Bu yazıda antik Yunan mitolojisinin önemli aktörlerinden bir olan Theseus’u konuşacağız. Mitolojideki tanrılar ve tanrısal varlıklardan sonra gelen kahramanlar sınıfına mensup olan Theseus başından geçenlerle bir çok sanat eserine konu olmuş (bunlara değineceğiz), kıssadan hisse tadında mesajlarla dolu (bunlara da değineceğiz) maceralar yaşamış ve mitlerin onların yaratıldığı, anlatıldığı dünya ile ilişkisine dair önemli ipuçları taşımıştır günümüze. Asıl konumuz da bu zaten, yoksa mitin envai çeşidini internetten bulabilirsiniz.
Yine de adet yerini bulsun, Theseus'un Minotauros mitini hızlıca bir aktaralım...
Antik Yunan mitleri aslında neredeyse hepsi birbirine bağlı devasa bir külliyatın parçalarıdır. Yani bir mite başlamak her zaman zordur. Bu zorluk aslında mitlerin bir başlangıç noktası olmamasından ileri gelir. Mutlaka o başlangıç durumunu oluşturan başka olaylar da olmuştur ve onlar da başka mitlerle bağlantılıdırlar. Yani her seferinde eksik bırakmamak için en baştan başlamak gerekir ama bu da çok uzatır hikayeyi. Ayrıca mit ilerlerken de dallanır budaklanır, her zaman ana yoldan çıkıp başka yollara, başka mitlere kayılabilir... Neyse biz kestirmeden en kısa yoldan özetlemeye çalışalım.
Theseus bir kralın oğlu. E herhalde... Yoldan geçen düz bir adam olmayacak ya. Gerçi bu durum, mitlerin sınıfsal yapısına dair de bir şeyler söylüyor. Marksist bir bakış açısıyla “Yoldaşlar! Neden bu kahramanların hepsi ya bir tanrı(ça)nın ya da kralın oğlu oluyor? Antik dünyanın emekçileri.... Birleşin!” diye bir serzenişte bulunmak da bence gayet anlamlı. Gerçekten de Yunan mitolojisinde -muhtemelen diğer mitolojilerde de- sıradan insanlara çok nadiren, o da figüran olarak rastlanır. İster tanrılar aleminde isterse de insanlar arasında geçsin başrolde her zaman aristokratlar yani en üst sınıftakiler vardır. Gerçi bu edebiyat tarihinin önemli bir kısmında tüm eserler için geçerli bir şey. Sıradan insanın hikayesi için ancak 20. yüzyılı beklemek gerekiyor. Pek emin değilim ama James Joyce’un Ulysses’i bu konuda en erken örneklerden biri olabilir. Bu ilk örneğin kurgusunu ve adını Odysseia’dan alması bu bağlamda ilginç bir ironi de değil mi aynı zamanda... Neyse bu tartışmayı edebiyat tarihçilerine bırakıp konumuza dönelim.
Kahramanımız Atina Kralı Aegeus ile Kraliçe Aithra’nın oğlu. Gerçi babasının Poseidon olduğuna dair de söylentiler var ama zaten antik dünyada babası tanrı olmayan yok maşallah... Biliyorsunuz özellikle antik Yunan tanrıları uçkurları oldukça gevşek arkadaşlar... Ancak bu konuyu vulgarlaştırmadan önce üstüne biraz düşünmek de iyi olabilir.
Ben bu mitlerdeki "sürekli çapkınlık peşinde koşan tanrı" sendromuna dair iki şey düşünüyorum. Birincisi bu tanrıların çapkınlıklarının, karşı tarafın rızası dahilinde olan ya da olmayan birleşimlerin aslında alegoriler olduğunu, bunların Yunan kültürünün başka kültürlerle farklı yöntemlerle birleşmelerini sembolize ettiğini okumuştum galiba bir yerlerde ki bence gayet iyi bir yorum. Bir de eski çağlarda yoğun yaşanan kız kaçırma, tecavüz, babası belli olmayan bebek vs... gibi durumların anlatılara babanın tanrı veya tanrısal yaratıkların olması gibi girdiğini düşünüyorum. Bu söz konusu duruma uğrayan kadının o zamanın acımasız toplumunda saygınlığını korumada bir miktar işe yarıyor olmalı. Ya da o gün işe yaramasa nesiller sonra belki...
Neyse... Bu arada şunu da belirtelim, Theseus’un yaşadığı bir çok olay, kahramanlık var. Biz bir kısmını hızlıca geçip daha çok Minatauros macerasına odaklanacağız. Zira dediğim gibi anasının, babasının, çocukluğunun başka başka hikayeleri var. Eğer siz Theseus'un çocukluğunu veya diğer maceralarını merak ediyorsanız yazının sonundaki web1 kaynağına bakabilirsiniz. Bu diğer mitlere hiç bulaşmadan diyebiliriz ki Theseus, babasının bir kayanın altına bıraktığı kraliyet eşyalarını kayayı kaldırıp kuşanacak yaşa gelince annesinin yanından ayrılıp Atina’ya babası Aigeus’un yanına gider.
Aigeus'un zamanında Atina, daha önceden Minoslularla yaptığı bir savaşta mağlup olmuş ve savaş tazminatı olarak periyodik olarak Girit'e kurban edilmek üzere belli sayıda genci göndermekle yükümlü kılınmıştı. Bu arada MÖ 2. binyılda Girit'te yer alan, arkeolojik kazılarla da tespit edilmiş güçlü uygarlığın adı Minos. Aynı zamanda krallarının adı da Minos... Daha doğrusu 20. yüzyılın başında bu uygarlığı keşfeden Sir Arthur Evans'dan beri uygarlığın adını bulamadığımız için o uygarlığa krallarının ismine atfen "Minos Uygarlığı" diyoruz. Muhtemeldir ki onlar kendilerine başka bir şey diyorlardı...
Sayı ve süre farklı kaynaklarda farklı belirtilebiliyor ancak yaygın versiyona göre, her 9 senede bir 7 erkek 7 kız toplam 14 gençten oluşan bir kafile Girit’e gönderiliyor ve bu gençler Labiryntos’ta tutulan Minotauros’a (kelime anlamı: Minos’un Boğası) kurban olarak sunuluyordu.
Burada uzunca bir alıntıyla mitin buraya kadar olan kısmını MS 1. yüzyılda yaşamış önemli Yunan yazar Plutharkos’un nasıl anlattığını aktarayım:
“Çok geçmeden Girit’e verilmekte olan haracın Toplayıcıları üçüncü kez geldiler bu haraca gelince bir çok yazarın üzerinde anlaştı öykü şöyledir:
Androgeos bir ihanet sonucunda Attika sınırları içinde öldürüldüğü için yalnızca babası Minos ülkede yaşayanlara sürekli savaş yoluyla büyük bir rahatsızlık vermekle kalmamış ama tanrılar da ülkelerine büyük yıkımlar getirmişti. üzerlerine hem kıtlık hem de veba çökmüş ırmakları kurumuştu. Bilicileri onlara eğer Minos’u yatıştırır ve onunla uzlaşırlarsa tanrıların öfkesini ve çektikleri sefilliklerin sona ereceğini söyleyince hemen haberciler gönderdiler ve yakarıları sonucunda onunla bir anlaşmaya vardılar. Buna göre her dokuz yılda bir Girit’e haraç olarak yedi genç erkek ve bir o kadar da genç kız göndermeyi kabul ettiler. öykünün en dramatik biçimi bu genç erkek ve kızların Girit’e varır varmaz labirentte Minotauros tarafından yok edildiklerini ya da oradan bir çıkış yolu bulamadan kendi başlarına dolanıp durarak sonunda yaşamlarını son verdiklerini anlatır.
…
Ama Filokhoros Giritlilerin ne olursa olsun bunu kabul etmediklerini labirentin mahkumların kaçmasını önlemenin dışında rahatsız edici hiçbir yanı olmayan sıradan bir hapishane olduğunu söylediklerini anlatır Minos’un Androgeos onuruna oyunlar düzenlediğini oyunu kazananlar için ödüller olarak bu Atinalı gençleri verdiğini ve gençlerin bu sırada labirentte tutulduklarını söyler. İlk oyunlarda utkuyu Minos’un yönetimi sırasındaki en güçlü komutan olan Tauros adında hiç de yumuşak ve anlayışlı olmayan birinin kazandığını bu kişinin Atinalı gençlere küstahça ve acımasızca davrandığını anlatır”
Gençlerin seçilmesi meselesi Plutarkhos’da şöyle aktarılır
“Öte yandan Hellanikos ise Atina’nın genç erkek ve kızlarını kura yoluyla göndermediğini ama Minos’un kendisinin gelip onları seçtiğini ve bunu yaparken herkesten önce Theseus’u ayırdığını ve bunu yaparken anlaşmanın koşullarını izlediğini söyler. Anlaşmaya göre Atinalılar gemiyi sağlayacak onunla birlikte yolculuk edecek olan gençler yanlarında herhangi bir silah bulundurmayacak ve eğer Minotaurus öldürülecek olursa ceza sona erecekti”
Şimdi bu Minotauros’un kim veya ne olduğuna bir bakalım. Mitolojideki bir çok negatif karakter gibi Minotauros’ta tanrılara karşı işlenen bir suça karşı ortaya çıka(rıla)n bir canavar.
Girit Kralı Minos, kardeşleri ile taht mücadelesindeyken tanrılara onun tarafını tutmaları ve Giritlilere tanrıların onayladığı kralın kendisi olduğunu göstermeleri için dua eder. Tabi mühürsüz oyları saydırmak, mükerrer oy kullandırmak gibi taktikler henüz bilinmediğinden o dönemde tek seçim hilesi tanrıları devreye sokmaktır. YSK diyebileceğimiz Zeus da muhtemelen çapkınlık peşinde koştuğu için o aralar çok ilgilenmez bu seçimle.
Neyse, Poseidon Minos’un bu duasına karşılık verir ve ona denizden bembeyaz, görkemli bir boğa gönderir. Bu mucize sonrasında Giritliler ikna olur Minos'un tanrılar tarafından seçildiğine ve Minos tek başına iktidar olur.
Bu olaydan sonra Minos’un teamüller gereği önce bir balkon konuşması yapması, ardından boğayı dini törenlerle Poseidon'a kurban etmesi gerekir ancak Minos çok gösterişli olan boğaya kıyamaz ve onun yerine alelade boğalar kurban eder.
Şimdi abi yapılacak iş mi bu. Koskoca tanrı yer mi bunu… Yemez tabi ve bu olaya (geleneğin yerine getirilmemesine) çok sinirlenen Poseidon Minos’tan intikam almak için karısı Pasiphae’yi bu boğaya aşık eder ve Kraliçe bu boğayla birlikte olmak için karşı konulamaz bir arzu duyar.
Haydaa… Şimdi kadının ne suçu var, ne alaka boğa arzusu gibi sorular kafalarımızı kurcalarken Pasiphae bu birleşmeyi sağlayabilmek için yöntemler aramaktadır. Bu sırada mitolojinin önemli isimlerinden Daidalos ve oğlu Ikaros da Girit’te sürgünde bulunmaktadır. Daidalos sanatların ve zanaatların mitolojideki piri, ilk mimar, bir çok icadı bulunan bir zattır. Pasiphae Daidalos’tan birebir ölçekte içine girebileceği bir inek maketi yapmasını ister. Sonrasının detayına girmeye gerek yok artık siz tahmin edebilirsiniz olayları.
Bu acayip durum iki biçimde okunabilir. Birincisi burada, erkek egemen toplumlarda bir erkeğin işlediği suçun cezası olarak onun "sorumluluğundaki" kadının özellikle cinsel açıdan garip/küçük düşürücü bir eylem ile cezalandırılması görülüyor. Şüphesiz antik Yunan toplumu, hele ki erken çağlarında oldukça katı ataerkil bir toplumdu. Gerçi Minos uygarlığı özelinde bu durum biraz tartışmalı. Kadının bu uygarlıktaki yerinin katı ataerkil toplumlara göre daha yukarıda olduğu düşünülüyor ama burada önemli bir noktayı unutmamak gerekiyor; mit büyük olasılıkla Giritliler tarafından değil anakara Yunanlılar yani katı ataerkil Mykenler tarafından oluşturulup geliştiriliyor. Dolayısıyla anlatının içine sızan ataerkil toplum yapısı aslında Myken ya da belki daha eski anakara Yunanlılarının toplum yapısı.
İkinci yorumsa biraz daha spekülatif. ("Şu an uyduruyorum"un havalı söylenişi) Erken toplumlarda doğa ve doğanın gücünü temsil eden hayvanların kılığına girmek şamanik törenler yapmak gibi gelenekler vardı. Doğanın insanlar için en yaşamsal gücünün (hem bitkiler-hayvanlar hem de insanların) çoğal(t)ması olduğu zamanlarda, bu gücü en iyi temsil eden hayvanlardan boğanın kılığına giren şamanların temsili olarak veya gerçekten kabilenin kadınlarına çoğalma gücünü aktardığı inanışlar, ritüeller bu şekilde evrimleşerek mitleştirilmiş olabilir.
Neyse, konuya dönelim... Bu birleşmenin sonunda da Minotauros denen, vücudunun yarısı insan yarısı boğa olan bir canavar çıkar. Minotauros'un vücudunun bazı kaynaklarda ve resimlerde altı bazılarında da üst kısmı insan olarak gösterilir. Kesin bir uzlaşı yok galiba...
Kısa bir süre sonra büyüyen bu canavar insanlara saldırmaya, öldürmeye başlar. Çare olarak Minos Daidalos’tan içine girenin bir daha çıkamayacağı bir hapishane inşa etmesini ister ve o da günümüz dillerine “labirent” olarak geçen Labyrenthos isimli yapıyı inşa eder.
Burada da tabi Minos neden bu çocuğu öldürtmedi gibi bir soru gelebilir akla ama üvey de olsa baba işte... demeden önce muhtemelen babası Poseidon'un gözde boğasından olan bir yaratığı öldürmenin çok daha büyük dertlere neden olacağını tahmin etmiş olmalıdır.
Labyrenthos’a hapsedilen Minotauros insan eti ile beslenmek gibi kötü bir huya da sahiptir. Dolayısıyla ona belli aralıklarla insan kurban edilir. Minos da işte Atina’dan savaş tazminatı olarak düzenli olarak aldığı gençleri bu şekilde değerlendirir.
Tekrar Theseus'a dönecek olursak... Atina'ya prens olarak döndüğünde Theseus bu zorbalığa isyan eder. "Bu ne arkadaş... Belli aralıklarla 14 gencimizi bile isteye kurban olarak Girit'e gönderiyoruz. Bu çağda olacak iş mi... Sene olmuş MÖ 2. binyıllar, hala bu eski kafalılık..." vs. diye atar yapar ve krala yani babasına der ki, "Bu sefer 14 gencin arasına ben de katılacağım ve Minotauros' öldürüp halkımı bu saçma ızdıraptan kurtaracağım." Babası Kral Aigeus önce kabul etmez. Minotauros'un öldürülebileceğine imkan vermemekte, tek oğlunu böyle bir macerada kaybetmek istememektedir ancak sonunda ikna olur ve Theseus da o yıl gönderilecek kurban kafilesine katılır.
Babası gemi limandan ayrılmadan önce Theseus'a der ki: "Her gün gözlerim ufukta, dönüş yolunu gözleyeceğim. Akıbetinizi bir an önce öğrenebilmem için eğer Minotauros'u öldürüp zaferle geri dönmeyi başarırsanız gemiye beyaz yelkenleri çekin, ama eğer başarısız olduysanız ve gemi boş olarak dönüyorsa kaptan siyah yelkenleri çeksin. Ben de gemi ufukta göründüğü anda anlayayım akıbetinizi". Ya da başka bir versiyona göre Theseus'un fikridir bu yelkenle önceden akıbeti hakkında işaret verme.
Evet, biraz anlamsız bir istek gibi ama göreceksiniz, her zaman olduğu gibi böyle anlamsız durumların mitlerde olmasının bazı nedenleri var.
Neyse, içlerinde Theseus'un da bulunduğu 7 kız 7 erkek Atinalı ve bir kaptan gemiyle Girit'e yollanırlar. Adaya vardıklarında gelenek olduğu üzere bu gençler törenlerle karşılanır ve sonuçta bir nevi dini adak oldukları için kurban edilinceye kadar el üstünde tutulurlar. Akşam onurlarına müthiş bir yemek verilir. Bu arada Theseus'un kafasında tilkiler dönmekte, Minotauros ve Labyrenthos hakkında bilgi toplamaya çalışmaktadır. Veee her ataerkil hikayede olduğu gibi klasik oyunu oynar... Kralın kızı Prenses Ariadne'yi tavlar.
Artık gerçekten aşık mı olur yoksa mantık izdivacı mıdır bu tavlama birazdan göreceğiz... Neyse, Ariadne'yi Minotauros ve Labyrenthos konusunda sıkıştırır. Darlamalar ve boş vaatlerle ikna eder Ariadne'yi. Ancak ufak bir sorun Ariadne de bilmemektedir Minotauros'un nasıl öldürülebileceğini ve Labyrenthos'tan nasıl çıkılabileceğini. Gider Daidalos'a sorar. Daidalos da -krala gıcıklığına herhalde- Ariadne'ye Minotauros'u öldürebilecek özellikte bir kılıç verir ve Labyrenthos'tan kaybolmadan sağ salim çıkmanın yolunu söyler. Bu yol aslında oldukça basittir. "Bir yün yumağının ucunu kapıya bağlayıp onu aça aça ilerlesin, Minotauros'u öldürdükten sonra da yünü geri sararak çıkış yolunu bulur" der. “Has**ktir der Ariadne… Bizim niye aklımıza gelmedi ki bu…” Evet, prenseslerin de bazen ağzı bozuk olur.
Neyse... Ertesi gün kurbanlar Labyrenthos'a konur. Theseus herhalde çaktırmadan (artık nasıl çaktırmadıysa) ipi bir kenara bağlar ve Labyrenthos'un içlerine doğru devam eder. Sanat tarihindeki bir çok resim ve heykel bu bizim 1-2 cümle ile özetlediğimiz kısmı konu alır. Evet, kısa bir görsellik arası:MİTİN GERÇEK HAYATA GÖNDERMELERİ
Mitlerin içerisinde bunların ortaya çıktığı veya dilden dile yayıldığı dönemlere ait bazı ipuçları barındırdığına dair genel bir düşünce vardır. Tabii ki tanrılar, tanrıçalar, boğa başlı insan-canavarlar gerçek değildir ama dönemin insanlarının ve toplumlarının yaşantılarına dair bazı gelenekler, tarihi olaylar, durumlar ve mimarlık gibi teknikler mitlerin içine farklı oranlarda sinmiştir. Ne de olsa bunları ortaya çıkaran ve anlatırken geliştirenler insandır ve bu insanlar hayal güçleri kadar etrafta gördükleri ile de şekillendirirler mitleri. Bu bakış açısı ile bir çok mit çözümlemesi, yorumu yapılmıştır. Biz de şimdi biraz da spekülatif olarak bu mitin gerçek tarihsel olaylarla olası paralelliklerine dair yorumlar üretmeye çalışalım. Ancak şunu tekrar vurgulamam gerekir ki aşağıdaki yorumlar tamamen spekülatif ve tartışmaya açıktır.
Aslında bu ilişkilenmelerin bir örneğinden halihazırda yazı içinde bahsettim. Pasiphae'nin boğaya aşık edilmesi ve cinsel birleşme senaryolarında o zamanın veya belki daha da eski zamanların tortularının nasıl kalmış olabileceğine dair bir kaç şey söyledim yukarıda. Antik Yunan toplumunun eskilere gittikçe keskinleşen ataerkil toplum yapısının mitlerdeki karşılıkları ve belki bazı şamanik törenlerin toplumsal hafızadaki kalıntıları bu bağlamda söz konusu edilebilir.
Bir başka durum olarak, mitteki savaş ve savaş tazminatı meselesinden de anlaşılabileceği gibi Minotauros miti aslen Atina ile Girit arasındaki çekişmeyle ilişkili. Bunun için önce bu çekişmenin neden ve sonuçlarına bir değinmek gerekiyor. Gerçekten de Tunç çağında, MÖ 1600-1500 yılları civarında Yunan anakarasındaki Myken uygarlığı ile Girit Adası'ndaki Minos uygarlığı arasında bir çekişmenin olduğu biliniyor. Minos'un güçlü bir donanması olduğu ve erken dönemlerde Myken uygarlığından daha güçlü olduğu da tarihsel bir gerçek. Ancak zamanla zayıflayarak MÖ 1500'lere doğru Mykenler'in saldırılarına karşı koyamıyor ve en sonunda Myken uygarlığı adayı ele geçirip taşıyabildikleri değerli eşyalarla birlikte Minosluların büyük kısmını Yunan anakarasına taşıyorlar. Yani mitteki önce Minos üstünlüğü ardından Myken galibiyetinin tarihsel gerçeklerle bir miktar örtüştüğünü düşünebiliriz.
Mit ile gerçek arasındaki bir başka paralellikse mitte geçen oldukça karmaşık bir mekansal kurguya sahip olan Labyrenthos ile Minos mimarisinin mekan kurgusu arasındaki benzerlik. Minos uygarlığına ait en önemli eser, en gelişmiş kent ve olasılıkla başkent olan Knossos kentindeki saray yapısı. Bu sarayın genelde temel sistemi günümüze kadar gelebilmiş ve bu kalıntılardan sarayın oldukça karışık bir planı olduğu izlenimini edinmek mümkün. Bunun muhtemele sebebi de Minosluların çok geniş açıklık geçememelerinden dolayı dar ve ince uzun mekanlarla yetinme zorunlulukları olabilir. Dolayısıyla belki de Minosluların sarayları veya diğer yapıları Mykenler'e çok karışık gelmiş ve bu da mitlere Labyrenthos olarak geçmiş olabilir.
Bir başka değinilebilecek nokta da savaş esiri veya tazminatı olarak insan alma ve bunları kurban etme geleneğidir. İnsan kurban etme erken dönemlerde bir çok toplumda var olan bir gelenek. Yani burada şuna da değinmek lazım, "geleneklerimiz ölüyor, onlara sahip çıkalım, yaşatalım" bakış açısı her zaman geçerli olmayabilir. Bazı gelenekler iyi ki sona ermiş. Neyse, Antik Yunan kültürünün erken dönemlerinde de insan kurban edildiği tarihsel olarak biliniyor. Bunun yanısıra örneğin İlyada'da da sıklıkla düşmandan ele geçirilen insanların tanrılara veya kahramanlara kurban edildiğine rastlanır. Mitlere giren bu gelenekte bir gerçeklik payı var yani.
web1: https://koglakk.medium.com/ati%CC%87nanin-kahramani-theseus-4c52987da62a
web2 : https://www.linkedin.com/pulse/ariadnes-thread-black-sail-else-myth-labyrinth-pino-blasone
Antik Yunan dönemi karmaşık olaylar ve iç içe geçmiş( her manada) ilişkiler içeren mitlerle dolu. Bu mitlerdeki olay örgüleri de belli ki tek elden çıkmıyor çünkü her kahramana atfen eş zamanlaı birden fazla mit söz konusu. Hal böyleyken şunu düşünemeden edemiyorum; (Normalde tam tersinin yaşanması beklenir )Nasıl bir toplumsal zihniyet uydurduğu hikayelere anıtlar yapar? Yada bu hikayeleri inandırma isteğinin altında nasıl bir ihtiras ve hırs yatıyor ? Yada mimarlık alanında müthiş bir ciddiyet takınmış olmaları gerekir ki her yaptıkları yada yapmak istedikleri anıta ilk önce bir mitsel hikaye uydurup öylemi projeye başlamışlar? Yada bunun altında hemen her devirde olduğu gibi para mı var? ( yada o dönemde ekonomi ne üstünden yürüyorsa) Tüm bu soruların cevapları gizemini koruyadursun, kıssadan hisse hükmünde çıkarımları ve British Museum a müthiş armağanlarından dolayı Theseus, Minotaurus ve nicesi yiğitlere teşekkür ederiz…
YanıtlaSilYunus pak )
Ayrıca müthiş anlatmışsınız hocam kaleminize sağlık:))
SilÇok teşekkürler. Eklediğin sorular ve yorumlar çok güzel. Uzun uzun düşünmek ve konuşmak gerekir bunlar üzerine. Ama en kestirme "Nasıl bir toplumsal zihniyet uydurduğu hikayelere anıtlar yapar?" sorusuna kestirmeden şöyle bir yanıt veresim geldi:
SilZaten bütün anıtlar uydurulmuş/kurgulanmış hikayeler üzerine değil midir?