos içerebiliyorlar.

Bu geleneğin en sık rastlanılanı popüler üçlü Jüpiter - Juno - Minerva. "Capitolin Üçlüsü" de denen bu üçlü Roma dininde önemli bir yer tutuyordu. Kim bunlar derseniz Yunan mitolojisindeki karşılıkları Zeus - Hera - Athena. Tabi dediğim gibi Yunan’da böyle bir üçlü kült ya da üçlü tapınak yok. Roma bu geleneği Etrüsklerden alıyor.

Pompei'de MÖ 2. yüzyılın ortalarında inşa edilen Jupiter Tapınağı'nda da Capitolin Üçlüsü'ne tapınılırdı. Bu nedenle cella 3 bölümlü idi. (Kaynak: wikipedia)

Teoloji konusunda önemli bir fark daha var Romalılarla Yunanlar arasında. Romalılar ölümlü insanları da yaşarlarken veya öldükten sonra tanrılaştırabiliyor, adına kült kurup tapınaklar inşa edebiliyorlardı. Yunanlılar için bu mümkün değildi hatta çok çok garip bir durumdu. Bize garip geldiği gibi Yunanlılara da çok garip gelirdi böyle kişi kültleri. Hatta muhtemelen büyük bir günah, tanrılara hakaret olarak değerlendirilirdi. Bu noktada biraz Roma dininin bu yöndeki özelliklerine değinmek yararlı olabilir. 

Romalılar panteonlarına (yani tanrılar alemine) yeni tanrılar katmakta oldukça açık fikirliydiler. Ele geçirdikleri topraklardaki halkları boyunduruk altında tutmalarını sağlayan önemli bir özellikti bu. Genelde ele geçirdikleri halkların tanrı ve tanrıçalarını yasaklamaz, ibadetlerine karışmaz hatta onların tanrılarını da kendi tanrılarının arasına katarlardı. Ölümlüleri bile tanrılaştırmalarına olanak sağlayan özellikleri bu esneklikleri idi. 

Tabi çok da iyilik kelebeği değillerdi bu konuda. Akla peki neden Hristiyanlara o kadar zulmetmişlerdi diye bir soru gelebilir. Aslında Romalıların Hristiyanların tanrılarıyla bir alıp veremedikleri yoktu ancak Hristiyanların Romalıların tanrılarına saygı göstermemesi, onların tanrılarına sunularda bulunmaması asıl sorundu. Bunun için bir çok diğer pagan dine toleranslı yaklaşsalar da Hristiyanlar aynı toleransı tanımadılar. Tabi bu konunun altında gittikçe güçlenen Hristiyanlığın yol açtığı sosyo-ekonomik durumlar da vardı... Yani pagan Roma-Hristiyan mücadelesi basit bir dini meseleden daha kapsamlı bir durumdu.  

Yine tapınaklara dönecek olursak... Roma tapınakları deyince istisnai bir örnekten de bahsetmemek olmaz: Pantheon. Yani tüm tanrılara adanmış tapınak. Pantheon'u bir başka blog yazısında uzun uzun anlattığım için burada sadece yazını sonundaki linkten o yazıyı da okumanızı önermekle yetineceğim ama şunu da söylemek gerekir ki "pantheon" yani tüm tanrılara adanmış bir tapınak fikri de Yunan geleneğinde olmayan bir şeydi. 

Tipik bir Roma tapınağı. Cellanın içini de gösteren güzel bir çizim
(Kaynak: https://www.daviddarling.info/encyclopedia_of_history/R/Roman_temple.html).

Şimdi gelelim Anadolu'ya. Roma Anadolu'yu MÖ 133 yılında ölen son Pergamon Kralı III. Attolos'un vasiyetnamesine dayanarak egemenliği altına aldı. Ancak Anadolu'nun köklü gelenekleri bir anda değişmedi. Yani bir gecede Romalı olduk gibi birşey olmadı. Roma başlarda Anadolu'ya valiler ve çeşitli yöneticiler atmak ve elinden geldiğince sömürmekten başka bir şey yapmadı. Kim nasıl tapınak yapıyor, neye tapıyor çok da önemli değildi. Ancak zamanla Anadolu'da Romalı nüfus, yani İtalya'dan ve diğer eyaletlerden gelen nüfus artmaya başlayınca (ki sahip olduğu zenginlikler ve özellikle sunduğu ticaret potansiyeli nedeni ile Anadolu cezbediciydi) bir süre sonra Roma gelenekleri de Anadolu'da yerleşmeye başladı. Ancak yine de hiç bir zaman Anadolu'nun kendi geçmişindeki yerli gelenekler ve Yunan geleneği yok olmadı. Onun içindir ki örneğin Roma mimarisi denince ilk aklımıza gelen amphitiyatrolara Anadolu'da çok çok nadiren rastlarız. Aynı şekilde tapınak mimarisinde de Anadolu hakları Roma egemenliğine girseler de kendi eski düzenlerinde yani Yunan düzeni diyebileceğimiz biçimde tapınaklarını inşa etmeye devam ettiler. Tabi dediğim gibi zamanla Roma tipindeki tapınaklar da görülmeye başlandı ama hiç bir zaman eski tip tapınaklardan daha fazla inşa edilmedi. Her zaman azınlık olarak kaldılar. 

Roma tipi tapınaklar daha çok yeni kültlerle birlikte inşa edildi. Yani binyıllardır tapınılan Artemis için geleneksel düzende bir tapınak inşa edilirken Roma ile birlikte gelen imparatorluk kültüyle, örneğin imparator İmparator Trajanus için bir tapınak yapılacaksa podyumlu bir tapınak tercih ediliyordu. Tabi bunun da genel bir kuraldan ziyade eğilim olduğunu söylemek gerek.

Pergamon Trajan Tapınağı (Traianeium) En soldaki makette ön-soldan podyum ve giriş merdivenleri görünüyor. Ortada arka-soldan bir restitüsyon çizimi, sağda ise yine arka-soldan günümüzdeki durumunu gösteren fotoğraf. 

Yeri gelmişken imparator kültlerinden de biraz bahsedeyim...

Roma İmparatorluğu'nda bir imparator kültü kurmak bir kent için bir çok ayrıcalığı elde etmek anlamına gelirdi. Örneğin bir imparator bir kente kendi adına bir kült kurma izni bahşederse o kent belli bir süre ya da süresiz olarak vergiden muafiyet ya da benzeri kazançlar elde ederdi. Bu lütuf "neokoros" unvanını getirirdi kente. Yani imparator için kült kurma ayrıcalığı bahşedilmiş olan. Pergamon, Smyrna, Ephesos aklıma gelen neokoros unvanına sahip ilk Anadolu kentleri. Hatta bazı kentler "iki kere neokoros" filan diye anılır bununla övünürlerdi.

Kaynaklar ve Öneriler

Leland M. Roth, 2006, Mimarlığın Öyküsü, Kabalcı.




web1: https://antandros.org/project/aeneas-rotasi/
web2: https://www.wikiwand.com/en/Samnium

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder