8 Aralık 2020 Salı

Antik Yunan Tapınakları

Evet, bu yazının konusu antik kentlerin en fotojenik yapıları olan tapınaklar. Tabi sadece antik Yunan tapınaklarını ele alacağım. Bunlara çok benzeyen ama aslında ciddi farklar da içeren Roma dönemi tapınaklarını artık başka yazıda konuşuruz. Bu yazı yeterince uzun ve sıkıcı olacak gibi zaten.

Çok acaip derin bir konu, nereden tutulur, nasıl gidilir bilmiyorum ama başlayalım bakalım. İlk önce kökenleri. (Bir yazıya nasıl başlayacağınızı bilmiyorsanız hemen kökenine, tarihçesine filan girin. Ordan bi şekilde akar gider...)

Antik Yunan Tapınaklarının Kökenleri
Tüm toplumlarda olduğu gibi doğal olarak Yunanlıların da ilk tapınakları hakkında kapsamlı bilgimiz yok, muhtemelen taştan değil kerpiç ve ahşaptandılar ve günümüze izleri kalmadı (ya da henüz bulamadık, ya da ben bilmiyorum, bilen haber etsin). Hatta bir çok uzmana göre en erken tapınma ritüelleri mağaralarda veya açık alanlarda yani herhangi bir binaya gereksinim duyulmadan yapılmaktaydı.  

Bu arada “Yunanlılar kim?", "En erken Yunanlılar kimler?" gibi derya deniz başka sorulara açılıyor bu kapı. Detaya girmeden şöyle diyeyim, bu konuda baya bir tartışma var. Genelde uzmanlar tarihte dile göre sınıflandırma yapıyorlar, yani Yunanca konuşan halkları Yunan olarak kabul ediyorlar. Ama tabi bu hala tartışılan bir konu. 

Yunanca konuştuğuna emin olduğumuz ilk topluluklar bugün “Mykenler” olarak adlandırdığımız Yunan anakarasının güney bölgelerinde yaşayan (muhtemelen buralara Bakır çağında (MÖ 1600ler) kuzeyden geldiler) ve Mykenai, Pylos, Trynis ... gibi bağımsız kent-devletlerinde yaşayan kavimlerdi. İşte bu arkadaşların tapınaklarına dair pek bir bilgi yok elimizde. Mezarlarını biliyoruz, saraylarını biliyoruz ama tapınak... cık. Tabi bu tapınakları yok anlamına gelmiyor. Dediğim gibi muhtemelen kerpiç ve ahşaptan oldukları anlamına geliyor. Yine muhtemelen bu tapınaklar MEGARON plan şemasına sahiplerdi. Çünkü sarayların kabul salonlarında ve bazı evlerde bu plan şemasının prestij göstergesi olarak kullanıldığı biliniyor. Megaronun kökeni ise tartışmalı. Yunan anakarasına ait olduğunu söyleyenler de var, Anadolu’dan oraya gittiğini söyleyenler de...     


Tipik bir Myken dönemi megaronu. 
A: Giriş Mekanı - Önü açık, üstü kapalı yarı açık alan giriş portikosu/sundurması olarak da adlandırılabilir.
B: Ara Mekan - Bu mekan opsiyonel. Genelde erken dönem Myken megaronlarında bulunuyor, daha sonraları pek görünmüyor.
C: Ana Mekan - Ortada ocak/sunak vs... olabiliyor. Ortadaki dört sütun opsiyonel. Mekan büyük olursa mecburen konuluyor. Bu megaron aynı zamanda taht odası olarak kullanıldığı için alt tarafa bir de taht yerleştirilmiş. (Dikdörtgen olan)
Dipnot olarak ülkemizde Mimarlar Odası'nın ambleminin de megarondan geldiğini hatırlatayım.
Bu arada Mykenler yazıyı kullanıyorlardı zaten bu sayede Yunanca konuştuklarını biliyoruz ve bugün Yunan mitolojisindeki bazı tanrı-tanrıça isimleri o metinlerde geçiyor. Taa o zamandan gelenler var yani. Ama hepsi değil. Artık Yunan mitolojisindeki bir çok figürün doğu kökenli olduğu neredeyse kesin olarak biliniyor. 
Konuyu daha da güzel dağıtmak için Mykenler’den önce Girit’te yaşayan ancak Yunanca konuşmadıkları için Yunan sayılmayan Minoslara da değineyim. Minoslar şu açıdan önemli, Yunan anakarasına sonradan gelen Mykenler dini, kültürel ve sanatsal olarak bir çok şeyi Minoslar’dan almışlar. Çünkü savaşçı ve biraz odun olan Mykenlere göre Minoslar daha ileri bir kültür düzeyindeler. (Kültür için “ileri” demek pek doğru değil aslında ama dedim artık) Mykenler kahvede "Nası koyduk Pylos İdman Yurdu'na" muhabbeti yaparken Minoslar boyunlarında fular, ağızlarında pipoyla geziyorlar bi nevi. Dolayısıyla Mykenlerin sanatı, kültürü, mimarisi vs... yoğun bir şekilde Minos etkisi ile biçimleniyor. 

Neyse, Girit’teki bu Minosluların da çok acayip görkemli sarayları filan bulunmuşken anıtsal bir tapınakları bulunamadı. Çünkü onlar da kerpiç... lan bi dakka ciddi ciddi tapınak yapmıyorlar mıydı yoksa?

Tabi bu da bir ihtimal. Ama Minosların ateist olmadıklarını biliyoruz. Özellikle ANATANRIÇA kültüne benzer bir kültleri olduğu, boğanın kutsal sayıldığı ve büyük olasılıkla ona ait bir kültün de olduğu, mitolojilerinin, dini törenlerinin olduğunu biliyoruz. Knososs’taki görkemli sarayda dini ritüellerin yapıldığına dair izler var. Ama tapınak... Ya bilmiyoruz işte abi zorlamayın. 

Evet, devam edelim. Bildiklerimize gelelim. Bugün hafızalarımızda yer etmiş olan Yunan tapınağı aslında MÖ 9 - MÖ 6 yüzyıllar arası dönemde oluşuyor. Buralar, pek yazılı kalıntı olmadığı için Yunan karanlık çağı denen dönemden çıkılarak yavaş yavaş “ışığın arttığı” Yunan Arkaik çağına girilen dönemler.

Bu yeni tapınak mimarisinin biçimsel olarak Myken krallarının konutlarından türediği bugün oldukça kabul gören bir yorum. Yukarıda zaten megarondan bahsetmiştim. Yani büyük olasılıkla tanrılar için bir yapı inşa edilirken o toplumun en üst sınıfındaki bireylerin mekanları örnek alınmış gibi duruyor.

Bu dönemde de hala tapınaklar (evet, bildiniz) kerpiç ve ahşapla yapılmaktaydı. Yani o görkemli sütunlar yerine ahşap dikmeler hayal etmeniz gerekiyor. Mermer veya diğer taşlardan görmeye alıştığınız çekirdekteki yapının da kerpiçten olduğunu hayal edin. Anadolu’daki basit bir köy evi gibi. Ama üstüne beyaz bi kireç sıva atmışlardı heralde. O kadar da yapın abi artık. Tanrı evi sonuçta burası. Hatta muhtemelen çeşitli renklerde bezemeler de vardı duvarlarda. Aslında zihnimizde yerleşen pürist Yunanların aksine gayet renkli bezeme seven bir toplumdu Yunanlar. Güneş, yağmur gibi doğal etkenler nedeni ile boyalar günümüze gelmediğinden bütün heykeller ve binalar bembeyazdı sanıyoruz ama ne yazık ki değil. Baya renklendiriyorlardı heykelleri ve binaları. 

MÖ 6. yüzyıla geldiğimizde artık taş malzemenin işin içine katıldığını görüyoruz. İşin çok ilginç yanı malzeme ahşaptan taşa geçerken Yunanlılar o ahşap strüktürün artık gereksiz kalan bazı ögelerini taşa işlemeye devam etmişler. Yani zamanında strüktürel, yapısal olan şeyler bezemeye dönüşmüş. Örneğin zamanında ahşap dikmenin kirişle birleştiği alanı daha sağlam olsun diye genişleten elemanlar taş mimaride sütun başlığı olmuş. Harika değil mi. Böyle irili ufaklı bir çok transfer var. Bunların keşfini size bırakıyorum, zira ben üşendim. 

Solda günümüzde Anadolu'da inşa edilmiş ahşap bir sundurma, sağda taştan bir antik Yunan tapınağı.
Benzerlikleri görüyor musunuz? "He laan bu da sütuuun, o da sütun" deyip bırakmayın, aslında çok daha fazlası var...
Evet köken deyince iki şeye daha değineyim istiyorum. Birincisi bu sütunlarla çevrili yapı meselesini Yunanlıların Mısırlılardan aparttığı söylenir. Mısır Yunandan çoook daha kadim bir uygarlık. Şaka değil, adamlar MÖ 2500’lerde piramitleri dikerken ortalıkta “Yunan” diyebileceğimiz bir eleman gezinmiyordu bile. Türkler daha uygarlık ağacının portakalındaki vitaminin atomunun elektronuydular... Düşünün. Tabi bir başka teoriye göre herkes Türk zaten de o ayrı...  

Neyse, bu kadim Mısırlılar mimaride çok ayaklı sistemi geliştiren ve bunu anıtsal ölçülerde uygulayan bir geleneğe sahiplerken muhtemelen ticaret nedeni ile ya Mısır’da bulunan bir Yunan “Lan oğlum ne güzel bu binalar, biz de böyle yapak lan” diyerek memleketine döndü, ya da Mısırlı bir mimar “Burada iyice işler bozuldu, üniversiteler de yılda binlerce mezun veriyor, firavun da tutturdu, Osmanlı, Selçuklu yapacaksınız diye, ben gidiyom aga, kuzeyde Yunanlarda mimar az, bunlara bir iki sütun numarası gösterir yolumu bulurum” dedi. Ya da böyle bir şey işte. Neyse yani, kültürel etkileşim...

Yunanların anıtsal tapınak işini de doğulu komşuları olan Anadolulular ve özellikle Perslerden öğrenmiş olduklarına dair görüşler de var. Zira Perslerle karşılaşmadan önce Yunan mimarisine anıtsal yapı yoktu diyen uzmanlar var. Yani bu karşılaşmadan sonra Yunanlar özellikle tapınak mimarisinde “önemli olan boyu değil işlevi” olarak özetlenebilecek yaklaşımı terk ederek “tapınak dediğin büyük olacak arkadaş” yaklaşımına geçiyorlar.  

Evet, köken meselesi böyle. Şimdi gelelim tapınakların işlev ve kullanışlarına. Zira tapınak mimarisinin sembolik yanı çok güçlü olsa da biçimi belirleyen önemli konulardan diğerleri de şüphesiz işlev ve kullanım. Ha bir de teknoloji, yani yapı bilgisi. Onu da sıkıştırırız araya bi yere. 

Tapınakların İşlevi ve Kullanımı
Tapınaklar basitçe adandığı tanrının veya tanrıçanın evi kabul edilirdi. Ama tabi sembolik bir ev. Yani o kutsal varlığın kutsiyetinin konakladığı, muhafaza edildiği bir bina. Bu kutsiyet genellikle bir kült objesi ile temsil edilirdi. Çoğunlukla da bir heykel. Şimdi efendim “bunlar daşa toprağa tapıyor, lan oğlum daş bu daş” demeden önce Yunanlıların da en az bizim kadar zeki ve iyi kötü malzeme bilgisine sahip olduklarını, onların taş olduğunu bildiklerini, burada tapınılan şeyin o taş değil o taşın temsil ettiği tanrı, kutsiyet ya da değerler bütünü olduğunu görmek gerekiyor. Neyse teolojiye başka zaman gireriz ama bunu anlamak biraz önemli. Yunan mitolojisini anlamanın yolu da buradan geçiyor. 

Tapınakların ana işlevi bu sembolik muhafaza. Bunun yanında somut objelerin saklandığı bir depo işlevi de görüyor. Bu tanrıya (artık her seferinde tanrı-tanrıça yazmayayım, tanrı deyince ikisini de yazdım sayın. Kahrolası eril dil) adanan değerli adak eşyaları da depolanıyordu. Özellikle çok ziyaretçi çeken, ünlü tapınakların geniş depo mekanları olurdu. Hatta bazen tapınağın yakınlarında ayrı depo binaları bile olurdu Delphoi ya da Olympia’daki gibi. 

Delphoi Apollon Tapınağı (sağ üstte) ve farklı kent devletlerine ait, yani buralardan gönderilen sunuların muhafaza edildiği hazine binaları (Çatılarına kırmızı nokta koyduklarım).
Bunların dışında farklı kültler için farklı işlevler de bulunabilirdi. Örneğin kehanet yapılan bazı Apollon tapınaklarında farklı karakterlerde kehanet mekanları olabiliyordu. Hatta bazı tapınaklar banka gibi bile çalışıyordu, kredi filan veriyorlardı, belki onların da özelleşmiş mekanları olabilir ama bunların sınırlı ve istisnai durumlar olduğunu unutmamak lazım. Banka dediysek vezne filan koymuyorlardı, abartmayın.  

Şimdi kullanıma gelince, günümüzdeki camilere, kiliselere bakıp da tapınakların da öyle kullanıldığını düşünme yanılgısına düşeriz çoğu zaman. Değil efendim, alakası yok. Bugün insanların içine girip “içinden kullandığı” camilerin, kiliselerin tam tersi antik Yunanlar tapınaklarını “dışından kullanırlardı”. Yani içeri girmek din görevleri haricinde kesinlikle yasaktı. "Gireyim de iki rekat şükür kılayım Aphroditime" gibi bir girişimin sonu muhtemelen rahiplerden baya bi kötek yemek olurdu. İçeriye sadece din adamları girer belli günlerde, günün belli saatlerinde belli ritüelleri gerçekleştirirlerdi. Tapınakların içindeki görkemli heykelleri halk bazen, belki önemli gün ve haftalarda tapınağın kapısı açıldığında uzaktan görüp, "Vay bee... Gavur yapmış abi" diyorlardı. Zira kendileri gavurdu. 

Dolayısıyla tapınakların iç mekanları çok sofistike değildi. Sade, büyükçe bir oda idi. Tabi bu geç dönemlerde, yani Helenistik dönemde filan değişmeye başladı. Tapınağın içine üst sınıflar da girmeye başlayınca iç mekanlar daha görkemli hale gelmeye başladı. 

Peki nasıl tapınıyorlardı? Burada da kurumsal din ile halkın dinini ayırmak gerekiyor. Kurumsal dinin ritüelleri yukarıda bahsettiğim gibi din görevlilerinin gerçekleştirdiği ritüellerdi. Sıradan halksa, genellikle tapınakların yakınlarında bulunan farklı boyutlarda (bazen bir masa bazen koca bir yapı boyutunda) sunaklarda ibadetini gerçekleştirirdi. Gelip efendice duanızı eder sununuzu bu sunaklara bırakırdınız. Ya da din adamlarına da verilebilirdi bu sunular. Bugün tapınakların çevrelerinde bir çok küçük heykelcik vs. bulunmasının nedeni budur. Din adamları bu sunuların değerli olanlarını muhtemelen depoya kaldırıyor (iç etmiyolarsa tabi) ya da "Bu seramik idolü ne yapayım abi?" "Yav ne bileyim, göm gitsin, bu arada ben bu altın heykeli alıyom, yarın getiririm." şeklinde karar süreçlerinden sonra dikkatli bir şekilde bir yerlere gömüyorlardı. 

Şimdi süper bir soru:
Yunanlar tapınakların içine girmeden ibadet ettikleri için mi geniş iç mekanlara ihtiyaç duymamışlardı yoksa teknik olarak geniş açıklık geçemediklerinden geniş iç mekan yapamadıkları için mi dini ritüelleri dışardan tapınma şeklinde gelişmişti?

Hadi bakalım buyrun, bunlar tavuk, bunlar da yumurta, hangisi hangisinden çıktı?

Tapınak Mimarisi
Bu kadar goygoydan sonra işimize gelelim. Tapınakların çeşitleri nelerdi, nasıl isimlendiriliyorlar, hangi mekanlara sahiptiler gibi süper sıkıcı konulara yani mimariye...

Tapınaklar hemen aşağıdaki görselde gördüğünüz gibi çevresindeki sütun dizilerinin durumuna göre adlandırılırdı. Şimdi bunları kısaca tanıyalım:

Mimarilerine göre tapınakların isimlendirilmesi
1- Temple in Antis (Anteli Tapınak) : Bu aslında sade bir megaron anlamına gelirdi. Herhangi bir sütun sırası içermezdi. “Ante” megaronun öne doğru çıkan duvar uzantılarının adı. “Anten” gibi olanlar. Zaten anten sözcüğü de buradan geliyor. Valla bak. Sallamıyorum. 

2- Prostyle (Prostil Tapınak) : Pro=ön, Stylos=sütun. Yani önünde bir sıra sütun bulunan tapınak demekti. 

3- Amphiprostyle (Amfiprostil Tapınak) : Amphi= çift, gerisini biliyorsunuz. Bu kadar unutkan olamazsınız. Yani çifte ön sütun sıralı, yani cellanın hem önünde hem de arkasında sütun sırası bulunan tapınak. 

Amphiprostilos bir tapınak örneği. Atina akropolüne Nike (Zafer Tanrıçası) Tapınağı
Ya bu arada cellanın ne olduğunu söylemeyi unuttum di mi:

CELLA (Sella) : Tapınakların çekirdeği. Yani megaron plan şemasına sahip kısmı. Yani sütunları çıkardıktan sonra geriye kalan şey. Cella genelde kült objesinin durduğu tek bir mekandan oluşurdu ama birden çok mekana sahip cellalı tapınaklar da var. İlerde görcez. 

4- Peripteral (Peripteral Tapınak) : Peri=çevre demek. Günümüzde de bazen kullanılır. Periferi sözcüğü buradan gelir. Galiba pergelin de bu kökle bir akrabalığı var, bir ayağı çevrede dolanıp duruyo ne de olsa. Neyse, cellanın çevresi böyle bir sıra sütunla sarılıysa buna peripteral tapınak diyoruz. En çok tercih edilen tiplerden biridir peripteral tapınak. 

5- Dipteral (bunu çevirmicem artık, aynı) : Di=iki. Evet bildiniz, cellanın etrafı iki sıra sütun sırası ile çevrili ise dipteral tapınak. 

Az kaldı, Yunancayı söküyoruz. 

6- Pseudo Dipteral (Pisedo Dipteral) : Pseudo: yalancı, sahte. Yani dipteral gibi görünen (iki sütun sırası varmış gibi görünen) ama içteki sütun sırası yapılmadığı için Sahte/sözde Dipteral tapınak. Yani hem büyük görünsün hem de sütundan yani maliyetten tasarruf edeyim mantığı. Ya da malzemeden çalan müteahhit figürünün prototipini bulmuş olabiliriz. 

Evet, antik kentlerde kalıntılara şöyle bir göz atıp etrafınızdakilere, “Hımm, tipik bir peripteral tapınakla karşı karşıyayız” diye hava atabilmeniz için bu kadarı yeterli. 

Bir de son olarak çok nadir rastlanılan ancak çok estetik olan Tholos yani yuvarlak tapınakları da gösterip konuyu toparlayalım:

Antik dünyanın en ünlü tholoslarından biri, Delphoi'deki Athena Pronaia tholosu. Fotoğraf ve plan kaynağı: wikipedia.

Peki neden yapıyorlardı bu çevre sütunları derseniz, bu çevre sütunlarının ve taşıdıkları sundurmanın ilk başlarda kerpiç olan ana çekirdeği yağmur ve güneş gibi yıpratıcı etkenlerden korumak için yapıldığı düşünülüyor. Sonra da geleneğe dönüştü herhalde. Yukarıda değindiğimiz gibi Yunanlar erken dönemlerdeki yapısal elemanları daha sonra taşa geçince onlara gerek kalmasa bile gelenek olarak devam ettirip bezemeye dönüştürerek devam ettirmişler. Dini yapılarda erken dönem biçimlerinin gelenekselleşmesi ve ondan kolaya kolay vazgeçememenin güzel bir örneği. Bugün aslında erken dönemlerde geniş açıklık geçebilmek için zorunlu olan kubbenin artık şart olmamasına rağmen hala cami mimarisinin neredeyse zorunlu ögesi kabul edilmesi de aslında benzer bir düşüncenin ürünü. 

Tabi sütun sırasının varlığı salt işlevle açıklanacak kadar basit olmayabilir. Vitruvius’un dediği gibi yapıya görkemli bir hava kattığı da bir gerçek. Bu sütunlardan vazgeçilmemesinin nedenlerinden bir diğeri de yapıya kattıkları bu anıtsallık etkisi olabilir. 

Bu arada tapınak düzenlerine bu yazıda girmeyeceğim. Aiol (çok nadir), Dorik, İyonik, Korintian (Helenistik dönemden itibaren) ve Kompozit (Roma döneminden itibaren) düzenlerde olabiliyorlardı tapınaklar. Bu düzenlerin özelliklerini ve ögelerini başka bir yazıda anlatmıştım. Merak edenleri yazının sonundaki adresten oraya alalım.

Evet, son olarak tapınaklara biraz daha yaklaşıp çevrelerinde ve içlerinde ne gibi mekanlara sahiptiler, onlara bakalım:

Tipik bir tapınak. Hepsi böyle değildi ama genelde buna yakındı tapınaklar ve yakın çevreleri. (Altlığı hangi kitaptan almışım, hatırlamıyom valla. Sori)
A: Temenos'u (kutsal alan) sınırlayan TEMENOS DUVARI
B: Temenosa girilen kapı PROPYLON
C: TEMENOS yani kutsal alan
D: TAPINAK
E: HAZİNE YAPISI (opsiyonel, tapınağa çok ve değerli sunular geliyorsa yapılırdı)
F: F harfini koymayı unutmuşum
G: Küçük SUNAK (lar)
H: Büyük SUNAK
I: Kazanılan asker zaferler, spor karşılaşmaları vs... gibi galibiyetlerden sonra tanrıya minnetlerini sunmak için dikilmiş heykel(ler)
J: Tanrıya sunulmuş ADAKLAR.

Evet, standart bir tapınak, yukarıdaki görseldeki gibi idi. Temenos tanrıya adanmış toprak parçası idi ve buraya girmek için belli şartlara sahip olmak gerekiyordu. Temizlik vs... Ayrıca bu temenosların bir nevi özerkliği vardı. Örneğin kanun kaçakları filan bazen bu temenoslara kaçıp tanrıya sığınma talep ediyorlar, bu dilekleri kabul görürse kolluk kuvvetleri bu kişilere temenosun içinde dokunamıyordu. Ama temenosun dışına çıktıklarında enselenirlerdi. 
Bu da Priene Athena Tapınağı’nın kesit perspektifi. En solda temenos duvarı ve kapıyı, yani propylonu görüyorsunuz. Girdikten sonra hemen karşınıza büyük sunak çıkıyor. Muhtemelen kesilen kurbanlar yakıldığı için duman tütüyor. Çevrede çok sayıda heykel var. İyon düzenindeki peripteral tapınağın içinde de Athena heykeli görülüyor. 
Propylon'lar bu temenosların giriş kapıları idi. Çoğu zaman mütevazı yapılardı ama bazen çok görkemli örneklerine rastlamak da mümkün. En ünlüsü Atina Akropolü'nün giriş kapısıdır. Bütün akropol komple temenostur orada yani. 

Atina akropolünün propylonu... Hey yavrum be, neredeyse bir tapınak kadar görkemli. Hepsi böyle olmuyordu tabi propylonların. 
Temenosun içinde tapınak ve diğer birimler bulunuyordu. Tapınağı konuştuk, aşağıda biraz daha konuşacağız. Yine sunakları da konuşmuştuk. İnsanlar gelip buralarda tanrıya sunularda bulunuyorlardı. Bu sunular çok mütevazi olduğu gibi çok değerli şeyler de olabiliyor demiştik. Sağ arkada bu değerli sunuların saklandığı hazine yapısını da görüyorsunuz. Tabi her tapınakta olmuyordu bu. Çoğunlukla tapınağın içindeki dolaplarda filan saklanıyordu herhalde değerli sunular. Ya da bir çok tapınakta savaşlarda kazanılan rakibe ait savaş malzemelerini (kalkan vs...) duvarlara asıldığı da oluyordu. Yok, rakiplerin kendisini asmıyorlardı, sadece ele geçirdikleri eşyalarını.

Bu arada konusu açılmışken insan kurbanı meselesine de değinelim. Yunanlıların çok erken dönemlerde insan kurban ettiklerine dair bazı kanıtlar var yanlış hatırlamıyorsam ama bu gerçekten de çok çok eski çağlar. ("çok çok" burada yazarın hatırlamadığı, bakmaya da üşendiği tarih aralığını temsi ediyor). Hatta İlyada’da Homeros, sefere çıkmak için gerekli olan uygun rüzgarların esmesini engelleyen Tanrıça Artemis’in gönlünü yapmak için kral Agamemnon’un kendi kızını kurban ettiğini anlatır. Ama en azından MÖ 6. yüzyıldan sonra filan insan kurbanı gibi bir adetin kalmadığına eminiz. 

Evet, son olarak temenos alanındaki heykellere değinelim. Bunlar da savaşlarda kazanılan zaferleri temsil etmek için dikilmiş heykeller. Tanrıya minnetlerini sunuyorlar böylece. "Eyvallah tanrıcığım, sen bizim tarafta olmasan kazanamazdık valla" diyorlar bi nevi. Bazen boğa gibi tanrının kutsal hayvanının heykelinin dikildiği de oluyor.

Evet, etrafına baktık, şimdi de içine bakalım şu tapınakların:

Atina'daki Athena Parthenos Tapınağı. MÖ 447-438 Mimarlar: Iktinos ve Kallikrates
A: Üç basamaklı krepis
B: Stilobat (Cellanın ve sütunların oturduğu platform)
C: Pronaos yani "Naos" önü.
D: Naos
E: Kült heykelinin bulunduğu platform
F: Aditon (opsiyonel, nadiren bulunur)
G: Opisthodomos
Evet, yukarda antik Yunan'ın en ünlü tapınaklarından birinin planını görüyorsunuz. Atina akropolisindeki Parthenon, ya da tam adı ile Athena Parthenos yani Bakire Athena Tapınağı. Bu arada şuna da değinelim, antik Yunan tanrılarının farklı epitethleri yani görünürlükleri vardı. Örneğin Athena Polimarkhos "Savaşçı Athena"yı temsil ederdi, Athena Polias "Kenti Koruyan Athena", Athena Parthenos da "Bakire Athena" demekti. Athena ve Artemis gibi bazı tanrıçalar bazı ufak tefek aşk maceraları yaşasalar da aslında karşı cinse ilgi duymayan karakterlerdi. Ne Hera gibi evlilerdi ne de Aphrodite gibi... Neyse, anladınız siz... 

Evet, mekanlardan devam edelim. Bu arada neden sağdan sola gidiyor ABC derseniz tapınağın girişi o yönde, yani kuzey yukarı kabul edersek doğu tarafında olduğu için. 

A, KREPİS, antik Yunan tapınaklarının hemen hemen hepsinin podyumunu oluşturan üç basamaklı krepisi gösteriyor. Bu krepisler nadiren üç basamaktan fazla olurdu. Ancak daha sonra Hellenistik dönemde biraz daha yükselmeye başlıyor tapınak platformları. Roma'da ise bambaşka bir hale bürünüyor, o artık sonraki bir yazıya kalsın.

B, STİLOBAT bu yüksek platformun en üst yüzeyi. Cella ve sütunlar stilobata oturuyorlar.

C, PRONAOS, “Naos önü”, yani tam anlamıyla naos adındaki iç mekanın ön tarafındaki megaronun anteleri arasında kalan yarı açık mekan. Burada anteler çok güdük olduğu için pronaos varla yok arasında çok kısıtlı bir mekan ama bazen çok derin pronaoslar olabiliyor. Bakınız: daha yukardaki Priene’deki Athena Tapınağı. 

D, NAOS tapınağın en kutsal mekanı. Kült heykeli bu mekanda bulunuyor ve dini ritüellerin büyük kısmı din görevlileri tarafından bu mekanda gerçekleştiriliyor. Dediğim gibi bu mekana nadir istisnalar harici din görevlileri harici girmek yasak. En azında Helenistik döneme kadar. 

E, KÜLT HEYKELİ. Aşağıdaki görselde Parthenon'daki kült heykelinin bir kopyasını ve Parthenon’daki halinin canlandırmasını görüyorsunuz. Yukarıda değindiğim gibi aslında bu heykeller kutsal varlığın ve onunla özdeşleştirilen değerlerin temsilleri idiler. 

Parthenon'daki Athena Parthenos heykelinin ufak bir kopyası ve mekandaki canlandırması (Atina Arkeoloji Müzesi) - (Britannica)
Fildişi ve altın kaplamalı ve antik dünyanın en büyük heykelcilerinden birisi olan Phidias'a ait devasa heykel ne yazık ki günümüze ulaşmamış. Yapılan bu kopyalar sayesinde heykelin neye benzediğini bilebiliyoruz.  
Mağrur Tanrıça Athena'nın bir elinde zafer getiren Tanrıça Nike, diğer elindeyse savaşçı kimliğinin sembolü kalkan var. Kalkana da yine tanrıçanın kutsal hayvanlarından biri olan bir yılan sarılmış... Büyüleyici. Bunun bir de metrelerce yüksek, altın ve fildişi kaplama olduğunu hayal edin... Sağdaki gibi... 
F, ADİTON mekanı nadiren bulunurdu. Tam olarak işlevinin ne olduğu bilinmiyor. Özel ritüeller yapılırdı bu mekanda diyen de var, yok burası depoydu diyen de... Kehanet yapılan tapınaklarda kehanet sürecinin bu aditonlarda gerçekleştiği de iddia ediliyor. Ama dediğim gibi çok az tapınakta aditon vardı.

G, OPİSTHODOMOS, söylemesi çok eğlenceli ama işlevini yine çok bilmediğimiz bir mekan. Pronaos'un simetriği, bu sefer arka cephedeki yarı açık mekan. Bu mekanda bir korkulukla korunan dolaplar ve sunu depoları olduğunu iddia edenler var.

Evet, bunların dışında çok istisnai tapınaklar ve mekanlarla karşılaşmak da mümkün. Örneğin Didyma Apollon Tapınağı bu anlattığım hikayeye neredeyse hiç uymaz. Üstü açık devasa bir avluyu çevirir cella. Hatta bu büyük avlunun içinde bir tapınak daha vardır. Bir nevi "tapınakception". Ephesos Artemis Tapınağı'nın da benzer biçimde üstü açık bir cellaya sahip olduğu tahmin ediliyor. 

Ya da Kütahya, Aizanoi'deki Zeus Tapınağı gibi bodrum katta devasa mekanlar da bulunabiliyor, ya da Klaros'taki bilicilik merkezi olan Apollon Tapınağı'nda olduğu gibi.

Son olarak tapınaklar dair bir kaç bilgiyi de soru-cevap şeklinde de aktarıp konuyu bağlayalım:

1- Tapınakların biçimlerine nasıl karar verilirdi? Dor mu İyon mu vs... hangi düzende olacaklarına yani...
     Bu sorunun yanıtı kesin olarak bilinmiyor. Yine bolca istisnası bulunan bazı genel kurallar var. Örneğin genelde tanrıçalar İyon düzeninde, tanrılara Dor düzeninde tapınak yapılıyordu. Herhalde Dor düzeni biraz daha maskülen, İyon düzeni biraz daha feminen göründüğü için. Ama dediğim gibi bunun çok sayıda istisnası var. Örneğin Athena Parthenos, Dor düzeninde idi. İyon düzenin de bir sürü erkek tanrı tapınağı var. 
    
      Bazıları da bu soruya coğrafyayla yanıt veriyor. Yunan anakarasında çoğu zaman Dor düzeni tercih ediliyordu, Anadolu'da ise İyon düzeni daha revaçtaydı. Ama bu da kesin bir kural değil, zira bir çok istinası var. 

2- Tapınakların belli bir yönlenmesi var mıydı? Kıble ne taraf yani?
     Evet, camilere benzer biçimde antik Yunan tapınakları da belli yönlere göre inşa ediliyordu genelde. Bir çoğu DOĞU-BATI ekseninde, doğudan giriş alacak biçimde yönlenmişlerdi. Bunun, sabah doğan güneşin tapınağın kapısından girerek kült heykelini selamlaması gibi ritüellerle bağlantılı olduğu düşünülüyor. Ama bu da kesin bir kural değildi. Doğu-Batı ekseninden farklı yönlenmiş tapınaklar da vardı...

3- Tapınaklara ayakkabı ile mi giriliyordu?
     Hiç bir fikrim yok. Galiba evet. Yazıtlarda "tapınaklarımıza ayakkabılarıyla girdiler, içerde şarap içtiler" gibi şeyler aktarılmamış. Bu arada şarap zaten kutsal bir içkiydi ve  tapınaklarda içiliyordu zaten belki de... Ama tadında tabi. Öküz gibi içip tanrıya ileri geri laf ederseniz pek de hoş karşılanmıyordu muhtemelen... 

Bu arada Yunanlar şarabı sulandırarak, yani bizim rakıyı içtiğimiz gibi içerlerdi. Hatta bazen içine bal filan da katılırdı. Sulandırmadan sek şarap içmek ya da içkiyi abartıp sarhoş olmak çok büyük kabalık olarak kabul edilir, ayıplanırdı. 

Başka aklınıza gelen soru varsa yorum olarak yazabilirsiniz.

Zeusaısmarladık...


Okuma önerileri:
William Bell Dinsmoor, The Architectue od Ancient Greece. 
D. S. Robertson, Greek & Roman Architecture. 
A. W. Lawrence, Greek Architecture. 

1 yorum: