12 Haziran 2018 Salı

Pantheon - Tüm Tanrılar İçin Bir Tapınak

Roma İmparatorluğu'nun merkezi olan Roma kentinin hem inşa edildiği tarihte hem de günümüzde en etkileyici yapılarından birisi şüphesiz Pantheon'dur. Roma'ya her gidenin mutlaka uğradığı, şöyle bir girip çıktığı yapı hakkında bir çok bilgi var şüphesiz kitaplarda ve internette. Hem bu bilgilerin en güvenilirlerini biraraya getireyim hem de bir mimar gözüyle yapıya tekrar bakayım dedim. 
Parthenon (web 5)

Adıyla başlayalım yapının... Pantheon, PAN ve THEON sözcüklerinin biraraya gelmesiyle oluşmuş Latince (daha da eskisi, Yunanca) bir sözcük. Pan sözcüğü Türkçe'ye tüm, bütün olarak çevrilebilir. Theon da tanrılar anlamına geliyor. Bu sözcükler zaten Türkçe'ye Yunanca ve Latince üzerinden de geçmiş ve nadiren de olsa dilimizde kullanılmakta. Panislamizm ya da Teoloji sözcüklerindeki gibi. 

Özetle "Pantheon"un tam olarak karşılığı "Tüm Tanrılar". Sözcüğü bina ismi olarak düşündüğümüzde de "Tüm Tanrılara Adanmış Tapınak" olarak çevirmek doğru olacak. Ve evet, Pantheon Romalılar tarafından tüm tanrılarına adanmış bir tapınak olarak inşa edilen bir yapı. Ancak tabii ki içinde tüm tanrılarına ait kült nesneleri bulmak mümkün değil, zaten Romalıların yüzlerce tanrı, tanrılaştırdıkları kavram ve kişiye sahip olduklarını düşündüğümüzde bunun imkansız olduğunu kabul etmek lazım. Aslında bu tapınak Roma panteonundaki (panteon burada belli bir dindeki tanrılar sınıfı anlamında) en önemli tanrılara adanmış bir tapınak.  


Yapının tarihlendirmesine gelecek olursak, yapının MS 118-128 yılları arasında İmparator Hadrian tarafından yaptırıldığı hatta Hadrian'ın yapının tasarımında payı olduğu iddia edilir (Roth, 2015, web 7). Ancak inşaatın 123'de başlayıp 140 yılında İmparator Pius zamanında tamamlandığını savunan kaynaklar da vardır (web 7). Bu konuda en net kanıt 1829 yılında Fransız arkeolog George Chedanne'nın keşfettiği üzere, yapıda kullanılan bir çok tuğlada 123 tarihinin damgalanmış olması (web 7). Yapım aşamasını biraz daha detaylandıracak olursak, Pantheon aslında MÖ 27-25 yıllarında Agrippa’nın yaptırdığı bir önceki tapınağın yerine yapılmıştır. Bunun hikayesi de aslında ön cephedeki ünlü yazıttadır. 


M(arcus). AGRIPPA L(ucii). F(ilius). CO(n)S(ul). TERTIUM FECIT

Yani diyor ki:

“LUCIUS'UN OĞLU MARCUS AGRIPPA BUNU 3. KONSÜLLÜĞÜ ZAMANINDA YAPTI”

Büyük harflerle yazılması Agrippa'nın bunu bağıra bağıra söylediği anlamına gelmiyor, Latince de küçük harf diye bir şey yok...

Neyse, yazıtta önceki tapınağı yaptıranın adı ve yapım tarihi yer alıyor, şu anki mevcut yapının değil... İlginç bir detayı da vurgulayalım, pagan Romalılar -doğal olarak- bizim gibi İsa’nın doğumunu milat yani 0 olarak alan bir tarihlendirmeye sahip değildi. Çoğulukla üst düzey bir devlet görevi olan konsüllüğe seçilen kişi o yıla ismini verirdi. Yani buradaki “3. konsüllüğü” ifadesi tarih atma amaçlıdır. Genelde pagan Roma’da tarihlendirme böyle yapılıyordu. Nadiren de, bu sistemde bir sorun olduğunda tarihi, Roma kentinin kurulduğunu kabul ettikleri tarihi 0 kabul ederek hesaplıyorlardı. 

Örneğin "MÖ 63" doğal olarak onlar için anlamsız bir ifade idi. Onun yerine, “Marcus Tullius Cicero’yla, Gaius Antonius Hybrida’nın konsüllüğü’ idi o yılın ifadesi. Ya da, “Optimus konsülken” (yani MÖ 121’de) yapılan şarap özellikle tanınmış bir üründü (Beard, 2018).

Mimar Şamlı Apollodorus
(web2)
Buradaki ilk tapınağın (onun da adı Pantheon olup olmadığı konusunda çeşitli görüşler var) Agrippa tarafından yapıldığı ve son buluntulara göre onun da klasik dikdörtgen bir Roma tapınağı değil Pantheon benzeri dairesel bir tapınak olabileceği düşünülüyor (web 6). Büyük olasılık bir yangında ciddi bir şekilde zarar gören bu ilk yapıdan sonra başka bir tapınağın daha inşa edildiği ancak onun da bir yangında yıkıldığına dair iddialar var. O dönemler Roma için baya "ateşli" zamanlarmış anlaşılan... En azından 60, 64, 79, 100 ve 110 yıllarında ciddi yangınların yaşandığı biliniyor (web 7). 

Son olarak İmparator Hadrian bugünkü yapıyı aynı alana inşa ettiriyor ve belki geçmişe olan saygısından ya da daha muhtemel, siyasi bir amaçla bu yazıtı olduğu gibi koruyor. Son olarak yapının Hadrian’dan önce, Traian zamanında başladığını iddia eden kaynaklar da olduğunu söyleyelim. 

  
Yapının mimarı olarak bazı kaynaklar Şamlı Apollodorus’u zikrediyorlar. Ancak galiba bu kesin bilgi değil. Apollodorus hakkında Britannica'da, 2. yüzyılda yıldızı parladığı, İmparator Traian'a önemli hizmetlerde bulunduğu ancak ardından gelen Hadrian tarafından 130 yılında sürgün edildiği/kovulduğu hatta daha sonra idam edildiği yazıyor (web 1). Acaba Hadrian Pantheon'daki bir sorun yüzünden mi dönemin ünlü mimarıyla papaz olmuştu? Bu konuda şu ilginç spekülasyonu da aktaralım:

Bir görüşe göre Pantheon'un inşası aslında Hadrian'dan önce Traian zamanında başlar ve Traian'ın gözde mimarı olan Apollodorus'un projenin en azından başlangıcında işin başında olması büyük olasılıktır. Ancak Hadrian zamanında yeni imparatorla mimar arasında anlaşmazlıklar başlar ve Hadrian Apollodorus'u kovarak yapıya kendi bildiği gibi devam eder. Hatta bazıları aşağıda anlatacağım ön portikle silindir kütle arasındaki uyumsuzluğu ve yapının genel kusurlarını imparatorun bu başına buyrukluğuna bağlar. Ama tabi bu somut kanıtlarla desteklenmeyen bir argüman. (web 2)

Gerçi tüm tartışmalara rağmen Rönesans döneminin önde gelen mimar-heykeltraş-ressam yani sanatçısı Michelangelo’ya göre Pantheon o kadar üstün niteliklidir ki, "kesinlikle insanların değil, meleklerin tasarımı olmalıdır" (web 7)
Pantheon ve önündeki meydanda havuz ve dikilitaş.
Yapıyı tarif edecek olursak önce yakın çevresinden başlamak gerek. Zira bugün yapının önündeki, adını da yapıdan alan ünlü meydan (Piazza della Rotonda) yapının inşa edildiğinde daha farklı bir biçim ve kullanımdaydı. Meydan bugün yaklaşık 60 metreye 40 metre ebatlarındaki bir dikdörtgen biçimindedir. Ortasındaki havuz (Fontana del Pantheon) ve dikilitaş meydanı süsler. Bu havuz ve dikilitaş Panthon'dan çok daha sonra meydana eklenmişlerdir. Havuz, 1575 yılında, Giacomo Della Porta tarafından inşa edilmiş, dikilitaş ise çok daha sonra 1711 yılında buraya getirilmiştir. Dikilitaşın aslında 2. Ramses tarafından, MÖ 13. yüzyılda Heliopolis'deki Ra tapınağı için yapıldığı ve bu taşın 18. yüzyılda değil, daha önceden Roma'ya getirildiği bilinmektedir. Ancak meydana yerleştirilişi ise 1711 tarihlidir. 

Özgün durumda yapı, üç tarafı galerili, önünde bir giriş kapısı (propylos) olan dikdörtgen bir avluya sahipti. Bu avlu da muhtemelen bugünkü gibi turistlere, sokak çalgıcılarına ve kafelere değil dini törenlere ev sahipliği yapıyordu. Bugün galerilere dair bir iz bulmak mümkün değildir.
Solda, Pantheon ve önündeki alanın özgün durumu (Knell, 2013), Sağda, Pantheon kesit perspektifi. (web 4)
Yapının kütlesel olarak aslında net bir biçimde -birbirine uyumlu oldukları tartışmalı- üç parçadan oluştuğunu söylemek mümkün: Kubbeyle örtülmüş silindirik ana kütle, onun meydana bakan yüzüne eklenmiş giriş portikosu ve en arkada açıkçası hakkında pek bir bilgi bulamadığım gizemli parça.. 

Önce portikodan başlayalım. Aslında dikkatli bakıldığında portikonun da iki bölümden oluştuğu görülüyor: Öndeki sütunlu kısım ve bu kısımla silindirin arasındaki geçiş kısmı. 
Pantheon'un plan ve kesiti. (Knell, 2013)
Sütunlu kısım, ya da ön-portik, ilk sırada, yani cephede 8 tane olacak biçimde, 2. ve 3. sıralarda ise 4'er tane olmak üzere Korint düzeninde toplam 16 bağımsız sütundan oluşuyor. Bu sütunlar hakkında biraz bilgi vermek gerekirse, her biri en azından 60 ton gelen yivsiz, monolitik gövdeleri Mısır’dan getirtilmiş Asuan granitinden (Knell, 2013). Korint düzeni sütun başlıkları ise kireçtaşından oyulmuş. Bu kısım aslında Romalıların büyük oranda Yunanlılardan aldığı ve bir miktar Etrüsklülerin tapınakları ile melezlediği klasik bir Roma tapınağı cephesi mahiyetindedir. Bununla birlikte asıl dikkat çeken şeyse sol sıradaki 3 sütun başlığının sofistike bezemesinin yanında diğer 13 bağımsız sütun başlığı ile duvara bitişik 4 ayağın başlığının oldukça kaba işlenmiş olması. İçeride de Korint düzenindeki özenli sütunların devam etmesi konuyu daha da karışık hale getiriyor. Böyle olunca özensiz sütunlar azınlıkta kalıyor. Kimbilir, belki de bunlar, daha erken tarihli bir yapıdan devşirilmişlerdir... 

Solda: Öndeki sütunlu kısım ve geçiş kısmından oluşan portik.
Sağda: Yan sıralardaki 3 sütun başlığı ile diğer sütun başlıkları arasındaki fark dikkat çekici.
Sütunlu kısımda, en öndeki 8 sütunun ardına geçildiğinde sütun sayısı bir sırada 4'e düşer. Bu da yanlarda dar, ortada geniş olmak üzere 3 yol ortaya çıkarır. Yanlardaki yollar eskiden içinde muhtemelen görkemli heykellerin olduğu büyükçe iki nişe çıkarken orta yol tapınağın metal 6,4 metre yüksekliğindeki anıtsal giriş kapısına çıkar. Metal kapı oldukça görkemlidir ancak ne yazık ki Roma döneminden kalan orijinal kapı değil. Bugünkü kapı 17. yüzyılın ortasında metalden imal edilerek yerine yerleştirilmiş. Bu arada içeri girmeden portikin ön cephesindeki üçgen alınlığa da değinmek gerekir. Bu boş haliyle alınlık biraz göz tırmalıyor ve üzerindeki deliklerden sanki burada daha önce iki boyutlu bir bezeme, motif ve belki de rölyef grubu olması büyük olasılık, zira hem Yunanlılar hem de Romalılar tapınaklarının alınlıklarını genelde üst düzey heykel gruplarıyla süslemeden bırakmazlardı. Ancak bu konuda pek bir bilgiye rastlamadım kaynaklarda.
Sütunlu portik, nişler ve giriş kapısı.
Evet, bu büyük, gösterişli kapıdan girince kendimizi gerçekten de etkileyici bir mekanda buluruz. Her ne kadar turist kalabalığı ve uğultusu bir miktar algıyı zedelese de Pantheon'un neden mimarlık tarihinin en önemli yapılarından biri olduğunu galiba tam olarak yapıya girdiğimiz o anda anlarız. 

Pantheonun önemli özelliklerinden biri devasa kubbenin çapı ile kürenin en üst noktasının yerden yüksekliğinin hemen hemen aynı olması. Yani aslında kubbenin tam olarak simetriğini altına koysak koca bir küre tam olarak mekanın içine sığacak biçimde tasarlanmış. Bu ne işe yarıyor derseniz bilmiyorum ama algısal olarak bazı avantajları olduğu, mekanı daha dengeli hissettirdiği iddia edilebilir.
File:Pantheon section sphere.svg
Pantheon'da oran. (web 3)
İç mekan duvarlarında farklı boyutlardaki nişlerin olduğu ve kasetli bir kubbeyle örtülü devasa bir silindirdir. Kubbenin başlangıç hizasına kadar, yer döşemesi de dahil mermer kaplıdır. Yerde beyaz, krem ve kırmızı renkli mermer kaplamanın motifleri kare ve dairelerden oluşturulmuştur.

Kubbe ise beton sıvalıdır. Kubbenin tepe noktasında daha önce bahsettiğimiz gibi 9,1 metre çapında, oculus denen bir açıklık vardır. Oculus mekanın tek doğal ışık kaynağıdır ve gün boyunca buradan giren güçlü güneş ışığının duvarlarda ve kubbe yüzeyinde gezinmesi gerçekten de çok etkileyici bir sahne yaratır. Aynı zamanda hava sirkülasyonu da sağlayan oculustan dedikoduların aksine yağmurlu günlerde bittabi yağmur damlaları girmektedir. Bu suyun mekandan uzaklaştırılması için bir drenaj sistemi bulunur. Ben ne yazık ki denk gelemedim ama yağmurun, özellikle de kar tanelerinin mekanda süzülüşünü izlemenin müthiş bir deneyim olduğu söylenir.

Oculus ve tavan kasetleri.
Pantheonun kubbesi tarih boyunca farklı anlamlandırmalara sahne olmuştur. Yorumcular kubbenin aslında gökkubbeyi, yukarıya doğru küçülen kaset sıralarının göğün katmanlarını, oculusunsa tanrısal güneşi temsil ettiğini iddia ederler. Kubbedeki, her sırada 28 tane bulunan kasetlerin ayrıca rakamsal bir kutsiyet ya da ay takvimine göre bazı anlamları olabileceği düşünülür. Özgün durumda bu kasetlerin bronz yıldızlar, rozetler ve diğer bezemelere sahip olması da muhtemel (web 8). Romalılarınsa kubbeye gerçekten bu anlamları yükleyip yüklemediklerine emin değilim. Kesin olarak söylenebilecek şey, 5 sıra olarak gittikçe küçülen boyutlarıyla toplam 5 x 28 = 140 adet kasetin kubbenin ağırlığını ciddi biçimde azaltarak taşıyıcılara daha az yük binmesine sebep olarak yapıya statik avantajlar kazandırdığı olabilir. Tabii ki görsel olarak da perspektif etkisi vererek kubbeyi olduğundan daha büyük algılatmaları ve düz bir yüzeye göre estetik olarak daha başarılı bir plastik etki yaratmaları da söz konusu. 

İç mekandaki nişlere gelince... Silindirde simetrik ve sıralı olmak üzere 8 büyük 8 de küçük niş bulunur. Büyük nişlerden biri giriş kapısı diğeri ise kapının tam karşısında, bugün kilisenin apsisi olarak kullanılan ama özgün durumda şüphesiz baş tanrı Jüpiter'e (Yunanlılar'ın Zeus olarak taptıkları) ayrılmıştı. Geriye kalan nişlerde de önde gelen Roma tanrılarının heykelleri ve kült mekanları bulunuyordu. Bugün bu nişlerin bazılarında İtalya tarihinin önemli isimlerinin mezarları bulunuyor. Mihrabın solundaki nişte, bir başka ninja kaplumbağa, pardon, "Rönesans adamı" Rafaello'nun mezarı bulunur. Yandaki nişte ise, 19. yüzyıl Kraliçesi Margherita eşi Kral I. Umberto yatmaktadır. Diğer bir nişte ise İtalya’nın ilk kralı olan II. Vittorio Emanuele’nin mezarı bulunur.

Özgün durumda bugün şapel olarak kullanılan derin nişlerde şu tanrıların kült mekanları bulunduğu düşünülüyor:

Jupiter, Apollo, Diana, Mars, Mercury, Saturn, Venus.

Nişlerin günümüzdeki kullanımları


Özgün içmekanın görünüşü (web 6)

YAPI TEKNOLOJİSİ VE YAPIDAKİ SORUNLAR

Pantheon, olağanüstü mimarlık ve mühendislik başarılarının yanısıra nedenleri tam olarak açıklanamamış, farklı yorumlara konu olmuş kusurları  da barındırmaktadır. Ancak bu kusurlardan önce dönemi için önemli mühendislik başarılarını vurgulamak gerekiyor.

Kullanılan malzemeler (Roth, 2015)
Pantheon yapıldığı dönem için mimarlıktan ziyade büyük bir mühendislik başarısıdır aslında. Zaten bir çok sanat ve mimarlık tarihçisi Yunanlıların mimarlığını Romalılarınsa mühendisliğini ön plana çıkarmaya eğilimlidir. Bu tavır Roma mimarisinin biraz hakkını yese de çok da yanlış değildir.

Yapının kubbe çapı 43,4 metredir. Ve bu büyüklükteki bir kubbe o zamana kadar yapılabilmiş değildi. En büyük kubbe olma ünvanını da uzun süre korumuştur. Bir kıyaslama olarak Ayasofya'nın hafif eliptik kubbesinin en büyük açıklığının 33 metre, Selimiye'nin kubbesinin çapınınsa 31 metre civarında olduğunu hatırlatalım.

Kubbenin en üstünde bırakılan açıklığın -yani oculusun- açıklığı 9,1 metredir. Yalnız bu çap konusunda bir karışıklık var, çok farklı ölçüler söz konusu çeşitli kaynaklarda, ben açıkçası Roth, 2015 kaynağını esas aldım. 

Pantheon’un mimarisindeki statik açıdan en akıllıca strateji yapının ağırlık merkezinin mümkün olduğunca yere yakın, alt kotlarda tutulması çabasıdır. Bir yapının ağırlık merkezi ne kadar yere yakın olursa o kadar sağlam, özellikle deprem gibi yanal yüklere karşı o kadar dayanıklı olur. 

Pantheonun mimarları bunu iki yöntemle sağlamışlar. Birincisi yapı yükseldikçe mekanı örten çeperin kalınlığı düşer. En alt seviyede 7 metreye yakın kalınlıkta olan duvarlar kubbenin üstüne varıldığında oldukça incelmiştir. Bir diğer taktik olarak da yapının alt kotları daha masif, ağır malzemeyle yapılmışken yapı yükseldikçe malzeme değişerek özgül ağırlığı düşük malzemeler seçilmiştir. Traverten gibi sert ve ağır bir taşla başlayan yapı kubbenin en üstüne geldiğinde artık süngertaşıdır. Tabi burada temel malzemenin roma betonu olduğunu unutmamak lazım. Yani kubbe süngertaşından demek yerine Roma betonu ve sünger taşından imal edilmiş olduğunu söylemek daha doğru olur. Roma mühendisliğinin ve akılcılığının güzel örnekleri olan bu iki ilkenin yapının günümüze kadar ciddi bir yıkıma uğramadan gelmesinde büyük payı vardır.

Silindirik ana kütlede yüklerin yönlendirilmesi.
Yapının büyük kısmını oluşturan silindirik kütlenin neredeyse tamamen tuğladan oluştuğunu söylemek mümkün. Bu cephenin orijinal durumda da kaplamasız olup olmadığı tam net değil. Bazı kaynaklar mermer veya sırlı tuğla kaplamalardan söz etse de bu kaplamalara dair bir iz cephelerde görünmüyor.  Bu sayede aslında Romalıların yük dağılımı ve yüklerin yönlendirilmesi konusunda ne kadar ustalık sahibi olduklarını da görüyoruz. Silindir duvarın içindeki sağır (içi kapalı) kemerlerle yükler duvarların kalınlaştığı yerlere aktarılarak yapının statik dengesi güçlendirilmiş. 

Planda gördüğümüz gibi aslında duvarlar heryerde homojen bir kalınlığa ve geometriye sahip değiller. İçeride tanrı ve tanrıçaların heykelleri duvara açılmış devasa nişlerde bulunuyor ve şüphesiz bu nişler duvarı incelterek taşıma kapasitesini azaltıyor. Bu nedenle devasa kubbeden gelen yükler ve silindirik duvarın kendi ağırlığının herhangi bir düzenleme yapılmadan homojen biçimde zemine aktarılması büyük sorunlara yol açabilirdi. Bu nedenle bu yükler büyük oranda sağır kemerlerle duvarın kalın ve sağlam olduğu iki niş arasındaki bölgelere yönlendirilmiş. Boşuna mühendis demiyoruz bu Romalılara...

Yapıdaki sorunlara gelecek olursak, en dikkat çekici sorun, yapıya detaylı bakıldığında ön cephesindeki sundurma ile silindirik kısım arasındaki uyumsuzluktur. Kesin olarak nedeni bilinmeyen bu uyumsuzluğun en iyi açıklamasını yapan Davies, Hernsoll ve Wilson Jones isimli uzmanların teorilerini Roma mimarisi uzmanı Martin Thorpe aktarır:

"Sundurması ile bağlantı bloğu ve sonuncusunun da rotondayla olan ilişkisi açısından Pantheon, bir yönüyle başarıdan uzak bulunmaktadır.

Tapınağa önden bakıldığında en belirgin simgeler bağlantı bloğunun üzerindeki yapay alınlık ile giriş saçağının tepesindeki alışılmışın dışında dik ve hantal alınlıktır; yandan bakıldığında ise, giriş saçağının kornişiyle rotondanınki arasındaki süreksizliktir.

Mimarlık tarihçileri bu durumu, yapının farklı tarihlerde yapıldığı savıyla açıklamaya çalışmışlarsa da, yapının tümünün Hadrianus'un hükümdarlığında yapıldığına dair kesin bir tarihin varlığı bu yöndeki açıklamaları geçersiz kılmıştır.

Yakın zamanda bu durumla ilgili Davies, Hernsoll ve Wilson Jones isimli yazarlar yeni bir açıklama getirmişlerdir. Yazarlar kısaca, tapınağın inşaatının başlatılmasının ardından giriş sundurmasının tasarımının önemli değişikliklere uğradığını ve sütunların boylarının, özgün tasarımda niyet edilen 60 Roma ayağından (17,7 m.) mevcut 50 Roma ayağına (14,75 m.) indirgendiğini belirtmektedirler. 60 ayak yüksekliğindeki sütunlar,giriş saçağının üçgen alınlığını, bağlantı bloğuyla, hantal üst alınlığını iptal ederek aynı seviyeye getirebilir ve dik alınlıkla daha iyi bir oransal uyum sağlayabilirdi. Giriş saçağındaki sütunlar oransal olarak daha kalınsa da, sütunlar arasındaki mesafe Pantheon'da normalden geniştir ve böylece standartlara daha yaklaşılabilirdi.

Yandan da, rotondanın ana kornişinin, giriş saçağı ve bağlantı bloğunun tek kornişiyle sürekliliği sağlanabilirdi.

Ayrıca, şöyle bir bakmakla farkedilmesi zor olan, ancak titiz ölçümlerle anlaşılabilen ve Pantheon'un özgün tasarımında giriş saçağında 60 ayaklık sütunların kullanılmış olmasıyla giderilebilecek bir dizi tutarsızlık daha vardır.
Silindirik kütle ile portik arasındaki uyumsuzluk.

Fakat eğer, sütun boylarını küçültme kararı sonucunda ortaya daha uyumsuz bir bina çıkmış olsaydı, karar gönüllü olarak alınamazdı ve mimarın denetimi dışındaki şartların zorlaması altında kararı vermiş olması gerekirdi. Bunların neler olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür, ancak daha geniş sütunlardan yeterince temin etmenin güçlükleri bir neden olabilir. 

Sütunların, özellikle de Pantheon'un giriş saçağındaki gibi yekpare olanların, standart ölçülerde imal edildiği sanılmaktadır. 60 ayak bunların en büyüğüydü ve bu ölçülerdeki sütunlar nadiren ve yalnızca çok önemli addedilen binalar için kullanılmaktaydı. Sütun gövdelerini Mısır'daki taş ocağından çıkartıp Roma'ya getirmek için özel düzenlemelerin yapılmış olması gerekmektedir. 

Pantheon, dönemde Hadrianus'un ilgilendiği tek yapı projesi değildi. Halefi, tanrılaştırılmış Traianus'a adanan tapınak da Pantheon ile aynı zamanda yapılmıştı ve o da 60 ayaklık Mısır granitinden sekiz sütunlu bir cepheye sahipti. Eğer Hadrianus'un mimarları sütun gövdesi temininde bir güçlükle karşılaştılarsa, bu iki projeden biri arasında tercih yapmak zorunda kalmış olmalıdırlar. Eğer Hadrianus kendi projesini borçlu olduğu halefine karşı olan sorumluluklarının önüne koymuş olsaydı, siyasi taktik ve dindarlığını sergilemekte tehlikeli bir açık vermiş olurdu. Bu yüzden de tek seçim şansı, ya yeterli 60 ayaklık sütunlar tedarik edilene kadar Pantheon'un inşaatının yarım bırakmak -ki bu da yıllarca sürebilecek bir gecikme demek olabilirdi- ya da mimarlarına daha kolay bulunan 50 ayaklık sütunlar kullanmalarını ve özgün planda gerekli değişiklikleri yapmalarını emretmekti.

Pantheon'un içinin taşıdığı sıra dışı önem gözönüne alındığında, bunun ödemeye değer bir bedel olduğu düşünülmüş olmalıdır.

Bu kuram genel olarak kabul görse de görmese de, hem gerçekten ilginç olması, hem de Roma mimarisinin incelenmesinin sadece bir dizi yerleşik doğruları öğrenmek olmayıp aynı zamanda, hala cevapsız kalmış birçok önemli soru barındırdığını göstermesi açısından da göz önünde bulundurulmaya değerdir." (Thorpe, 2002)


Pantheon'un bir dönem çan kuleleri de varmış...  (Twitter'da tesadüfen rastladığım bu görsele kaynak veremiyorum maalesef...)
Hatta bu çan kulelerine "eşek kulakları" deniyormuş. Eh, benzemiyor da değiller.
Bu arada bu çan kulelerinin Bernini'ye ait olduklarını iddia eden siteler de var ama güvenilir bir kaynakta rastlayamadım bu bilgiye.
Yapının dengeli geometrisi, rasyonel malzeme seçimi ve yük aktarımının doğru tasarlanması, onun en sağlam şekilde günümüze kalan Antik dönem yapısı olmasında payı büyüktür. Ancak en az bunlar kadar önemli bir başka etken de yapının bir çok pagan tapınağı gibi kaderine terkedilmeyip, yıkılıp yapı malzemeleri başka inşaatlarda kullanılmayıp 609 yılında Papa IV. Boniface tarafından takdis edilerek kiliseye dönüştürülmesi ve günümüze kadar sürekli kullanılmasıdır. O tarihten beri resmi ismi artık Santa Maria Rotonda (Azize Meryem’in Silindiri) veya Santa Maria ad Martyres (Azize Meryem ve Şehitler) kilisesi olmuştur. 


Pantheon bir çok ressama da ilham vermiştir. Aşağıda iki 18. yüzyıl tablosunda yapının dıştan ve içten resimlerini görebilirsiniz.


Giovanni Antonio Canal "Il Canaletto", Il Pantheon a Roma, 1742. Royal Collection Trust, UK.
(Cenk Berkant'ın haberdar etmesiyle.)

Giovanni Paolo Panini'nin 1747 tarihli, Pantheon'un iç mekanı adlı tablosu. (web 8) 

Son olarak Pantheon'un 20. yüzyıldaki restorasyonlarından birinden bir fotoğraf:

Pantheon'daki çatlakların incelenmesi. Kasetlerin boyutlarının muazzamlığı bu fotoğraftan anlaşılıyor.


Kaynaklar:
Leland M. Roth, Mimarlığın Öyküsü, Kabalcı Yayınevi, 2015
Martin Thorpe, Roma Mimarlığı, Homer Kitabevi, 2002
Heiner Knell, Vom Parthenon zum Pantheon, PHvZ, 2013

web 1: https://www.britannica.com/biography/Apollodorus-of-Damascus
web 2: https://garethharney.wordpress.com/2013/09/15/apollodorus-of-damascus-architect-of-empire
web 3: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Pantheon_section_sphere.svg
web 4: https://www.knowtheromans.co.uk/Images/ThePantheon/
web 5: https://tr.pinterest.com/pin/531002612287592338/?lp=true
web 6: https://www.khanacademy.org/humanities/ancient-art-civilizations/roman/middle-empire/a/the-pantheon
web 7: http://www.romanconcrete.com/docs/chapt01/chapt01.htm
web 8: https://en.wikipedia.org/wiki/Pantheon,_Rome
web 8: https://commons.wikimedia.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder