15 Ağustos 2019 Perşembe

Ecdat Bildiğiniz Gibi Değil I Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi


Geçenlerde Halil İnalcık’ın bir makalesini okurken ilginç ve bizim hayalimizde yarattığımız “ecdat” mitiyle hiç uyuşmayan bir şeye rastladım. Halil İnalcık’ın gösterdiği kaynak olan Kritovulos Tarihi’ni alıp okuyayım dedim ki ne göreyim... Bizim ecdat hiç öyle bildiğimiz gibi değilmiş.

Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un fethi ile ilgili sayısız şey okumuş, duymuşuzdur. Ama bunlardan hangileri gerçekten yaşanmıştı ya da başka neler yaşandı anlatılmayan diye pek merak etmeyiz.

Tarihi olaylar, ideolojik bir araca dönüşmeleri potansiyelleri ölçeğinde özünden uzaklaşıp anlatıya dönüşürler. Şüphesiz çoğu tarih kuramcısı hiç bir düşüncenin ideolojiden bağımsız olamayacağını söyleyip az ya da çok tüm tarih çalışmalarının kurulmuş anlatılar olacağını söyleyeceklerdir ki bence de haklılar. Ama bazı tarihsel olaylar o kadar ideoloji yüklenir ki artık konu sağlıklı tartışılamaz hale gelir. Fatih Sultan Mehmed ve İstanbul'un fethi buna iyi bir örnek.

Kritovulos Tarihi ve içindeki dipnotlar bizim nasıl gerçekdışı bir “ecdat” miti yarattığımızı göz önüne seriyor. Kitap ne kadar güvenilir, tartışmalı tabi ki. Kritovulos 15. yüzyılda yaşayan hem Bizans Konstantinapolis’inde hem de Osmanlı Konstantiniyye’sinde yaşamış, Fatih Sultan Mehmet’le yakın ilişki kurmuş bir adam. Tabii ki kendisinden objektif bir tarihçilik beklemek anlamlı olmaz. Ancak Fatih Sultan Mehmed’e ithaf ettiği bir eserde Osmanlılar hakkında yazacağı aşırı övgüler beklenebilirse de yalan yere olumsuz şeyler uydurma olasılığı pek yok. Aksi takdirde hayatı tehlikeye girer. Tabii ki yanıldığı, abarttığı şeyler olabilir ancak çoğu olayı içinde/yakınında yaşayarak yazdığı için bunların oranının çok fazla olacağını sanmıyorum.


Bu yazıyı yazarken çekindiğim bir şey de kendi geçmişini kötülemenin veya herkesin söylediğinin tersini söyleyen olmanın itici popülaritesine teslim olmuş gibi görünmek. Açıkçası bu ikisinden de kaçınmak isterim. Derdim, olmuş olanları olabildiğince doğru bilmek ve geçmişimizle daha dürüst ve sağlıklı ilişki kurabilmek.

Biliyoruz ki aşağıda sıralayacağım ve çoğunu ecdadımıza konduramayacağımız işler aslında dünyanın her iktidarı tarafından farklı zamanlarda yapılan, yapılabilecek şeyler. Yani buradan dünyanın en kötü hükümdarları ya da halkı bizmişiz sonucu çıkmaz. Ama sürekli bir hayal dünyasında yaşayıp oluşturduğumuz mitleri tarih sanma durumundan çıkmamız lazım. 

Bu canlılandırma Kristovulos'un anlattıklarına en yakın olanı sanırım (web1).
İlk olarak Halil İnalcık referanslı bir dipnottan Osmanlılar’ın Çanakkale Boğazı’nı geçip Avrupa’ya ilk ayak basışlarının şaşırtıcı öyküsünü öğreniyoruz. Normalde ne bekleriz? Şanlı atalarımız kılıç kuşanıp çeşitli kahramanlıklarla Rumeli’deki kaleleri fethetmesini değil mi... Hatta internette ne kahramanlık destanı diziliyor bu "akın" için. Ama ne yazık ki pek öyle olmuyor. Şöyle oluyor:

1352’de imparatorluk iddiasında olan Bizanslı Kantekuzenos Sırplar ve Bulgarlar’a karşı savaşırken Orhan Bey’in batı bölgelerinden sorumlu oğlu Süleyman’ı yardıma çağırıyor. Süleyman da Bizans’a yardım için adamlarıyla gelip Çimpe Kalesi’ne yerleşiyor. Savaş bitince Kantekuzenus:

“Teşekkür ederim Süleyman Bey, sen artık geri dön istersen...”

diyor ama Süleyman Bey:

“Yoo, ben burda iyiyim. Buraları Osmanlı’ya kattım ben” diyor.

Yani tam olarak bu diyalog geçmemiş olabilir ama aşağı yukarı böyle bir hile ile Osmanlı Rumeli’deki ilk toprağını kazanmış oluyor. Tabi Bizans’ın Süleyman Bey’i kaleden zorla atacak gücü olmadığı sonucu da çıkabilir bundan ya da belki zaten Sırp ve Bulgarlarla uğraşırken Osmanlılarla da arasını bozmak istemediği için bu oldu bittiyi sineye çekmiş olabilir.


Yine başka bir dipnottan fetihten hemen önce Konstantinopolis’in nüfusunun 50.000 civarında olduğu, adı gitmiş sanı kalmış, oldukça güçsüzleşmiş bir kent olduğunu öğreniyoruz. Bu kenti savunmaya çalışan silahlı güç ise sadece 5.000 kişi civarında idi.

Osmanlı gücü ise Kritovulos’a göre 300.000’den fazla savaşçı asker ve onlara hizmet eden levazım birliklerinden oluşuyordu. Yani yani Osmanlılar Bizanslılar’ın 60 katından fazlaydı. Hadi Kritovulos biraz abarttı, 50 katıydı diyelim...

Şöyle gibi:

BİZANSLILAR:     1                                  .
OSMANLILAR:   60                      ..............................
                                                 ..............................

Ancak yine de bu sayılar fethi önemsizleştirmez. Zira kent çok üstün bir savunma sistemine sahipti ve kalabalık orduya rağmen bu sistemi aşmak hiç kolay değildi. Yani bir bakıma kenti Bizanslılar değil bu surlar-hendekler-zincirler savunuyordu.


Yine İnalcık referanslı bir dipnotta I. Bayezit’in Anadolu’daki diğer Müslüman beyliklere saldırmak için Sırplarla ateşkes anlaşması yaptığını ve Bizans İmparatorunun oğlu Manuel Paleologos’tan destek aldığını öğreniyoruz.

ŞOK ŞOK ŞOK

Osmanlı Sırplarla anlaşma yapıp Bizans’tan destek alarak Anadolu’daki Müslümanlara savaş açıyor. İnalcık söylemese inanılacak şey değil. Kaynak da şu: İnalcık, Bayezid I, DIA 5, 231-234.

Bugün, Karamanoğulları’nın torunlarının torunlarının ... torunları olan Konyalılar’a sorsan Osmanlı’nın ne müthiş bir imparatorluk olduğunu anlatırlar. Herhalde baya bi arabanın arkasında padişah tuğrası vardır İç Anadolu’da.

Lan oğlum adam Sırplarla anlaşıp, Bizans’tan destek alıp senin atalarını doğramış, sen hala...

Eh, dedik, “ecdat, bildiğiniz gibi değil...”


Devam edelim.

Kitabın bir dipnotunda daha (bu arada Kritovulos’un yazdıkları kadar hatta ondan daha çok şeyi dipnotlardan öğreniyoruz bunun için de dipnotlarla yayını zenginleştiren çevirmen Ari Çokona'ya teşekkür etmek gerekir.) dillere pelesenk olmuş bir efsanenin daha gerçek olmadığını öğreniyoruz.

Hani Haçlılar saldırınca II. Mehmet babası II. Murad’a “Eğer padişah sensen gel ordunun başına geç, yok bensem sana emrediyorum, gel ordunun başına geç” demiş ya...

Yok işte dememiş. Olay şöyle olmuş:

Haçlılar saldırınca veziri Çandarlı Halil Paşa II. Mehmet’in isteğine aykırı olarak Murad’ı ordunun başına çağırmış. Yani Mehmet babasının dönmesini istememiş. Halil Paşa “Lan oğlum çoluk çocukla Haçlılara nasıl direniriz” deyip eski padişaha haber salmış.

Belli ki bu olaydan Halil Paşa’ya gıcık olan Fatih’in yıldızı hiç barışmamış paşayla. Çandarlı Halil Paşa’nın başına gelenlerden anlıyoruz bunu:

İstanbul’un fethinin yeni bir Haçlı seferine neden olacağını düşünen Halil Paşa fethe karşı imiş. Daha sonra fetih yanlıları bu tutumundan dolayı onu Bizans’tan rüşvet almakla suçlamış ve fethin ertesi günü Fatih, Halil Paşa ve oğullarını tutuklatmış, mallarına el koyduktan sonra da astırmış.

Belli ki Halil Paşa tecrübeli ve perspektifi geniş bir stratejistmiş ancak ne yazık ki Osmanlı’nın iç çekişmelerine kurban gitmiş. Halil Paşa’nın neden idam edildiğine dair başka görüşler de vardır. Bazıları onun gizli gizli Bizanslılarla yazıştığını iddia eder.

Bu arada Halil Paşa’nın devlete borç verecek kadar zengin olduğunu da belirtelim. Çok zenginleşen soyluların sudan bir bahane ile idam edilip hükümdarların mallarına konması eski bir Roma geleneğidir ve anlaşılan Osmanlı Roma’dan bu geleneği de almış. Başka bir dipnotta Uzunçarşılı’nın II. Bayezid döneminde bu malların varislere iade edildiğini aktardığını da not edelim. 

Çandarlı Halil Paşa'nın İznik'teki mütevazı mezarı (web2).


Yine dipnotlardan öğrendiğimiz bir başka şaşırtıcı bilgi de Osmanlılara karşı Konstantinopolis’i savunan Osmanlıların olması. Şaka yapmıyorum. 

Dipnot 89:

“Orhan Çelebi ya da Şehzade Orhan, aralarında Kritovulos'un da bulunduğu bazı kaynaklara göre II. Murad'ın kardeşi, başka kaynaklara göre ise Fetret Devri padişahlarından Süleyman Çelebi'nin torunuydu. Osmanlı tahtında hak iddia etmiş, ayaklanmalar çıkarmış ve Bizans'a sığınmıştı. Bizanslılar, onu İstanbul'da tutarak, Anadolu'ya geçip isyan çıkarmaması karşılığında Osmanlılardan yılda 300.000 gümüş vergi alıyordu. İstanbul'un kuşatılması esnasında Türk asıllı paralı askerlerden oluşan bir birliğin başında Langa Limanı çevresindeki surları savunuyordu.”

Ne olaylar dönmüş bilmediğimiz... Hükümdarlık iddiasında bulunup iç savaş çıkarma potansiyeli olan taht varislerinin elde tutulup düşmana şantaj yapılması dünya tarihinde çok sık görülür. Osmanlı’da da bunun en önemli örneği Cem Sultan olayıdır.

Ama hadi Orhan’ı anladık. Fatih yakalarsa kafasını kesecek, o kesin de, yanındaki “Türk asıllı paralı askerler” niye Osmanlılar’ın tarafına geçmiyor onu anlamadım.

Burada tarihin ilginç bir aktör modeli ile karşılaşıyoruz. “Paralı asker”. Çok ilginç bir konudur. Akla hemen Persler Yunanistan’a saldırınca Perslerin yanında savaşa giren Yunan paralı askerleri geliyor tabi... Neyse.

Orhan’ın sonunu Kritovulos şöyle anlatıyor:

“Uzun süre önce, kendisini öldürtmek isteyen ağabeyinin korkusundan Polis'e sığınmıştı ve ona umut bağlayan Kral Konstantinos tarafından büyük ihtimam ve saygıyla konuk ediliyordu. Şehrin fethedildiğini görünce, hayatını kurtarmak için, onlarla aynı giysileri giydiği ve dillerini konuştuğu askerlerin arasına karışarak gizlice kaçmak istedi. Ancak onu tanıyanlar vardı. Tanındığını ve peşine düşüldüğünü görünce hemen kendini surdan aşağı atarak hayatına son verdi. Askerler koşarak kafasını kesip sultana götürdüler; çünkü sultan ısrarla amcasını ölü ya da diri görmek istiyordu.”


Kritovulos Tarihi’nden öğrendiğimiz bir başka şey ise fetihten ve yağmadan sonra Fatih’in kentin düştüğü acıklı duruma çok üzüldüğü. Ancak kent kendi isteği ile teslim olmadığı, savaşla alındığı için İslam hukukuna göre yağma zorunluydu. Yani Fatih’in bir seçme hakkı yoktu.

Fatih belki de bu durumun getirdiği pişmanlıkla sağ kalanlara iyi davranmak, Bizans soylularını önemli görevlere getirmek istedi. Hatta Bizansın Büyük Dük’ü yani donanma komutanı Notaras’ı kentin epharosu yani subaşısı/valisi yapmak istedi.

Ancak Fatih’in çevresindekiler kıskançlıkla bunu engelledikleri gibi tüm ileri gelenleri de öldürttüler.

Kritovulos şöyle anlatır:

“Devlet büyüklerinden bazıları -amaçlarını bilemiyorum ancak kin ve nefretle hareket ettikleri kesin- seçkin Romalıların bu şehirde koruma altında yaşamalarının sakıncalı olduğunu belirterek sultanı bu insanları ortadan kaldırması gerektiğine ikna ettiler. Onlar hakkında: “Senin toprağında yaşayıp ortalıkta dolaşmamaları gerekir. Biraz toparlanıp kölelikten de kurtulunca artık rahat durmayacaklar, eskiden sahip olduklarını ve özellikle özgürlüklerini özleyecekler. İster düşmanlarımıza sığınsınlar ister burada kalsınlar, şehir aleyhinde her şeyi yapacaklar," dediler.

Sultan ikna olduğu ya da daha doğrusu yanlış yönlendirildiği için bu insanların idam edilmelerini emretti. Onlarla birlikte büyük dükle iki oğlu da idam edildi.”

İşin ilginci Fatih bir süre sonra “kim uçurttu lan bunların kellelerini bana!” ya da buna benzer şeyler diyerek bir pişmanlık krizine girer ve Kritovulos’a göre:

“Sultan daha sonra, kendisini bu insanları öldürtmeye ikna edenlerin kurnazlıklarıyla kötü niyetlerinin farkına vararak onlardan nefret etti ve yanından uzaklaştırdı. Bazılarını idam etti, bazılarını da rütbe ve makamlarından uzaklaştırdı. Böylece bu insanlara karşı işledikleri suçun cezasını ödediler. Ancak bütün bunlar daha sonra oldu.”

Yine bir dipnottan Fatih’in Bizanslı bir çok soylu genci, hatta Bizans tahtında hak sahibi olabilecek gençleri devşirdiğini ve Osmanlı yönetimlerinde önemli noktalara getirdiğini hatta bunlardan birinin sadrazam yani devletin 2. adamı bile olduğunu görüyoruz:

“II. Mehmed, daha sonra Enez ve Trabzon'un fethinde de yapacağı gibi Bizans asil sınıfının gençlerini yetiştirerek yüksek mevkilere getirdi. Bu gençler arasında en bilinenleri, Fatih döneminde sadrazam olan Rum Mehmed Paşa'dır (1464-1469). Son imparator Konstantinos'un çocukları olmadığından, Bizans tahtında hak iddia edebilecek olan kız kardeşinin oğulları da sonraki yıllarda yüksek mevkilere geldi. Bunlardan Has Murad Paşa, İstanbul'da Vatan ve Millet caddelerinin kesiştiği yerdeki cami ve külliyeyi yaptırmış, Otlukbeli Savaşı'nda ölmüştü. Kardeşi Mesih Paşa ise II. Bayezid döneminde (1499-1501) sadrazam olmuştu.”

Devşirme sistemi zaten bilenen bir şeydir. Sadece Osmanlı’ya da has değildir. Kökeni Antik Yunan’a, Platon’un kuramsal düşüncelerine kadar gider. Osmanlı yönetim elitinin çoğu da gayrimüslim kökenli devşirmelerdir. Bunlar devşirildikten sonra cami yaptıracak kadar Müslümanlığı benimserler.

Ama yine de Bizans, toplumsal zihnimizde bu kadar düşman çağrışımı yaparken Osmanlı’nın Bizans’ın en önemli adamlarını alıp kendine sadrazam yapması çok ilginç. 

Ya bir de şu çok garip değil mi, adam neredeyse bütün sülalesini tahtına tehdit olarak algılayıp kılıçtan geçiriyor, Bizans soylularını alıp sadrazam yapıyor. Çok çok acayip. Bu bir suçlama değil, sistem kişileri böyle davranmaya itmiş demek ki.


Fetihten hemen sonra Fatih Sultan Mehmed’in ardarda çelişkili kararlar verdiğini öğreniyoruz yine Kritovulos’tan.

Notaras’ı önce vali yapmayı düşünüp sonra öldürtmesi, ardından pişman olması, daha sonra Çandarlı Halil Paşa’yı öldürtmesi (bundan pişman oldu mu, bilmiyoruz), ardından önce İshak Paşa’yı sonra Zağanos Paşa’yı çok kısa sürelerle önemli mevkilere getirip sonra vaz geçmesi, sonra kısa bir süre önce evlenmiş olduğu Zağanos Paşa’nın kızından boşanması ve baba-kızı Asya’ya göndermesi gibi garip kararlar verir. 

Bu arada Fatih’in Zağanos Paşa’yı kendinden uzaklaştırması acaba Bizanslı bazı soylulara iltifat etmeyip onları öldürtmesi için aklını çelen o muydu diye düşündürür.

Sanki ne yapacağını bilmez toy bir hükümdar görünümündedir. Hiç bize anlatılan anlı şanlı Fatih Sultan Mehmed Han gibi davranmaz. 

Gentile Bellini'nin yaptığı Fatih Sultan Mehmed portresi.

Yukarıdaki bir çok aktarıma bakınca sanki Osmanlı, Bizans’ı bizim kadar düşman görmüyormuş gibi geliyor bana. Bizans Osmanlı için kimi zaman müttefik olunacak, kimi zamansa savaşılacak standart bir siyasi aktördü. Karamanoğulları’ndan farklı değildi. Hatta Karamanoğulları ile savaşırken Bizans’tan yardım isteyecek kadar iyiydi arası.

Bu arada son bir not, Bizanslılar hiç bir zaman kendilerine Bizanslı dememişlerdir. Her zaman Romalı demişlerdir ki doğrusu da budur. Bizans diye bir devlet yoktur. Doğrusu Roma veya Doğu Roma İmparatorluğu'dur. Metinde kolayıma geldiği için ve genelde yerleşmiş terim olduğu için Bizans sözcüğünü kullandım, kendilerinden özür dilerim.


KAYNAKLAR

Kristovulos Tarihi, (1451-1467) , Kristovulos, Çeviren Ari Çokona, İş Bankası Yayınları, 2012.
web2: Wikipedia

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder