21 Aralık 2015 Pazartesi

Laodikeia: "Parayı Lidyalılar bulmuş, Laodikeialılar harcamış..."

Uzun zamandır adını duyduğum, yanından defalarca geçtiğim Antik Laodikeia'ya sonunda yüksek lisans öğrencimin Laodikeia hakkında çalışmak istemesini bahane ederek gidebildim. Antik kent gezilerine önceden ne kadar iyi hazırlık yapılırsa geziden o kadar keyif ve bilgi alınabileceği için önce Laodikeia'yı kazan ekibin hazırladığı, kent hakkında oldukça kapsamlı bilgiler içeren internet sitesini inceledik. Güzel hazırlanmış site kenti gezmeye niyetlenenler için yeterli bilgiyi sunuyor:


Tek tek belirtmemekle birlikte yazı içindeki bir çok bilgiyi bu kaynaktan aktardım.

Ayrıca kazı ekibinin ve diğer yazarların yazdığı bir çok kitap da var Laoedikeia ve yapıları hakkında.


Resim 1: Laodikeia'nın yeri ve yerleşimi.

Kısa Tarihçe:

Anadolu'daki bir çok yerleşim gibi Laodikeia'nın da tarihi MÖ 5500 gibi oldukça erken tarihlere kadar gidiyor. Ancak bu dönemler özel bir ilgi ve araştırma alanı gerektiriyor. Onun için dikkatimizi daha çok Hellenistik Dönem ve sonrasına yöneltiyoruz. Plinius'un dediğine göre Hellenistik kent önce Diospolis, sonra Rhoas olarak adlandırılmış olan kutsal köy yerleşimleri üzerine kurulmuş. Diospolis Zeus'un kenti anlamına gelirken Rhoas eski bir Anadolu adı imiş. Kent Seleukoslar Kralı II. Antiokhos Teos tarafından eşi Kraliçe Laodike adına MÖ 3. yüzyılın ortalarında olasılıkla anılan iki kentin birleştirilmesiyle kurulmuş. Zaten bu Helenistik kralların eşleri adına kent kurmaları sıklıkla rastlanılan bir durum. Bugün pırlanta yüzük filan hediye eder gibi Helenistik krallar da eşlerine kent kurup durmuşlar.

Laodikeia'nın en önemli özelliklerinden biri zenginliği. Hem ticaret yollarının kesiştiği bir yerde olması hem de verimli tarım toprakları onu oldukça zengin bir kent haline getirmiş. Daha MÖ 3. yüzyılda bile bir çok anıtsal yapıya sahipmiş kent. Ayrıca Strabon'un aktardığına göre yine bölgede yetiştirilen "kuzguni siyah renkli, yünü çok yumuşak bir cins koyunların" yünlerinden büyük gelir elde ediliyormuş. Yani Antik dönemde aynı bugün Denizli'nin olduğu gibi tekstil zengini bir kentmiş Laodikeia.   

Kentte Antik Yunan kültlerinin yanısıra Anadolu'daki bir çok kentte olduğu gibi Doğu ve Mısır kültleri de tapım görmüş. 2. yüzyıldan itibaren etkisini gösteren Hıristiyanlık 4. yüzyıldan sonra Bizans'ın devlet dini haline gelmesiyle hızla yayılmış, buna koşut olarak İncil'de söz edilen 7 kiliseden biri olan Laodikeia'nın önemi de gittikçe artmış, önemli kilise toplantılarına ev sahipliği yapmış.  

MÖ 2. yüzyılda bir çok Anadolu kenti gibi Laodikeia da son Pergamon kralının vasiyeti ile Roma İmparatorluğu'nun bir parçası olmuş. 

Kenti etkileyen bir çok deprem meydana gelmiş. Bunlardan bazılarının tarihleri şöyle: 27 - 47 - 60 - (2. yüzyıl ortası) - (3. yüzyıl) - (3. yüzyıl sonu-4. yüzyıl başı) - (4. yüzyılın 2. yarısı) - 494 - (6. yüzyıl) - (7. yüzyıl başı)

Kent bu son 2 depremden sonra toparlanamayıp tamamen terkedilerek bugünkü Denizli kent merkezinin olduğu alandaki ve Hisarköy mevkisindeki yeni yerleşimlere göç edilmiş.

Laodikeia bilgilendirme tabelaları açısından oldukça iyi durumda. Hem geziye başlarken hem de kalıntıların yakınındaki bir çok levhadan bilgi almak mümkün. Ayrıca girişteki kent planı üzerinde kısa ve uzun olmak üzere 2 farklı tur seçeneği öneriliyor. Yürüyüş hızına bağı olarak değişse de kısa tur 2 saat, uzun tur 3 saat civarında tamamlanabilir.

Resim 2: Antik kentin planı ve yapılar (Bilgilendirme tabelasından).

Antik kente ana cadde olan Suriye Caddesi'ne açılan Suriye Kapısı'ndan giriliyor. Ancak kapıdan girmeden hemen sağda Bizans Nymphaeum'u yani anıtsal çeşmesi bulunuyor. Hem Laoedikeia hem de yakındaki Hierapolis özellikle su yapıları açısından oldukça zengin. İrili ufaklı hatta devasa boyutlara varan bir çok nymphaeum ve hamam yapısına rastlamak mümkün. Bizans Nymphaeum'u içlerinden mütevazı olarak kabul edilebileceklerden...

Resim 3: Doğu Bizans Nymphaeumu.

Kapıdan geçtikten sonra önümüzde etkileyici perspektifiyle Suriye Caddesi uzanıyor. Bu caddenin ve kapının adının neden "Suriye" olduğunu tahmin etmek kolay değil. Şüphesiz kapı doğuya yöneldiğinden olabilir ancak batıya yönelen "Ephesos Kapısı"nda olduğu gibi yakınlardaki önemli bir kentle değil de Suriye gibi uzak bir diyarla anılıyor, merak konusu...

Resim 4: Doğu Bizans Kapısı ve Kuleleri.

Suriye Caddesi Ephesos'taki Kuretler Caddesini hatırlatıyor biraz. Onun eğimsiz hali gibi. Ayakta kalan sütunlardan anlaşıldığı kadarıyla bu caddenin de kenarlarında sundurmalar olmalı ve olasılıkla bunların da gerisinde caddeye açılan küçük dükkan mekanları. Yine doğal olarak en önemli yapılar bu caddenin kenarına veya yakınına dizilmiş durumda.

İlk olarak sağda "A Evi" olarak adlandırılan konut bloğu geliyor. Burası oldukça geniş bir alanı kapsayan bir ada. Çok fazla zamanımız olmadığı için detaylı inceleyemedik doğrusu. Kazı sitesinden öğrendiğimiz kadarıyla 3 adet birbiriyle bağlantılı peristil avlulu konuttan oluşuyormuş. Daha doğrusu önceleri konutken daha sonra işliğe dönüştürülmüşler.

A Evi'nin hemen ardından aralarından geçen sokağın iki yanında bulunan iki önemli dini yapı ile karşılaşıyoruz. Bunlardan girişi Suriye Caddesi'nden olan Roma Tapınağı Artemis, Apollon ve İmparatorluk Kültü'ne adanmış. Avlulu ve prostilos (ön-sütunlu) tipindeki yapı mütevazı boyutlarına rağmen oldukça etkileyici. Yapıda genel olarak Roma döneminin en popüler üslubu olan Korint üslubu kullanılmış. Bunu bitkisel motifli sütun başlıklarından hemen anlıyoruz. Yine Roma dönemini önceki dönemlerden ayıran önemli bir özellik olarak tapınak yükseltilmiş bir podyumun üstünde, geriye yaslanmış olarak tasarlanmış. Kazı sitesinden öğrendiğimize göre, "Antoninler Dönemi’nde (M.S. 2.yy.) yapılan tapınak, İmparator Diocletianus Dönemi’nde (M.S. 284-305) büyük çaplı tamirat geçirmiştir. Tapınak M.S. 4. yy. da Hıristiyanlığın resmî din olarak (Büyük Constantinus zamanı M.S. 306-337) kabul edilmesiyle birlikte yanında yer alan Laodikeia Kilisesi’nin dinî arşivi olarak kullanılmış, tüm antik kenti etkileyen M.S. 494 yılı depremiyle birlikte yıkılmıştır." 


Resim 5: Kentin en önemli dini yapısı, Apollon-Artemis-İmparator Tapınağı.

Ve ne yazık ki bir çok anıtsal yapının başına geldiği gibi daha sonraki dönemlerde yapıya ait taşlar ya bütün olarak ya da yakılarak kireç elde edilerek başka yapıların inşaatında kullanılmak üzere taşınmış.
Hem avlu kısmında hem de tapınağın kendisinde bir çok restorasyonun izine rastlamak mümkün. Zaten Laodikeia'nın genelinde çok yoğun bir şekilde yılın 12 ayı kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyor. İçeride bir çok vinçe, şekillendirilmeyi bekleyen mermer kütlelerine rastlamak kentin sanki yeni inşa edildiği hissine bile yol açabiliyor. Bu galiba hem maddi olanakların hem de Pamukkale Üniversitesi'ndeki kazı ekibinin yoğun mesaisinin bir ürünü. Ama tabi koruma-restorasyon-anastilosis-tamamlama vs... tartışmaları her zaman insanı bir teyakkuz halinde tutuyor. Ben, açıkçası alandaki bazı uygulamalar içime pek sinmese de çoğunun dikkatli bir biçimde, kalıntılara zarar verilmeden yapıldığı izlenimini edindim. Zaten artık bu konuda o kadar farklı yorum var ki ben şahsen en belirleyici kriterler olarak müdahalelerin tarihi eserlere zarar verip vermediğine ve geri alınabilinir olup olmadığına bakıyorum. Şüphesiz başka bir çok şeye de (özellikle görsel uyum vs...) dikkat etmek lazım ama en önemlisi sanırım bu ikisi. 

Resim 6: Naos mekanından kapıya-avluya doğru bakış.

Neyse, tapınak doğal olarak Roma stilinde, bir podyumun üstündeki önünde dört sütun bulunan (prostylos) bir megarondan oluşuyor. En kutsal mekan olan ve olasılıkla tanrılara ait kült heykellerini bulunduğu Naos'un altında aynı geçenlerde gittiği Aizanoi'deki Zeus Tapınağı'nda olduğu gibi tonozlu bir bodrum kat var. (http://arkeogezi.blogspot.com.tr/2015/12/aizanoi.html) Hem naos da gezinebilmek hem de bu mekanı görebilmek için naosa camdan bir döşeme yapılmış. Fikir ve uygulama olarak güzel olsa da ben Aizanoi'de bir merdivenle inip gezdiğim mekanda çok daha etkilenmiş ve o mekandaki insanların duygudurumlarına yaklaşmış hissetmiştim kendimi. Burada sadece cama yaklaşıp aşağıya bakmak ve doğal olarak cam pek temiz olmadığı için yarım yamalak bir şeyler görmek doğrusu aynı duyguyu vermedi. Camdan zar zor iki tane ilginç sütun görebildik alt kattaki mekanda. Sütunların üstünde Apollon, Artemis ve yardımcı tanrılara ait olduğunu tahmin ettiğimiz rölyefler vardı. 

Resim 7: Laodikeia Kilisesi, orta neften apsise doğru bakış, ileride ambonun merdivenleri.

Tapınaktan sonra hemen yanındaki kiliseye geçiyoruz. Kiliseye çıkan yol ve binanın kendisi çalışmalar nedeniyle ziyarete kapatılmıştı. Biz de sınırlı ve hiç bir kalıntıya zarar vermeyecek şekilde gezdik kiliseyi. Kazı sitesinden öğrendiğimize göre Büyük Constantinus zamanında (ki bu abi İstanbul'u başkent yapıp ismini veren imparator, biliyorsunuz) 306-337 döneminin içinde yapılmış. Constantinus 313 yılında yayınladığı Milano Fermanı ile Hıristiyanlığı serbest bırakıyor ve bu tarihten sonra kiliseler hem merkezi otorite hem de cemaatler tarafından bir sürü nitelik ve nicelikte kiliseler inşa ediliyor. Yapı daha sonra 494 yılındaki depremde büyük hasar görüyor ve tamir ediliyor ancak İmparator Focas (602-610) dönemindeki depremde ise tamamen yıkılıyor ve bir daha ayağa kaldırılamıyor.

Oldukça büyük boyutlardaki yapı özellikle taban döşemeleri bakımından şaşırtıcı güzellikte. Hem mermer parçalarından hem de daha küçük mozaiklerden oluşturulan bölümler etkileyici. Bu arada bazı mekanlarda önceden mermer parçalı döşemelerin bir süre sonra yükseltilerek mozaik kaplandığını ve bunun yapılma tekniğini de gördük.

Resim 8: Kilisenin farklı zamanlarda üstüste inşa edilmiş döşeme kaplaması.

Kilisenin önemli bir altyapısı da bir çok su kanalının döşeme altından geçiyor olmasıydı. Girişin hemen yanındaki bir havuz ve apsisin solundaki odadaki vaftiz havuzu ile bağlantılı olan bu kanallar pişmiş toprak borularla inşa edilmiş. Kazı sitesinden öğrendiğimize göre yapının güneybatı ve kuzeydoğu taraflarında sokağa bakan cephelerinde birer çeşme varmış. Herhalde benim yukarıda havuz dediğim şey bu çeşmelerden birinin su haznesi idi... Ana mekanın solundaki vaftizhane döşemesi ve havuzuyla günümüze kadar gelebilmiş. Kazı sitesinden öğrendiğimize göre bu vaftiz havuzu Hıristiyanlık tarihinin en eski ve sağlam kalabilmiş haç biçimli havuzlarından birisiymiş. Bunun çok benzerini Selçuk'taki St. Jean Kilisesi'nde görmüştüm. Tabi o 6. yüzyıla, bundan yaklaşık 3 yüzyıl sonraya tarihleniyor.

Resim 9: Vaftiz havuzu.

Kilisenin plan tipi ilginç. Üç nefli bazilikal bir ana mekana sahip olan yapının enlemesine mekanlarının iki yanında birer apsis bulunuyor. Buralardaki 8 apsisin yanısıra nartheks yani giriş koridornun da iki yanında apsisler var. Bir de ana nefin açıldığı kilisenin ana apsisini eklersek toplam 11 adet apsis ediyor ki bu pek alışıldık birdurum değil.

Kilisenin görülmeye (farkedilmeye demek daha doğru galiba) değer bir başka elemanı da çok az bir kısmı ayakta ve yerinde kalmış olan "ambon"u. Tören sırasında rahibin çıkıp vaaz verdiği, iki yandan merdivenli bir platform olan ambonlar geç antik çağ kiliselerinde sıklıkla bulunmasına rağmen günümüze genelde sadece yerdeki izleri kalmış oluyor. (Yukarıdaki apsise doğru bakan fotoğrafta ortada, geriye kalan merdivenleri görülüyor)

Koruma çatısı şüphesiz yapının korunması açısından olumlu. Eğriselliği de sanırım özgün tonozlu üstörtüyü çağrıştırsın diye seçilmiş ancak basık tonoz yerine belki biraz daha maliyeti göze alarak beşik tonoz yapsalarmış galiba özgün örtüye daha yakın bir etki elde edilebilirmiş.


Resim 10: Kilisenin üstörtüsü.

Kiliseden tekrar Suriye Caddesi'ne çıkınca biraz ileride sağda anıtsal Septimus Severus Çeşmesi (Nymphaeumu) ve arkasında Yeşiller'in Jokey Klubü Binası bulunuyor. Bu renklere göre takımları Bizans dünyasından biliyorduk. Maviler-Yeşiller-kırmızılar-Beyazlar bugünkü Galatasaray-Fenerbahçe-Beşiktaş-Trabzonspor'a benziyor biraz. Demek Bizans'tan önce de varmış bu spor klüpleri... Septimus Severus Nymphaeum'un oldukça büyük boyutları ve merkezi konumu nitelikli bir yapı olduğunun kanıtı ancak ayağa kaldırmak çok kolay olmayacak gibi. En azından yıllardır yapının taşlarını tek tek çizen Mimar Yeliz Tufan'ın görüşü böyle. Şimdiye kadar eksik parçaları mermerle tamamlayarak ancak ön havuzu yeniden inşa edilebilmiş. Bu gösterişli yapı Laodikeia'nın tek Nymphaeumu değil. Bir çok başka anıtsal çeşme de bulunuyor kentte. Ayrıca burdan sonra ziyaret ettiğimiz Hierapolis'te de çok büyük ve nitelikli Nymphaeumlara rastlamamızı bu bölgenin sulak yapısına yorduk. Kıyı Ege'de doğrusu bu boyutta ve çoklukta anıtsal çeşmeye rastlamak çok mümkün değil.

Resim 11: Septimus Severus Nymphaeumu.

Tapınak ve Nymphaeum'un tam karşısındaki geniş açıklık Merkezi Agora. Bugün alanı çevreleyen stoaların hizaları hala izlenebiliyor ancak sadece bu kadar. Bu agoraya bitişik oldukça büyük bir de hamam -merkezi hamam- bulunuyor.

Resim 12: Merkezi Agora ve güneyindeki Merkezi Hamam.

Çeşmenin ve Jokey Klubü Binası'nın hemen arkasında görkemli sütunlarıyla hemen farkedilen Kuzey (Kutsal) Agora yer alıyor. Adından da anlaşılabileceği gibi ticari etkinlikler için ayrılan Merkezi Agora'dan farklı olarak bu alanda dini işlevler toplanmış olmalı. Birazdan gezeceğimiz Güney Agora'ya da Bouleuterion'la bitişik olması nedeiyle de herhalde yönetsel işlevlerin kümelendiğini tahmin etmek mümkün. Bir çok kentin tek agorası varken, biraz daha kalburüstü kentlerde ticari ve yönetsel 2 agoraya rastlanırken Laodikeia'da 3. bir agoranın yer alması herhalde bizim çenemizi sıklıkla yoran zenginliğinden olsa gerek...

Resim 13: Kuzey (Kutsal) Agora'dan sütun sırası.

Laodikeia'nın ne kadar zengin bir kent olduğunun bir başka göstergesi de pek sık rastlanmayan biçimde 2 ayrı tiyatroya sahip olması. Hatırladığım kadarıyla Pergamon'da da birden fazla tiyatro vardı ancak onlar bu kadar birbirine yakın değildi ve Helenistik tiyatro kentlilerin ulaşımının zor olduğu Akropolis'te bulunması nedeniyle kent içinde bir tiyatroya daha ihtiyaç duyulmasıyla açıklanabilir. Laodikeia'da ise iki tiyatro da birbirine yakın boyutlarda ve kentlilerin kolayca ulaşabileceği yerlerde. Tabi tooğrafyanın buna uygun eğimler sunması da kentin bir başka şansı.

Resim 14: Tiyatrolar. Solda Kuzey Tiyatrosu, sağda Batı Tiyatrosu.

Kuzey Tiyatrosu M.S 2. yüzyıla tarihleniyor. Yaklaşık 12.000 kişilik tiyatronun bazı sıralarında derneklerin veya ileri gelen ailelerin isimleri yazılıymış. Ancak kısıtlı zamanımızda bunları arayamadık. Bu tip işaretler sıklıkla tiyarolarda bulunuyor ve kimin nerede oturabileceğine dair yönlendirme -belki de uyarı- işlevi görüyor. Tiyatronun oturma sıraları ve sahnesi depremler nedeniyle oldukça dağılmış.

Batı Tiyatrosu kuzeydekinden biraz daha küçük, yaklaşık 8.000 kişilik. Oturma sıraları ise diğerine göre biraz daha iyi durumda. Kazı sitesine göre bu tiyatro Helenistik dönemde (yaklaşık olarak M.Ö 330lar-150ler arası) inşa edilmiş ve yaklaşık 7. yüzyıla kadar kullanılmış. Bu tarihlendirmeyle bugün belki de çıplak gözle görülebilen en eski yapı parçalarını bu tiyatro taşıyor denebilir. Zira diğer yapıların büyük bir kısmı Roma dönemine tarihleniyor.  

Tiyatorlardan sonra Suriye Caddesi'nden güneye doğru yönelen Stadyum Caddesi'ne giriyoruz. Köşede yine bir Nymphaeum. Bu da kenti 215 yılında ziyaret eden İmparator Caracalla için yapılmış. Anladığımız kadarıyla Laodikeialıların Roma merkezi yönetimi ve imparatorlarıyla araları oldukça iyi. İmparatorlara adanmış bu kadar çok yapının olduğu antik kent bulmak çok kolay değildir sanırım. İşte görüyorsunuz, para olunca iktidarla nasıl da güzel geçiniliyor. 

"Caracalla, canım, sana bi nymphaeum yapalım mı, bak Septimus Severus'a da yapmıştık. Parası mı? Aaaa... Lafı mı olur..." 

Suriye Caddesi'nden biraz daha dar olan bu caddenin üzerinde de oldukça önemli yapılar bulunuyor. Çeşitli anıtsal geçiş yapıları (Propylonlar), Latrina yani genel tuvalet, Caracalla'nınki hariç 2 Nymphaeum daha... Ayrıca kente Batı yönünden gelenlerin kullandığı Ephesos Caddesi ve kapısı da bu caddeye bağlanıyor. 

Antik Yunan ve Romalıların biraz rahat adamlar olduklarının kanıtı sayılabilecek Latrinalar her Antik kentin en ilgi çekici yerlerinden biri oluyor. Herhangi bir paravanın olmadığı mekanda herkes rahatlerken bir yandan da sohbet edilebiliyor. Çalışma şekli ve formu Ephesos'taki latrinayı hatırlattı bana. Ortada yağmur sularının toplandığı üstü açık bir havuz, bunu çevreleyen sirkülasyonun ardında oturma yerleri. Bunların altından kanalizasyona bağlanan kanal geçerken sirkülasyonun kenarından da açıktan temiz su kanalı geçiyor.

Resim 15: Latrinanın oturma yerleri.

Stadyum Cadddesi güney tarafında yeni İzmir yolunu yakınındaki  Stadyum-Gymnasium kompleksi ile sona eriyor. Antik Yunan ve Roma'da eğitim yapısı olarak kullanılan Gymnasium'un yoğun olarak beden eğitimine odaklanmasıyla koşut olarak Stadyum'un yakınında olması herhalde bu işlevsel yakınlıktan kaynaklanıyor. Gymnasium'daki bir kaç ayak ve kemerden başka bir şey şu an ayakta değil. Stadyum genel formunu korusa da tiyatrolar gibi depremler nedeniyle düzenli oturma sıralarını kaybetmiş.

Resim 16: Solda Gymnasium, sağda Stadium kalıntıları.

Bu kompleksin hemen yanındaki su dağıtım kulesi oldukça ilginç bir yapı. Hem zamanın yıpratıcılığı hem de bölgenin kalkerli suyunun bıraktığı tortular artık bu kütleyi bir yapı olmaktan çıkarıp heykele dönüştürmüş.

Resim 17: Su dağıtım kulesi.

Su dağıtım kulesinden çıkışa doğru giden yol üzerinde solda bir Agora ve buna bitişik olarak inşa edilmiş meclis yani Bouleuterion yapısı var. Ancak yapı o kadar harap halde ki tabela olması anlaşılması oldukça zor. Genelde Bouleuterionların Antik kentlerin en ayakta kalan yapıları olduğu düşünülürse bu durum dikkat çekici. Bu durum ya hiç arkeolojik çalışma yapılmamasına ya da daha büyük olasılıkla taşlarının başka yapılarda kullanılmak üzere taşınmasıyla bağlantılı olmalı. Zira kentin bu kısmı depremlerden sonra kurulan Denizli kent merkezindeki yerleşime en yakın nokta. Eğer o taraftaki yapı etkinlikleri için yapı malzemesi gerektiğinde herhalde ilk olarak bu yapılardan başlanmış olmalı.

Evet, yaklaşık 2-3 saat kadar bu zengin kentte gezindikten sonra çıkışa varıyor ve Hierapolis'i gezmeden önce bir adaçayı molası vermeye hak kazanıyoruz. Son zamanlarda oldukça nitelikli hale getirilen Antik kent hediyelik eşya ve kitap satış birimlerinden bir tanesi burada da mevcut ve hem Laodikeia hem de Hierapolis hakkında güzel kitaplar satılıyor. Ayrıca kentle ilgili daha derinlemesine araştırma yapmak isteyenler için kazıevinin içinde bir de özel kütüphane olduğunu öğrendik casuslarımızdan ancak o kütüphanein kullanımı için kazı ekibinden izin almak gerekiyor...

KAYNAKLAR:

Web 1: http://laodikeia.pau.edu.tr/lao/tr




1 yorum:

  1. Laodikeia'dan koruma yaklaşımları üzerine sayısız tez çıkar...

    YanıtlaSil