18 Ağustos 2014 Pazartesi

Yanlış İsimli Metropolis

İzmir'e arabayla 45 dakika mesafede olan Metropolis Antik Kenti hem kalıntıları hem de yeni bitirilen ziyaretçi merkezi ve gezi düzenlemesiyle mutlaka gezilmesi gereken bir yer. Temmuz 2014'te biz gezerken ziyaretçi merkezi henüz tefriş edilmemişti ancak alandaki görevliden çok yakın zamanda çalışmaların bitirileceğini öğrendik. 


Metropolis, Agora'ya Doğru Bakış
Metropolis'e İzmir-Aydın karayolu üzerindeki Torbalı'nın içinden geçilerek ulaşılıyor. Aslında İzmir istikametinden gelirseniz yol oldukça basit ancak benim gibi sağa sola bakınarak kaybolursanız emniyet müdürlüğünü sorup yanından giren yolu takip etmeniz yeterli. Ya da Antik kentin hemen yanındaki Yeniköy'ü de sorabilirsiniz. Metropolis'i de sorabilirsiniz tabi ama bir amcanın bizi Antik kent diye karayolunun kenarındaki Metropolis Otel'e gönderdiğini de söyleyeyim.

Metropolis'e Strabon iki yerde değiniyor: 



"Örneğin, ephesos'tan Smyrna'ya düz bir hat olarak gezi sadece 320 stadiondur. Metropolis'e olan uzaklık 120 stadion, geri kalan ise Smyrna'ya olan mesafedir" (Strabon, 181).

"Gerçekten de Ephesosluların ve Metropolisllerin şarapları iyidir" (Starbon, 191).
Metropolis'in Yeri


Strabon'un çok detaya girmemesi şüphesiz Metropolis'in Ephesos veya Smyrna gibi Antik dönemin önemli kentlerinden biri olmadığındandır. Nitekim Heredot da ne İyon ne de Aiol kentleri arasında saymaz Metropolisi. Bununla birlikte verimli Küçük Menderes Ovası'na hakim bir yamaçta kurulan kent iki kent arasında olmasının verdiği avantajı da kullanarak tarih sahnesinde varolmayı başarmış hatta çoğu Antik kentin terkedildiği Bizans döneminde bile yaşamını sürdürmüştür.
Antik Kentin Havadan Görünümü

Metropolis hakkındaki güncel en yetkin kaynaklar kazıları başlatan ve uzun yıllar sürdüren Prof. Dr. Recep Meriç ve kazıları ondan devralarak bugün hala devam eden Doç. Dr. Serdar Aybek'in kitaplarıdır. Ne yazık ki bende bu kitaplar olmadığından Metropolis'in tarihçesi ile ilgili bilgileri kazıların resmi sitesi olan www.metropolis.web.tr adresinden ve 2002 yılı da yayınlanan İzmir Kent Kültürü Dergisi'nin 5. Sayısındaki Ali K. Öz ve Aygün Ekin Meriç'e ait "Metropolis, Ana Tanrıça Kenti" isimli makaleden alacağım.

Bu arada kazılarla ilgili yapılan kısa belgeseli de mutlaka izlemenizi tavsiye ederim:
http://onedio.com/haber/metropolis-kazisi-kisa-belgeseli-yayinda-52387

Önce kısa tarihçe ile başlayalım: 

"Ana tanrıça kenti anlamına gelen Metropolis’in ilk yerleşimi, günümüzden 5000 yıl önce Erken Tunç Çağı’nda Akropol’de kurulmuştur. Yoğun bir etkinliğin gözlendiği Helenistik dönemde, surlarla çevrilmiş, Tiyatro, Stoa, Bouleuterion (Meclis Binası) gibi anıtsal kamu binaları yapılmıştır.
Yerleşim Planı (www.metropolis.web.tr)
Roma Dönemi’nde de gelişmesini sürdüren kentin ekonomisi, sadece tarım ve hayvancılıkla sınırlı değildi. İzmir – Efes yolu üzerinde olmasından dolayı, ticaret ve gümrük en önemli gelir kaynağı haline gelmişti. MS. 1. yüzyılda yaşamış coğrafyacı Strabon’a göre, Metropolis’in şarabı çok ünlüydü. Bu dönemde, özellikle kentin doğu yamaçlarında, imparatorluk geleneğine uygun zengin evleri, atölyeler, dükkanlar, Hamam ve Gymnasium yapıları inşa edilmiştir.

Bizans Dönemi’nde Piskoposluk Merkezi olan kent, imparatorluğun durumuyla bağlantılı olarak gerilemeye başlamıştır. 14. yüzyılda, Türk akınlarına karşı yapılan kale, antik yapıların üzerinde yer almaktadır. 15. yüzyıldan sonra, yerleşim terkedilmiş ve Torbalı Ovası’na taşınmıştır" (www.metropolis.web.tr).

Bu arada bir parantez açıp kentin adını biraz eşelemekte yarar var... Bu konuda Devrim Erşen şu iddiada bulunuyor:
 
"Metropolis'e verilen isim bir dil sürçmesi ile yanıltıcı bir anlama dönüşmüştür. Aslında kentin adı Meterpolis'tir ve 'Anne'nin Kenti' anlamına gelir" (Erşen, 137-8).

Bu konuda Öz ve Meriç şu bilgileri veriyor:

"Metropolis, “ana tanrıça kenti” anlamına gelmektedir. Μετηρ Δαλλησια (Meter Gallesia) isimli Ana Tanrıça’nın tapınağının bulunduğu kutsal mağara, kentin 5 km. kadar kuzeyinde, Uyuzdere mevkisinde bulunmaktadır.  Mağara içinde yapılan kazılarda çok sayıda pişmiş toprak Ana Tanrıça heykelciği, camdan yapılmış örneklerinin de yer aldığı aşık kemikleri, kandiller ve seramik parçaları bulunmuştur. Aşık kemikleri, bu mağaranın aynı zamanda bilicilik ve falcılıktada kullanıldığını göstermektedir" (Öz ve Meriç, 2002).

Tiyatrodan Görünüşler
Anadolu'da kökeni Antik Dönem'den çok öncelere giden Ana Tanrıça Kybele kültünün yaygın olduğu ve bu tapımın Antik dönemde de kimi zaman Kybele kimi zamansa Artemis gibi tanrıçaların görüntüsü altında devam ettiği biliniyor. Anlaşılan Metropolis de bu külte sahip yerleşimlerden biri idi.
Kentin tarihçesinden sonra kazı tarihçesine de kısaca değinelim:

"Metropolis Antik Kenti'nde ilk araştırmalar 1970li yıllarda Prof. Dr. Recep Meriç tarafından yürütülmüştür. Araştırmaların ardından 1989 yılında başlayan arkeolojik kazı çalışmaları 2007 yılından bu yana Yrd. Doç. Dr. Serdar Aybek tarafından yürütülmektedir" http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Metropolis_(antik_kent) ).

Yerleşimin genel karakterini yine Öz ve Meriç'in makalelerinden aktaralım:

"Metropolis'in de Pergamon, Aigai, Assos ve Termessos gibi araziye bağlı şehircilik gösteren, teraslar halinde yapılmış kent planına sahip olduğu kabul edilmektedir. (...) Kent merkezi, tepenin doğu yamacında Stoa, Bouleuterion, Hamam-Gymnasion ve Latrina gibi toplumsal yapılardan oluşur" (Öz ve Meriç, 2002)

Mozaikli Salonun Yer Döşemesi
Antik kente vardığınızda ilk olarak ziyaretçi merkezi karşılıyor sizi. Mütevazi, uygun ölçekli olan yapılar aslında güzel mekansal potansiyeller barındırıyor ancak yine de keşke daha iyi bir mimarisi olsa dedirtiyor. Bu tip yapılar yarışmalarla projelendirilse ya da en azından biraz daha araştırılıp iyi bir mimari danışmanın önereceği mimarlar tarafından projelendirilse...

Neyse, mesleki hastalığımızı bir tarafa bırakalım, ahşap ve doğal taşla oluşturulan ve neredeyse tüm kazı alanını dolaşan güzel gezinti yolundan devam edelim. Bu arada hatırlatmakta yarar var, biz gittiğimizde giriş ücretsiz olsa da olasılıkla ziyaretçi merkezinin açılışından sonra ücretli olacaktır, mutlaka Müzekart'ınızı yanınızda bulundurun.

Yukarı doğru çıkarken ilk önce Anfitiyatro ile karşılaşıyoruz. Bir çok kısmı kazı ekibi tarafından yenilenen tiyatro hakkında tabelasından şu bilgileri alıyoruz: 
Peristil Avlulu Ev

"Helenistik Dönem'de yapılmış tiyatroların en erken örneklerinden biri olan Metropolis Tiyatrosu, tamamen anakaya oyularak oluşturulmuştur. Ele geçen yazıt ve buluntulara göre, tiyatroda gösterilerin yanı sıra sosyal ve dini törenlerin de yapıldığı anlaşılmaktadır. 1990 yılından beri yapılan kazılar sonucu, iyi korunmuş sahne (skene), oturma sıraları (cavea) ve oyun alanı (orkestra) ortaya çıkmıştır. Yaklaşık 4000 seyirci kapasiteli tiyaronun oturma yerleri, dairesel bir koridor (diazoma) ile ikiye ayrılır.Roma Dönemi'nde sahne ve orkestra mimarisinde bazı değişiklikler yapılmıştır. Oldukça dar sayılan Helenistik sahne genişletilmiş ve orkestra zemini mavi-beyaz mermerle kaplanmıştır. Soylu koltukları ise orkestra içindeki özgün konumlarından alınarak cavea önüne taşınmıştır. 1995'te keşfedilen grifonlu soylu koltuğu halen İzmir Arkeoloji Müzesi'nde teşhir edilmektedir. Grifon, gücü temsil eden kartal başlı ve aslan gövdeli mitolojik bir hayvandır. Tiyatronun alt bölümünü kapsayan, konservasyon ve restorasyon projesi 2001 yılında tamamlanmıştır."

Tiyatroya ait nicel bilgiler ise şöyle:

"Yaklaşık 3600 (400 kişilik tenzilat var burada) seyirci kapasitesine sahip olan tiyatronun oturma yerleri (cavea), bir diazoma ile 2 parçaya ayrılmaktadır. Cavea'nın alt bölümünde 12, üst bölümünde ise 14 oturma sırası olduğu tespit edilmiştir. Oturma sıralarını genişliği 73 cm. ve yüksekliği 44 cm. dir. Diazoma kenarındaki oturma sırasının, arkalıklı soylu koltuğu biçiminde olduğu düşünülmektedir. Cavea'nın alt kısmı 7, üst kısmı ise 14 adet kama planlı oturma bölümüne (kerkis) ayrılmıştır. Kerkisleri ayıran merdivenlerin her iki kenarında aslan ayaklı bloklar bulunmaktadır. Cavea'nın düzeni bütün Helenistik tiyatrolarda olduğu gibi, yarım daireden biraz fazla, at nalı şeklindedir. Tiyatronun cavea yarıçapı yaklaşık 35 m. ve orkestra çapı ise 9,17 m. dir. Helenistik dönemde sıkıştırılmış toprak olduğu düşünülen orkhestra zemini Roma Dönemi'nde 5 cm. kalınlığında mermerle kaplanmış ve 3 yuvarlak sunak ile 5 soylu koltğu (proedria), cavea kenarına yerleştirilmiştir" (Öz ve Meriç, 2002).

Tiyatronun özellikle parados duvarları (oturma sıralarının sonundaki destek duvarları) büyük oranda yeniden inşa edilmiş. Aynı biçimde oturma yerlerinde de tamamlamalar var. Ziyaretçilerin gözünde canlanması ve belki yapıya zarar vermeyecek bazı etkinliklerin yapılması için tamamlamalar yararlı olsa da özellikle paradoslarda biraz aşırıya kaçıldığını düşündüm açıkcası. Son zamanlarda Çanakkale'deki Apollon Smintheus, Urfa Kalesi ve diğer bazı tamamlama örnekleri üzerinden süren tartışmalar bu konuda bir uzlaşı olmadığını ve bazen iyi niyetli de olsalar bu eylemlerde bulunanların tarihi kalıntılara fiziksel ve algısal zararlar verebileceklerini gösteriyor...

Öz ve Meriç restorasyon çalışmalarını şöyle özetliyor:

"Tiyatronun restorasyon çalışmaları, 2000 ve 2001 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Projeye göre; önce mevcut bloklar koruma altına alınmış, sonra alt cavea ve analemmata mermer izlenimi veren suni taş bloklarla tamamlanmış, üst cavea ise sadece blokaj temel seviyesinde bırakılmıştır" (Öz ve Meriç, 2002)
Bouleterion ve Bizans Suru (www.metropolis.web.tr)

Bir çok tiyatroda olduğu gibi Metropolis tiyatrosunda da ön sıralarda soylu koltukları ve adak platformları bulunuyor. Bu elemanları iklim şartlarından korumak için tercih edilen yöntemse doğrusu hiç iyi değil. Kalın plastik kutuların içine alınan kalıntılar hem görünmüyor hem de görsel kirlilik yaratıyor. Herhalde daha doğrusu bu elemanların kalıbı alınarak Klaros'ta olduğu gibi özenli mulajlarını yani taklitlerini yapıp kendilerini ziyaretçi merkezinde muhafaza etmek olmalı.

Tiyatronun hemen yanında arkeologların bir çatı ve tel örgülerle koruma altına aldıkları mozaikli bir salon bulunuyor. Yakından bakmak mümkün olmasa da mozaikler insanı gerçekten heyecanlandırıyor. Bir tarafta tiyatro maskelerini hatırlatan, diğer tarafta ise Diyonisos, karısı Ariadne (Öz ve Meriç, 2002) ve başka mitolojik karakterlere benzeyen figürler yer alıyor. Arada kullanılan camlar ya da cam gibi parlatılmış parçalar, figürlerin yüz ifadeleri, bakışları gerçekten etkileyici bir sanat eserine dönüştürmüş yer döşemesini. Hem tiyatroyla yakınlığı hem de Dyonisos ve maske biçimindeki mozaikler nedeniyle bu salonun tiyatro ile bağlantılı bir mekan olduğu tahmin ediliyor. Belki yöneticilerin belki de sanatçıların törenler veya temsiller başlayıncaya kadar zaman geçirdikleri mekandı burası...

Tiyatronun altında Peristilli Ev denilen ve yine tiyatro ile alakalı olduğu düşünülen bir konut bulunuyor. "Peri-stil" çevresi sütunlu anlamına geliyor. Evin avlusunu çevreleyen sütun sırası da onun peristil (daha doğrusu peristil avlulu) ev olarak anılmasına neden oluyor. 
Bouleterion ve Bizans Suru

Peristilli evden sonra tiyatronun arkasından kuzeye, agoraya doğru yöneliyoruz. Metropolis'in agorasında yani kentin ticari, yönetsel merkezinde bir çok yapı kalıntısı yer alıyor. Öncelikle ortasından devasa bir Bizans suru geçen Geç Helenistik Dönem'e tarihlenen Bouleuterion çıkıyor karşımıza. Kent meclisinin (Boule'nin) toplandığı, oylamaların yapıldığı bu Bouleuterionlar her Antik kentte bulunan önemli yapılardan birisi. 

Surla Bouleuterion'un ilişkisi gerçekten çok ilginç. Tam olarak ortasından geçerek yapıyı kullanılmaz duruma getirmiş Bizanslılar nedense. Genelde önceki yapıları kullanmak, kullanılamasa bile çoğu yapı malzemesini başka yapıların inşası için taşıyarak yapıları yok olmaya terketmek sıklıkla görülen pratiklerdir ancak bu şekilde tam ortasından sur geçirmek pek rastlanılmayan bir şey. Ancak surun Bouleuterion'u hiç dikkate almadığını söylemek de doğru olmaz, zira tam Bouleterion sıralarının bittiği yerde devasa kemerli bir açıklık Bizans dönemi surlarının iç kısmına girişi sağlıyor. 

Biraz Bouleuterionun mimarisinden bahsedecek olursak, oldukça muntazam inşa edilmiş güzel bir yapı olduğu belli oluyor. Kazı sitesinde Bouleuterion ile ilgili bilgiler şöyle:
Agora'da Teras

"MÖ. 2. yüzyılın ortalarında yapılan Metropolis Bouleuterionu, 16,90 x 17,70 m. boyutlarıyla kareye yakın bir forma sahiptir. 400 kişi kapasiteli toplantı salonu, ışınsal merdivenlerle iki bölüme ayrılmıştır. Mimari bloklar yardımıyla, yapının Dor düzenindeki cephesinin, çift yüzlü sütunlardan ve üst yapıdan oluştuğu anlaşılmaktadır. Ön cephede dört pencere ve iki kapı ile açıklık sağlanırken, yan duvarların iç kısmında nişlerin bulunduğu düşünülmektedir. Kazılar sırasında veya Bizans surlarının içinde çok sayıda, meclis üyelerini temsil eden heykeller ve sunaklar ele geçmiştir. 13. yüzyılda yapılan Bizans Kalesi’nin güney duvarı, meclis binasının tam ortasından geçirilmiştir."
Agora'da Bizans Surlarının İçinde
Devşirme Metop-Triglif

Yukarıda linkini verdiğim belgeselde sözü edilen heykellerden birisinin çıkarılmasını da izliyoruz.   

Bouleuterion'u geçtikten sonra karşımıza bugün çok az yapı izinin kaldığı teraslamalar çıkıyor. Bouleuterion ile birlikte bu bölge kentin Agora'sını yani ticari, yönetsel merkezini oluşturuyor. Artık pek iz kalmasa da bu teraslarda bir Stoa, Hamam ve Gymnasion olduğu biliniyor. Bu yapıların malzemeleri büyük oranda sur yapımında kullanıldığı için onları farketmek kolay değil. Ayrıca bu kısımlarda burç olduğunu tahmin ettiğim yine Bizans dönemine ait iki devasa yapı Metropolis'in Agora'sının büyük kısmını okunmaz hale getirmiş.

Hamam ve Gymnasion yapısının güneydoğu köşesinde bir Latrina yani umumi tuvalet olduğu da biliniyor. En bilindik örneği Ephesos'ta olan, insanların yanyana uzun süreler geçirdikleri ve herhangi bir ayırıcı duvarın olmadığı bu mekanlar mahremiyet kavramının değişimine güzel bir örnek. 5,75 x 11,50 m. boyutlarındaki yapının, aynı anda yaklaşık 25 kişiye birden hizmet verdiği düşünülmektedir. Oturma yerlerinin günümüze ulaşamamış olması ve metal çivilerin yoğunluğu nedeniyle, oturma yerlerinin ahşap olduğu düşünülmektedir (Öz ve Meriç, 2002).

Bu arada terasta rastladığımız bir kaidenin üzerinde iki ayak izi olması dikkatimizi çekiyor. Herhalde bu taş önemli bir kişi veya mitolojik bir katakterin Agora'da bulunan bronz veya mermerden heykelinin kaidesi olmalıydı.

Agoranın aşağı kısmında henüz kazıları devam ettiği için ziyaret edilemeyen bir Hamam ve güreş ve benzeri spor karşılaşmalarının, antrenmanlarının yapıldığı Palaestra bulunuyor. 

Agora'da Heykel Kaidesi
Agoradan sonra tepeye, Akropolis'e doğru dik bir tırmanış bizi bekliyor. Neyse ki yapılan yürüme yolları ve basamaklar sayesinde çok da yorulmadan Akropolis'e varıyoruz. Bu alana dair internet sitesinde şu bilgilere erişmek mümkün: 

"Kentin en kolay savunulacak tepesine kurulan yukarı kentin (akropol) surları Helenistik Dönem’e tarihlenmektedir. Surların doğusundaki ana giriş kapısı kent merkezine, batıdaki kapı ise genellikle kaya mezarlarının bulunduğu mezarlık (nekropol) alanına açılmaktaydı.

Yazıtlı sütun parçalarından anlaşıldığı kadarıyla Akropol’de MÖ. 1. yüzyılda kentin koruyucu tanrısı Ares (Mars) onuruna yapılmış bir tapınak bulunmaktaydı. Kazılarda ele geçen buluntular, Akropol’ün Arkaik Dönem’de ve hatta Erken Tunç Çağı’nda bile yerleşim gördüğünü kanıtlamaktadır.

Akropolis
Bizans Dönemi’nde yoğun bir sivil mimari yerleşimi görülmekle birlikte, Helenistik surların onarıldığı ve tepenin güneybatı kısmına bir sarnıç yapıldığı belirlenmiştir" (www.metropolis.web.tr).

Kentin koruyucu tanrısının Ares olması oldukça ilginç. Zira savaş tanrısı olan Ares'e adanan tapınak çok nadir bulunuyor. Hele ki kentin koruyucusu olarak seçilmesi ilginç. Aklıma Truva savaşı geliyor. Orada Ares Truvalıları yani bir anlamda Anadolu halklarını tutuyor, onlara yardım etmeye çalışıyordu. Olasılıkla Anadolu kökenli olan bu Tanrı'ya anlaşılan Metropolis'te özel bir önem verilmiş...

Nekropolis Alanı
Akropol'de çıplak gözle anlaşılacak pek bir yapı yok ne yazık ki. Bir çok yapının temel seviyesindeki kalıntıları büyükçe bir alan kaplıyor ancak oldukça sıcak bir günde, sınırlı bir zaman diliminde ne yazık ki bu kalıntıları dikkatle gezip yapılara dair varsayımlarda bulunamadım, bir sonraki geziye artık...

Akropolü geçerek dağ tarafındaki kapıya yönelen gezinti yolunu izliyoruz. Bu taraf ölüler kentine yani mezarlıklara ayrılmış Nekropolis. Bu tarafta bazı kaya mezarları ve mağaralarını çıplak gözle görmek mümkün. Ancak yakından bakmak için daha serin bir mevsimde gelmek gerekiyor.

Gezinti yolu Akropolis'in olduğu tepenin eteklerinden dönerek sizi tekrar tiyartonun bulunduğu alana getiriyor. Buradan da tekrar aşağı, giriş kapısının olduğu yere iniyoruz. 

İzmir'e bu kadar yakın olmakla birlikte gözden uzak kalan bu Antik kenti daha serin bir havada uzun uzadıya gezmek üzere ayrılıyoruz. Ayrıca herhalde bir kaç aya kadar tefriş edilecek ziyaretçi merkezi ile gezi herhalde çok daha keyifli ve bilgilendirici olacak...

Akropol'den Torbalı Ovası

KAYNAKLAR

Strabon, (2000), Geographika, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Texier, C. (2002) Küçük Asya, Enformasyon ve Dökümantasyon Hizmetleri Vakfı
Erşen D. (2013) Türkiye'nin Antik Kentleri, Ege, Ekin Kitap 
Öz, A. K. ve Meriç, A. E. (2002) Metropolis, Ana Tanrıça Kenti", İzmir Kent Kültürü Dergisi Sayı:5. 

Kazıların resmi sitesi : www.metropolis.web.tr




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder