16 Aralık 2019 Pazartesi

Celsus Kütüphanesi

Antik Ephesos ya da günlük dile yerleştiği haliyle Efes kentinin en bilinen, ikonik yapılarından birisi şüphesiz Celsus Kütüphanesi'dir. Kuretler Caddesi ile Mermer Cadde’nin kesiştiği köşede yer alan Kütüphanenin 1970-78 arasında süren çalışmalarla ayağa kaldırılan ön cephesi göz alıcı süslemeleri ve özellikle nişlerin içindeki 4 kadın heykeli ile olağanüstü bir güzelliğe sahiptir. Bu yazıda kütüphanenin tarihine ve yapının tamamına dair kısaca değindikten sonra bu ön cephe ve heykellere biraz daha yakından bakma niyetindeyim.

Adından da anlaşılabileceği gibi Celsus isimli bir Romalı adına oğlu tarafından yaptırılan, aynı zamanda Celsus'un mezar lahdini de barındıran bir yapı bu kütüphane. Bu özelliği ile kimi zaman bir "heroon" olarak da nitelendirilir. Hero'ya yani kahramana adanmış yer/yapı anlamına gelen heroon, Antik Yunan mimarisinde çok önem verilen bir kişi veya mitolojik karakter için yapılan bir anıt bina olarak tarif edilebilir.

Kütüphanenin kendisine geçmeden önce Antik Dünya'da kütüphanelerin ne anlama geldiğini biraz düşünmekte yarar var. Aslında bugün kitapla ya da daha geniş çerçeveden bakacak olursak bilgi ile kurduğumuz ilişki modeli çok yeni. Her ne kadar ülke olarak kitap okuma oranlarımız yerlerde sürünmekteyse de bugün kitap bizim için ulaşılabilir bir bilgi kaynağı. Benzer şekilde hemen herkesin internet aracılığı ile de bilgiye ulaşma olanağı en azından teorik olarak mevcut. Okuma yazma oranı da hayli yüksek. Ancak dediğim gibi bu durum aslında bir kaç yüzyıllık bir durum. Daha öncesinde bilgiye ya da kitaba ulaşmak, hele sahip olmak son derece zor ve toplumun bazı sınıflarına ait bir ayrıcalıktı. Tarihte geriye gittikçe bu ayrıcalığın gittikçe daha sınırlı bir çevreye doğru daraldığını görebiliriz. En erken tarihlerde Mısır ve erken Mezopotamya uygarlıklarında yazı sadece din adamları ve en üst düzey yöneticilere açık bir "sır" gibiydi.

Celsus Kütüphanesi ön cephesinin güzel bir restitüsyonu (Görsel: web1).

Matbaanın icadı bu süreçte önemli bir kırılmadır. Kitapların el yazısı yerine makine ile çoğaltılması ulaşılabilirliğini önemli ölçüde arttırmıştır. Öncesinde tek tek yazılarak çok zor çoğaltılan kitaplar Avrupa'da ancak sadece kiliselerin kütüphanelerinde veya varsılların koleksiyonlarında yer alabilmekteydi. Daha da geriye, Antik çağa gittiğimizde henüz günümüzdeki ciltleme tekniği de icat edilmediği için rulo biçimindeki kitaplar yine sadece kütüphanelerde veya üst sınıfların koleksiyonlarında bulunabiliyordu. Kitap okumak, okuma yazma bilmek ve bir kitaba erişim olanağı anlamına geldiğinden aslında toplumun çok az bir bölümünün ayrıcalığıydı.

30 Ağustos 2019 Cuma

Soli Pompeiopolis

Akdeniz’in doğusunda, Antik dönemde Kilikya olarak anılan bölgedeki bir antik kent Soli. Soli aslında onun Latince ismi. Yunanlılar ise Soloi diyorlarmış bu kente. Her halükarda sözcüğün anlamı “Güneş”. Evet, bir Ağustos gününde bu kenti gezerseniz isminin neden güneş anlamına gelen bir sözcük olduğunu anlıyorsunuz. Hatta cehennem filan da konulabilirmiş ismi.

15 Ağustos 2019 Perşembe

Ecdat Bildiğiniz Gibi Değil I Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi


Geçenlerde Halil İnalcık’ın bir makalesini okurken ilginç ve bizim hayalimizde yarattığımız “ecdat” mitiyle hiç uyuşmayan bir şeye rastladım. Halil İnalcık’ın gösterdiği kaynak olan Kritovulos Tarihi’ni alıp okuyayım dedim ki ne göreyim... Bizim ecdat hiç öyle bildiğimiz gibi değilmiş.

Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un fethi ile ilgili sayısız şey okumuş, duymuşuzdur. Ama bunlardan hangileri gerçekten yaşanmıştı ya da başka neler yaşandı anlatılmayan diye pek merak etmeyiz.

Tarihi olaylar, ideolojik bir araca dönüşmeleri potansiyelleri ölçeğinde özünden uzaklaşıp anlatıya dönüşürler. Şüphesiz çoğu tarih kuramcısı hiç bir düşüncenin ideolojiden bağımsız olamayacağını söyleyip az ya da çok tüm tarih çalışmalarının kurulmuş anlatılar olacağını söyleyeceklerdir ki bence de haklılar. Ama bazı tarihsel olaylar o kadar ideoloji yüklenir ki artık konu sağlıklı tartışılamaz hale gelir. Fatih Sultan Mehmed ve İstanbul'un fethi buna iyi bir örnek.

Kritovulos Tarihi ve içindeki dipnotlar bizim nasıl gerçekdışı bir “ecdat” miti yarattığımızı göz önüne seriyor. Kitap ne kadar güvenilir, tartışmalı tabi ki. Kritovulos 15. yüzyılda yaşayan hem Bizans Konstantinapolis’inde hem de Osmanlı Konstantiniyye’sinde yaşamış, Fatih Sultan Mehmet’le yakın ilişki kurmuş bir adam. Tabii ki kendisinden objektif bir tarihçilik beklemek anlamlı olmaz. Ancak Fatih Sultan Mehmed’e ithaf ettiği bir eserde Osmanlılar hakkında yazacağı aşırı övgüler beklenebilirse de yalan yere olumsuz şeyler uydurma olasılığı pek yok. Aksi takdirde hayatı tehlikeye girer. Tabii ki yanıldığı, abarttığı şeyler olabilir ancak çoğu olayı içinde/yakınında yaşayarak yazdığı için bunların oranının çok fazla olacağını sanmıyorum.

14 Ağustos 2019 Çarşamba

Müşkülpesent Fatih Sultan Mehmet

Mimarlık her ne kadar sanata yakın bir alan olsa da resim, edebiyat ve heykelden en farklı yanı bir işvereninizin olmasıdır. Nadiren bir mimar işvereni olmadan ya da işverenin ona sınırsız özgürlük sunduğu bir ortamda üretme olanağı bulur. Doğru ya da yanlış demiyorum, bu işin doğası bu.

Durum bu olunca da yapılan işin sadece sizi tatmin etmesi yeterli olmuyor. İşvereni de tatmin etmesi gerekiyor... mu acaba? Bu derin bir tartışma konusu. Yanıttan pek emin değilim. Ne olursa olsun, bugün işvereni tatmin edemezseniz büyük olasılıkla başka iş alamazsınız aynı işverenden. Ama tarihte bu daha riskli olabiliyor. Hele ki muazzam bir güce sahip hükümdarların tatminsizliği söz konusu ise...

25 Temmuz 2019 Perşembe

Damnatio Memoriae

Latince bir deyim olan “damnatio memoriae” hatırasını lanetlemek anlamına geliyor. Bugün bir çok dilin kökeni Latince'ye dayandığı için deyimi oluşturan sözcükler tanıdık. “Damn” ve “memory” hala kullanılan sözcükler. Zaten biraz da bu nedenle ve biraz da abartarak, latinceden türeyen İtalyanca, Fransızca, İspanyolca gibi diller birer dil değil, Latince'nin şiveleridir diyenler de var. :)

Damnatio memoriae aslında bireysel ölçekte kullanılan bir deyim değil. Antik dünyada rastlanılan pratiği halkın nefret ettiği, çok çektirmiş, zalim ya da bazen genel kabul ve geleneklerde radikal değişiklikler yapmaya çalışan yöneticilerin öldükten sonra sanki hiç yaşamamışlar gibi her türlü dünyevi izlerinin silinmesi. Yani onlardan hatıra kalan, onları hatırlatan her şeyin lanetlenip yok edilmesi.

Bu bir nevi cezalandırma yani. İnsanın belki de içgüdüsel olarak sonsuza kadar var olma arzusunun tam tersi ile tehdit edilmesi. Ölür ölmez hiç yaşamamışcasına izlerini yok etme.

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Aspendos, Aşk ve Konglomera

Aspendos hep tiyatrosu ile anılır. İnşası ile ilişkilendirilen -ne kadarı doğru bilemediğimiz- hikayesi de güçlendirir bu algıyı. Ama sadece tiyatrosu ile sınırlı kalmak Aspendos’a haksızlık etmek olur.

Aspendos aslında oldukça gelişmiş bir Pamphilia kenti. Bugünkü Antalya körfezinin etrafına dizilmiş, birbirleri ile rekabet halindeki ve başlıcaları Termessos, Perge, Sillyon, Side, Selge olan kent dizisinin içerisinde bir kent. Bölgenin en büyük nehirlerinden Köprüçay -Antik Eurymedon- yakınlarında kurulmuş olan kent bu akarsuyu hem günlük ve tarımsal faaliyetlerinde hem de Akdeniz'e açılmayı sağlayan bir su yolu olarak kullanıyordu. Böylece hem denizden güvenli bir mesafede bulunup hem de deniz ticareti yapabiliyordu. Deniz Antik dünyada çok önemli idi. En önemli avantajı şüphesiz ticaretin deniz yolu ile yapılmasının kolaylığı idi. Ancak denize çok yakın olmak da özellikle korsanların veya düşman filolarının ani saldırılarına açık hale getiriyordu kentleri. Dolayısıyla hem deniz ticareti yapabilecek bir su yoluna sahip olmak hem de denizden güvenli bir mesafede olmak ideal şartları sağlıyordu Aspendos için. 

17 Nisan 2019 Çarşamba

Hierepolis, Kutsal Kent

Denizli'ye 15 dakika uzaklıktaki beyaz travertenleri ile ünlü Pamukkale'nin yanındaki Hierepolis Antik Kenti’ne bir kaç defa gelmiştim. Ancak her seferinde Denizli tarafından geldiğim için Güney Kapı’dan girip biraz karmaşık bir alandan başlıyordum kenti gezmeye. Bir yandan kalıntılar, bir yandan travertenler, müze, havuz filan derken dikkat iyice dağılıyor Antik kenti anlamak güçleşiyordu.

Bu sefer İzmir yönünden, biraz daha az kullanılan tali yollardan gelince kente Kuzey Kapı’dan girdim ve kenti çok daha iyi anlayabildim. Eğer seçme şansınız varsa siz de Güney’deki ana kapıyı değil, Kuzey Kapı’dan girmeyi tercih edin derim.  Ancak çoğu ziyaretçi gibi Güney kapıdan girdiyseniz yazıyı sondan başa doğru okumanızı öneririm. :)

7 Mart 2019 Perşembe

Perge

Uzun zamandır Antik kent gezemiyor, yazamıyordum. Runatolia’ya katılmak için Antalya'ya gelmişken arkadaşlarla her seferinde olduğu gibi yine bir Perge'ye uğrayalım da adet yerini bulsun dedim. Dedim ama arkadaşlar benim kadar hevesli çıkmadı ve kimisi 5 yıldızlı otellere kimisi Şişçi Ramazan'a doğru seğirttiler. (Ahu-Emre ifşa). Neyse, Perge'yi tek başıma gezerken çektiğim fotoğrafları Antik kentteki bilgilendirme levhalarından ve kitaplardan derlediğim bilgilerle burada paylaşayım...

İlk olarak, Akdeniz'deki Antik kentleri Ege'dekilerden ayıran önemli bir fark çok daha fazla ayakta kalmış olmaları. Perge, Aspendos, Sagalassos gibi bir çok Antik kent Ege’dekilere oranla oldukça ayakta kalmış yapılara sahip. Bunun nedeni büyük olasılıkla Akdeniz'in deprem konusunda Ege'ye göre daha şanslı olması ve Ege ve Batı Akdeniz'deki kentlerini yıldızlarının erken, Orta Akdeniz'deki kentlerin yıldızlarınınsa geç parlamış olması. Miletos, Priene, Pergamon gibi kentler Arkaik- Klasik ve Helenistik dönemlerin yıldız kentleriyken Perge, Side, Aspendos gibi kentler Roma döneminin yıldız kentleri. İstisnai olarak Ege'de en algılanabilir durumda olan kentlerden biri olan Ephesos da bu özelliğini hem bu alandaki çalışmaların yoğunluğuna hem de Roma dönemindeki eyalet başkenti olma durumuna borçlu.

24 Ocak 2019 Perşembe

Sanatın Mitolojik Aktörleri

Mitolojik karakterler ve anlatılar, sanatta, özellikle resim ve heykelde belki de en çok kullanılan figürler ve temalardır. Bunun nedeni herhalde, bir çok kavramın, duygunun, mitolojik karakterler kullanılarak hem çok kolay hem de etkili biçimde anlatılabilmesi ve bir çok kavramın kişiselleştirilmiş karşılıklarının mitolojilerde bulunması olmalı. Zira varlıklar arasındaki ilişkiler, kavramlar arasındaki ilişkilere göre daha kolay anlaşılabilir.

Bu açıdan baktığımızda mitoloji aslında insanlara bir şeyler anlatmanın yoludur. Özellikle de zihinde canlandırılması zor, somut olmayan kavramların birbirleri ile ilişkisini anlatmanın önemli bir yolu. Bu yönüyle, geçmişte kalmış masallar ya da ölü bir inanış değil, hala birşeyleri anlamak, anlatmak için kullanabileceğimiz bir araçtır. Tabi artık Antik dönemdeki kadar tercih etmiyoruz.

19 Ocak 2019 Cumartesi

Eski İzmir Hapishanesi’nin Bir Balıkçı Konuğu


İzmir’in hapishanesi  1960 yılına kadar Konak’ta idi. Bugünkü Sosyal Sigortalar Blokları’nın hemen arkasında, Milli Kütüphane’nin yanındaki katlı otoparkın bulunduğu yerde ışınsal bloklardan oluşan alçak katlı ilginç bir hapishane yapısı vardı. Eski kartpostallarda ve fotoğraflarda bu yapıya ne zaman rastlasam Halikarnas Balıkçısı gelir aklıma. 

Bu hapishaneyi Fikret Yılmaz şöyle tarif ediyor:

"Hastahanenin hemen alt tarafında ise, Aydın Vilayeti Hapishanesi yaptırıldı. Hapishaneler Osmanlı İmparatorluğu'na, Avrupa'da ortaya çıkışlarıyla aynı süreçte giren kurumlardı. XIX. yüzyıl başlarında Avrupa devletlerinde işkencenin önlenmesi için oluşan kamuoyu baskısının da etkisiyle, cezaların bedene ödettirilmesi anlayışından, suçluların toplumdan ayrılarak özel bir mekanda cezaları çekmeleri sonunda, topluma yeniden kazandırılmaları esasına dayalı infaz sistemine geçişi simgeliyordu. Bu konuda başta Fransa, İngiltere olmak üzere, Avrupa devletlerinin almış olduğu kararları, Osmanlı Devleti de kabul etti ve imparatorluğun vilayet merkezlerinde hapishaneler yapılmaya başlandı. İzmir'in ilk hapishanesi Cezayir Hani idi. Bugün yerinde İl özel idaresi binası bulunan hanın üst kat odaları mahkum koğuşları, alt kat odaları ise zaptiye koğuşlarına tahsis edilmişti. Avluda kurulan çadırlardan birisi revir, diğeri ise kantin işlevi görmekteydi." (Yılmaz, 2003)

1 Ocak 2019 Salı

Ikaros’un -Kimsenin Umursamadığı- Düşüşü

Pieter Bruegel'in 1555 civarında yaptığı Ikaros’un Düşüşü tablosu benim bakmaktan büyük keyif aldığım ve kendimi derinliğine kaptırdığım etkileyici bir eserdir. Bu nedenle bu tabloyu biraz detaylı olarak ele alayım istedim.

Ikaros'un Düşüşü, Pieter Bruegel, yaklaşık 1555. Kaynak: web1