8 Aralık 2014 Pazartesi

Magnesia ad Maeandrum

Resim 1 : Magnesia'nın Yeri
Priene ve Milet'e giderken hep içinden geçilen ama hiç de durulup gezilmeyen bir antik kent kalıntısı Magnesia ad Maeandrum. Adı Türkçe'ye genelde "Menderes Magnesiası" ya da "Menderes'in yanındaki Magnesia" olarak çevriliyor. Bu adı almasının nedeni Yunanistan ve Batı Anadolu coğrafyasında Magnesia adını taşıyan bir çok antik kent olması. Örneğin bize en tanındık gelen, bugünkü Manisa kentine de ismini vermiş olan Magnesia ad Spylos, yani Sipil Magnesiası.

Magnesia ad Maeandrum hakkında en detaylı ve güvenilir bilgiler 2 temel kaynaktan edinilebilir. İlk olarak kazıları uzun zamandır yürüten Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nden Prof. Dr. Orhan Bingöl'ün yayınladığı rehber kitap belki basit bir haftasonu gezisi için elzem olmayabilir ama Antik Yunan kentleri hakkında ilgi duyanların edinmesinde yarar var:


http://www.homerbooks.com/Product/ProductDetails/31485

Diğer kaynaksa kitap kadar kapsamlı olmasa da iyi bir gezi için yeterli bilgiyi sunan kazıların resmi internet sitesi ki ben de bir çok bilgiyi bu internet sitesinden alıntıladım:

www.magnesia.org

Bu arada kentin Facebook'ta da güncel iletilerin paylaşıldığı bir sayfası var:

www.facebook.com/MagnesiaAdMaeandrum

Magnesia ad Maeandrum hakkındaki yazılı bilgileri kısaca derlemeye başlayalım:

Kent tarihi hakkındaki bilgiler kazıların resmi sitesinde şöyle özetlenmiş (http://www.magnesia.org/tr/kent.html):

Resim 2 : Kronoloji (www.magnesia.org)
"Magnesia, gönül rızası ile Büyük İskender’le birleşene kadar (İ.Ö.334) Perslerin yönetiminde, daha sonra da onun komutanları tarafından kurulan Hellenistik dönem krallıklarından, önce Seleukos krallığının (İ.Ö. 240), daha sonra da Bergama Krallığı'nın (İ.Ö. 189) hâkimiyetindeydi. Bu yıllar kentin en görkemli dönemleriydi. Kent, Priene, Ephesos, Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konumdaydı. Bu yıllarda Miletos ile yaptığı savaşı kazanan Magnesia'nın, sınırlarını Miletos ile komşu olacak şekilde Hybandos nehrine kadar genişlettiğini yine bir yazıttan öğreniyoruz. 

İ.Ö. 133 yılında Bergama Krallığı'nın vesayet yoluyla Roma İmparatorluğu'na bağlanmasıyla Magnesia da Asia eyaleti olarak adlandırılan Anadolu’daki Roma kentlerinden biri haline geldi. İ.Ö. 87 yılında Pontus Kralı 4. Mithradates’e direnerek, Roma'ya bağlılığını kanıtlayan kenti Sulla bağımsızlıkla ödüllendirdi. 

Roma döneminde Magnesia’nın nüfusu daha da artmış ve kent, sur sınırlarının dışına taşıp Gümüşçay’ın karşı kıyısında da yayılarak genişlemiş olmalıdır. Magnesia’nın kendisini 3. Gordianus (İ.S. 238–244) dönemine ait bir sikke üzerinde Asia’nın 7. kenti olarak nitelendirmesi belki de bu büyümesiyle bağlantılıdır. Magnesia’nın bu görkemi İ.S. 262’de Ephesos ve Priene gibi Gotlar tarafından yakılıp yıkılmasıyla sona ermiş gibi görünüyor. 
Resim 3 : Kent Planı

Kent, İ.S. 620–630 yıllarında Pers kralı II. Hüsrev’in (591–628) ordularının akınlarına karşı koymak üzere Artemis kutsal alanı çevreleyen surun içine çekilmişti. Magnesia 12. yüzyılda bir Bizans kenti ve piskoposluk merkezi olarak geçmektedir. Kentin 1300’lerden sonra Aydınoğulları Beyliği'nin hâkimiyeti altına girdiği, daha sonra karşılaştığı nehir taşkınlarının getirdiği hastalıklar sonunda da terk edilmesiyle ortadan tamamen kalktığı anlaşılmaktadır."

Magnesia ad Maeandrum'un kazı tarihçesi kazıların resmi sitesinde (http://www.magnesia.org/tr/arastrma.html) detaylı bir biçimde anlatılmış, buraya -ufak ekleme-çıkarmalarla- aynen aktarıyorum:

"Vitruvius'un (III 2. 6) kitabında mimar Hermogenes'e ait olduğunu yazdığı pseudodipteros (sahte dipteros) planlı Artemis Tapınağı'nın Magnesia'da oluşu bu kenti bulmaya ve araştırmaya yönelik çalışmaların başlatılmalarının en büyük nedenidir. 18. yy.da Güzelhisar'ın (Tralleis’in), 1757’de ise Herakleia’nın Magnesia olduğu varsayılmıştır. 

1800’de W. M. Leake kenti ziyaret eder, Magnesia’yı doğru olarak tanımlar ve Artemis Tapınağı'nın da ilk kez planını çizer. Daha sonra Hamilton, Leake’e dayanarak kenti ikinci kez tanımlayacaktır. 1817–1821 arasında J. N. Huyot’nun, Donaldson Dedreux ile birlikte çizdiği planlar bugün Paris’te Biblothéque Nationale'de olup, bir iki resim dışında yayınlanmamıştır. 1830’da Michaud et Poujoulat kalıntıların geniş tanımını yaparlar. 1838’de Raoul-Rochette’nin İnek Pazarı ziyareti için ferman aldığını biliyoruz. 1842 Eylül - 1843 Nisan arasında Ch. Texier, F. de Clarac, J. Clerget (mimar) ve C. Boulanger (ressam) Artemis tapınağında kazılar yaparlar. Kazılara arazinin bataklık oluşu ve su seviyesinin yüksek oluşu nedeniyle son verilir. Tapınağın frizlerinden toplam uzunlukları yaklaşık 40 m. yi bulan 41 blok ve parçaları ile bazı mimari elemanların Paris, Louvre Müzesine götürülür. (...)

Daha sonra Raoul Rochette, (...) Leake'in planını düzeltecek ve yeni gözlemlerini açıklayacaktır. 1872-1873’de O. Rayet ve A. Thomas Batı Anadolu'da incelemeler yaptılar ve Magnesia tarihi hakkında en kapsamlı yayını gerçekleştirdiler. 1887’de F. Winter ve W. Judeich'ın verdikleri bilgi üzerine İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Osman Hamdi Bey Artemision’un geriye kalan yaklaşık 20 m uzunluğundaki friz bloklarını ve parçalarını İstanbul’a aldırttı.
Resim 4 : Artemis Leukophryene Tapınağı 

1890 sonbaharında Atina, Alman Arkeoloji Enstitüsü küçük bir kazı düzenlemek amacıyla O. Kern'i görevlendirir ve onunla birlikte F. F. H. von Gaertringen de Magnesia'ya gelir. 01.12.1890 da Artemision'un arkasında başlatılan kazı sonunda Berlin Müzeleri, ertesi yıldan itibaren Magnesia'da sürekli kazılara başlama kararı alır. Bu kazılara başlamadan von Gaertringen 1890 kışından Temmuz ayına kadar tiyatronun kazısını gerçekleştirecektir. 01.03.1891 de Berlin Müzeleri adına C. Humann'ın başkanlığında kazılara başlanır. O. Kern ve R. Heyne'nin katıldığı kazılar 1893 yılının Temmuz ayı sonuna kadar devam eder. Temmuz ayı ile Eylül ayı arasında aşırı sıcaklar ve susuzluktan; Aralık ayı sonundan, Mart ayına kadar kış yağmurları ve su baskınları nedeniyle ara verilen kazılarda 01.12.1890 tarihinden 22.07.1893'e kadar geçen toplam 33 ay içinde tam 21 ay (630 Gün) çalışılmıştır. 

         Bilim dünyasına yansıtılmayan bir iki küçük kazıdan sonra sürekli bilimsel kazıların ilk yılı 1984 yılında Aydın Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü’nün başkanlığında yapılmıştır. Magnesia kazısı, 1985 yılından bu yana Bakanlar Kurulu’nun 01.08.1985 tarih ve 85/98757 sayılı kararı ile Prof. Dr. Orhan Bingöl başkanlığı altında Kültür ve Turizm Bakanlığı adına, Ankara Üniversitesi tarafından yürütülmektedir. 

         Özellikle Tekinköy çocuklarına kültür varlıklarını, Magnesia örneğiyle sevdirmek, tanıtmak ve sahip çıkmalarını sağlamak amacıyla 1996 yılından bu yana Işık Bingöl tarafından çocuk şenlikleri yapılmaktadır. 1998 yılından bu yana da bu şenliklerdeki resim yarışmaları Ressam ve Resim Öğretmeni Cemal Bingöl anısına düzenlenmektedir.

         Çalışmalar, kazıların dışında, ören yeri ve gezi parkuru düzenlemeleri, koruma önlemleri, onarım, restorasyon uygulamalarını da içermektedir. Ören yerine yeni bir depo ile bazı mimari elemanların koruma altına alındığı bir sundurma kazandırılmıştır. Ayrıca alana yapıları açıklayıcı bilgilerle, plan ve restitüsyon önerilerini içeren panolar yerleştirilmiştir. Ören yerindeki yeni bir “Giriş ünitesi“ ve okaliptüs ağaçlarının gölgelendirdiği bahçesi ve otoparkıyla, tuvalet, satış birimi ve çay ocağı gibi mekânları kapsayan bir hizmet ünitesiyle, ziyaretçilere yönelik gereksinimler de karşılanmaktadır. Magnesia’yı ziyaret 1989 yılından bu yana ücretlidir."
Resim 5 : Artemis Leukophryene Tapınağı Restitüsyon Önerileri


Günümüzde Menderes Magnesiası, Aydın'ın Ortaklar beldesine bağlı Tekinköy sınırları içinde yer alıyor. Kent İzmir'den 100 km, Ortaklar'dan 4 km, Söke'den de 16 km uzaklıkta yer almakta.

Magnesia'ya İzmir'den özel araçla yaklaşık 2 saatte varmak mümkün. Aydın otoyolundan tüneli geçince Söke kavşağından çıkıp Ortaklar'a doğru dönüldüğünde 5 dakika sonra Magnesia'ya varılıyor. Yolda da yönlendirme tabelaları yer alıyor. Minibüsle gitmeyi doğrusu denemedim ama İzmir-Söke minibüslerinin Magnesia'dan geçtiklerini tahmin ediyorum. Ancak yine de binmeden önce sormakta yarar var.

Antik kentin girişinde yakın zamanda yapılan bir karşılama kulübesi yer alıyor. Müzekart'ımızı veya Maximum kartımızı gösterip ücretsiz girebiliyoruz antik kente. Eğer bu kartlarınız yoksa muhtemelen 5 TL gibi bir ücret ödemeniz lazım ancak ben artık Müzekart'ı olmayan kimsenin kalmadığını düşünüyor ya da umut ediyorum.

Alana girince ilk olarak Artemision kendini gösteriyor ancak oraya yönelmeden önce soldaki bilgilendirme tabelasını ve kent planını incelemekte yarar var. Ben kısa keşif gezisi için şöyle bir rota belirledim: Artemison(1) - Agora (2) - Kent Gymnasionu (13) -Stadion (12) - Tiyatro (10). Ancak sizin daha çok zamanınız varsa tüm alanları gezebilirsiniz. Yalnız gezinizi yağmurlu bir güne ya da yağmur sonrasına bırakmamanızı tavsiye ederim, yoksa bir çok alana ulaşmakta su veya çamur nedeniyle oldukça sıkıntı yaşarsınız.

Resim 6 : Artemis Leukophryene Kesit - Plan - Cephe
Modern karayolu ve demiryolu kenti biraz biçimsiz bir biçimde kestiği için kentin girişi de aslında biraz uygunsuz bir yerde. Kapıdan doğruca Artemis'in kutsal alanına giriyorsunuz. Antik dönemde burası aslında bu kadar ayakaltı bir alan değildi tahmin edersiniz. Din görevlileri dışındakilerin tapınağa girmesinin mümkün olmadığını, hatta tapınağın kutsal avlusuna yani "temenos"una da dikkatli ve huşu içerisinde girip ibadet veya ziyaretlerin yapıldığını hatırlamak gerekir.

Artemision temel olarak 3 ana bölümden oluşuyor. Şüphesiz ilki Antik Dönem mimarlarından hakkında en çok bilgi sahibi olduklarımızdan biri olan Hermogenes'in tasarladığı görkemli Artemis Tapınağı. İkincisi yine Priene'deki Athena Tapınağı önündeki sunağa benzer biçimde tapınağın hemen önündeki anıtsal sunak. Üçüncüsü ise kutsal alana giriş kapısı, yani Propylion.

Tapınak günümüzde stilobat hizasına kadar algılanabiliyor. Ne yazık ki sütunları ve cellası tamamen yıkılmış. Sütun başlıklarından bir çoğunu biraz ilerideki Bizans dönemi sur kalıntısının önünde görmek mümkün. Tapınak hakkında en kapsamlı bilgi mimarı Hermogenes hakkında kapsamlı bir araştırma yapan Mustafa Şahin'in "Anadolulu Bir Mimar HERMOGENES" isimli kitabında mevcut. Uzunca ve oldukça detaylı bu incelemeyi aynen buraya aktarıyorum (Şahin, 19-23):

"Magnesia'daki Artemis Tapınağı ölçüleri ile Hellenistik döneme ait en büyük dördüncü tapınaktır. Diğer bir ifade ile Anadolu'nun en büyük tapınağı değildir. Ancak Strabon'un da vurguladığı gibi tüm mimari elemanların birbirleri arasında uyumunun sağlandığı en mükemmel tapınaktır. Bu özelliği ile antik çağ yazarlarından Strabon'un da dikkatini çekerek, Anadolu'nun önemli tapınakları arasında saymasına neden olmuştur: "Bu günkü kentte Artemis Leukophryene Tapınağı bulunur. Bu tapınağın kutsal alanının ölçüleri ve adak eşyalarının sayısı Ephesos'daki tapınaktan daha aşağıdır, fakat kutsal alanın yapışındaki incelik ve uyum ondan daha çok yüksektir" (XIV, I, 40,-467). 
Resim 7 : Artemis Leukophryene Tapınağı, Sunağa Doğru Bakış

Kazı çalışmaları sonucunda tapınağın bugün görülebilen kalıntılarının altında daha eski bir evresinin olduğu saptanmıştır. İpuçlarından, buradaki eski tapınağın da büyük bir olasılıkla ana tanrıça adına inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu eski tapınak, O. Bingöl'e göre Themistokles'in tapındığı, Anakreon'un hakkında şarkı bestelediği Artemis'e ait tapınak olmalıdır. Eski Artemision kaba kireç taşından olup, sütun kaideleri Anadolu-İon yani Ephesos tipindedir. Sütun gövdelerinde 32 yiv vardır ve bunların kesitleri yarı eliptik biçimdedir. Anlaşılan bu erken tapınak daha küçük boyutlara sahiptir ve önünde 6 sütun yer almaktadır. Uzun yüzde kaç adet sütunun bulunduğu ise henüz bilinmemektedir.

Günümüze ulaşabilen kalıntılar Artemision'un ikinci evresine aittir. Mimari parçalar önemli ölçüde dünyanın değişik müzelerine götürülmüş olsa da, henüz tapınak civarında bulunan in-situ parçalardan hareket ederek yapının kısmen anastylosisini yapmak olasıdır. Tapınağa ait kalıntılardan bazıları Berlin'deki Pergamon Müzesi'nde, friz plakaları ise ayrıca Paris'deki Louvre Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde bulunmaktadır. 

Resim 8 : Sunak Restitüsyon Önerileri
Tapınağın Hellenistik evresinin mimarinin Hermogenes olduğu Vitruvius'un anlatılarına göre açık bir şekilde bellidir. Tapınak, 41 x 67.5 metre stylobat ölçülerinde olup, İon düzeninde, 8 x 15 sütunlu bir pseudodipterostur ve önce yedi, sonra altı basamakla çevrili bir podyum üzerinde yükselmektedir. Sütun kaideleri Attika tipindedir ve üst yapıyı 174.58 metre uzunluğunda bir friz süslemektedir. Tapınağın girişi batıya bakmaktadır. 

Tapınak bir dama tahtası sistemine göre inşa edilmiştir. Yani bütün sütun ve duvarlar, bir eksenler sistemi üzerine oturtulmuştur. Bu sistemin birimini, bir kenarı iki sütun ekseni arasındaki uzaklıktan (boyunduruk) oluşan 3.94 metrelik kareler oluşturmaktadır.

Tapınakta, kısa cephelerde sekiz, yanlarında on beş, pronaosun içinde iki, naosun içinde altı, pronaos ve opisthodomosun ante duvarları arasında ikişer olmak üzere toplam 54 sütun bulunmaktadır. Tapınaklar çoğunlukla ya tek (peripteros), ya da çift sıra sütunla (dipteros) çevrilmiştir. Ancak burada farklı bir uygulama karşımıza çıkmaktadır: Dipteros planlı tapınaklarda yeralan çift sıra sütundan, iç sırada olması gerekenler yapılmayarak, 34 sütunun yeri boş bırakılmıştır. Böylece görünümü çift sıralı olan, ancak gerçekte tek sütun sırası bulunan bir model ortaya çıkmıştır. Bu tip plan tapınak mimarisinde, pseudodipteros, diğer bir ifade ile yalancı dipteros olarak adlandırılmaktadır. Bu tasar tipine göre, sütunlarla cella duvarları arasındaki açıklık eksenden eksene tam iki boyunduruk olmaktadır. Böylece, Vitruvius'un da vurguladığı gibi, hem tapınağı ziyarete gelenlerin olumsuz hava koşullarından korunması için bir alan kazanılmış, hem de tapınağın inşası aşamasında sütun sayıları azaltılarak zaman ve paradan tasarruf edilmiştir. O. Bingöl'ün 1997 fiyatlarını baz alarak yapmış olduğu bir hesaplamaya göre bu uygulama ile 2.720 trilyon liralık tasarruf söz konusudur. Bu hesaba zamandan yapılan tasarrufun dahil edilmediğinin altı özellikle çizilmelidir. 
Resim 9 : Tapınağın İyon Düzenindeki Sütun Başlıkları

Bu tasarın mimariye kazandırdığı diğer bir fayda ise derin mekanlar nedeniyle oluşan ışık gölge kontrastının tapınağın görünümüne görkemli bir hava kazandırmasıdır. Drerup'un çalışmasında kullandığı Artemision'un İstanbul'daki maketinde bu durum daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Hermogenes Artemision'da uygulamış olduğu bu tasar ve oranlar arasındaki matematiksel uyumla, hem, yukarıda da vurgulandığı gibi, önemli ölçüde tasarruf sağlamış, hem de yapının güzelliğini azaltmamış, bilakis artırmıştır. 

Ekonomik tasarruf tapınağın her aşamasında karşımıza çıkmaktadır. Örneğin yapıda görülebilen sütun başlıkları ve benzeri mimari parçalar tüm ayrıntıları ile işlenirken, içte, yani görünmeyen yerlerde kullanılan mimari elemanlar salt belirleyici kaba hatları ile işlenmişlerdir. 

Resim 10 : Tören Alanındaki Yer Yazıları
Tapınağın iç yapısı üç bölümlüdür: Pronaos ve naos dörder boyunduruk, opisthodomos ise iki boyunduruk derinliğindedir. Oranlardan da anlaşılabileceği gibi, Anadolu tapınak mimarisindeki derin pronaosa olan eğilim, burada daha da artarak, pronaos derinliği cellanınkine eşit bir duruma gelmiştir. Opisthodomos, Yüksek Hellenistik dönemin genişlik kavramına uygun olarak büyütülmüştür. Artemis heykeli, cella içinde temelleri halen görülebilen bir kaide üzerine yerleştirilmiştir. 

Sütun merkezleri arasındaki açıklık 3,94 metredir; ancak ön ve arka sıranın ortasındaki sütunların merkezleri arasındaki uzaklık daha fazla olmak üzere 5,25 metredir. Merkezdeki sütun aralarının geniş tutulması Sardes Apollon Tapınağı'nda olduğu gibi, Anadolu'da yerleşmiş geleneksel bir İon mimarisi özelliğidir ve aynı zamanda Hellenistik dönem mimarlık anlayışına uygun düşmektedir. Orta sütunların belirgin bir şekilde ayrılması ile hem eksen düzenine olan eğilim ortaya konmuş, hem de Anadolulu bir özellik olarak girişler vurgulanmıştır. 

Pronaos, cella ve opisthodomos içinde yer alan sütunların, peristasisde uzun ve kısa kenarlardaki sütunlarla aynı eksen üzerinde olduklarına işaret etmek gerekir. Aynı şekilde, doğu ve batı alınlıkların ortasındaki kapılar, plandaki simetriye paralel bir ikinci doğrultu oluşturmaktadır. Eksen düzenine duyulan eğilim kuzey-güney doğrultusunda da göze çarpmaktadır. Pronaos, cella ve opisthodomos içindeki bütün sütunların, istisnasız bir şekilde uzun yanlarda sıralanan sütunlarla aynı eksen üzerinde durdukları görülmektedir. Daha önceki tapınaklanrı hiçbirinde böyle katı bir simetri başarılabilinmiş değildir. Hermogenes buradaki başarısı ile bir anlamda kendisini de aşmıştır. Çünkü, ilk olarak Teos'daki Dionysos Tapınağı'nda uyguladığı bu simetriyi, pronaosu naosdan ayıran bölme duvarını bir ölçü daha geri çekerek ideal duruma getirmiştir. Böylece, hem sütunlarla bölmeleri birbirinden ayıran duvarlar aynı eksen üzerine getirilmiş, hem de daha derin bir pronaos elde edilmiştir. Burada özellikle Pytheos'un Priene'deki Athena Tapınağı'na dikkatleri çekmek isteriz. Katı simetrinin öncülerinden olan Pytheos bu konuda Hermogenes'in gerisinde kalmıştır. 

Tapınağın sütun kaideleri Attik tiptedir. Üst torusları kiminde defne yaprakları, kiminde örgü bandı ile bezenmiş olan bu kaideler, Attik özellik olarak Anadolulu olan Anadolu-İon (Ephesos) tipi kaidelerin yerine kullanılmıştır. 

Resim 11 : Agora Tarafından Propylion'un Görünüşü
Sütunların alt çapları 1,40 metre, merkezleri arasındaki açıklık 3,94 metre ve iki sütun arasındaki açıklık 2,54 metre olduğuna göre, iki sütun arası uzaklık 1,81 metre sütun alt çapına, yani yaklaşık 2 sütun alt çapına eşit olmaktadır. Sütun alt çaplarının sütun açıklığına oranı: 1,43: 2,51= 1: 1 3/4 = 4:7. Böylelikle tapınak, sütun aralıklarına dayanılarak yapılan sınıflandırma içindeki beş tapınak tipi arasında, eustylosdan çok, "systylos" uygulamasına daha yakındır. Tam olarak saptanamamış olsa da, yükseklikleri yaklaşık 12 metre olarak varsayılan Artemision'un sütunları alt çaplarının 9 1/2 katı kadardır. 

24 yivli sütunların üzerinde İon başlıkları bulunmaktadır. Başlıklar, hem sütunun yivli üst bölümüyle birlikte yapılmalarıyla, hem de yan taraflarındaki (polster) bezemelerinin çeşitlilik göstermeleri açısından O. Bingöl'e göre İon mimarisi için diğer bir ilki oluşturmaktadır. Başlıkların üst sınırında Lesbos kymationlan bulunmaktadır. 

Başlıkların taşıdıkları üst yapının ilk elemanı baştabandır. Onun üstünde Amazonlar ile Grekler arasındaki savaşın (Amazonomakhie) konu edildiği toplam uzunluğu 174.58 metre olan friz yer alır. Bu frize ait plakalar İstanbul Arkeoloji, Paris Louvre ve Berlin Pergamon müzelerinde korunmaktadır. 

Frizin altında ve üstünde diş sırası ve saçak adı verilen elemanlardan sonra, alınlık bölümü gelmektedir. Alınlıkta, ortada büyük, yanlarda iki küçük kapı yer almaktadır. Çatının etrafında aslan başlı çörtenli, lotus-palmet ve rankelerle bezeli sima, alınlığın köşelerinde ise akroterlerle üst yapı hareketlenmiştir. 

Resim 12 : Agora Döşeme Hizası ve Stoa Parçası
Pseudodipteros plan, taşıyıcı sütun sayısının azaltılması nedeniyle üst yapının hafif tutulmasını zorunlu hale getirmektedir. Gerçekten, Yüksek Hellenistik dönemde görülen frizin, Geç Hellenistik'te devam etmeyişinin, arşitrav fascialarının sayıca üçten ikiye indirilişinin, metop ve triglyph yüksekliklerinin azaltılarak sayılarının çoğalmasının nedenleri üstyapının hafifletilmesine yönelik çalışmalar olmalıdır. Üstyapının hafifletilmesine doğru ilk adım daha önce Ephesos'daki Artemis Tapınağı'nın Hellenistik evresinde atılmıştır. Tapınağın alınlığında yer alan bir kapı ve iki pencere, boş alanı gölge ve ışık oyunlarıyla hareketlendirmekle kalmayıp, aslında sütunları, aşırı bir yükten de kurtarmıştır. Alınlıktaki kapı ve pencerelerin yapılış nedenleri arasında ayrıca yapısal ve estetik sorunlar da olmuş olmalıdır. 

Magnesia'da bulunan ve 16 numaralı olarak adlandırılan yazıtta tanrıça epiphaniesinden bahsedilmektedir. Epiphanie, tanrının kendisini mucizeyi bir şekilde insanlara göstermesi anlamına gelmektedir. Uzun bir süre alınlıktaki bu kapların tören günleri açıldığı ve tanrıça Artemis'in taşınabilen bir yontusunun halka gösterilerek epiphanie olayının canlandırılmak istendiği varsayılmıştır. Ancak O. Bingöl, farklı olarak bu kapıların tapınağın içerisinde yer alan tanrıça kült yontusunu mucizeyi şekilde aydınlatmak amacıyla kullanıldığını düşünmektedir. Bingöl'e göre, aynı zamanda bir gece tanrıçası olan Artemis'in kült yontusu, yılın belli bir ayında ve dolunaylı bir gecede batıya yönelik alınlığın orta kapısından giren ışıkla aydınlatılmıştır. Bilgisayar verilerine göre ay, bazı dolunaylarda Artemis tapınağının tam karşısına, alınlık orta kapısı ve Artemis heykeli ile bir doğru oluşturacak şekilde ve belli bir açı ile gelmektedir. Bu dolunaylarda, zifiri karanlıkta bulunan altın kaplama Artemis heykeli alınlığın ortasındaki kapıdan giren ay ışığıyla aniden aydınlatılarak, tapınağın dışında bekleyen insanlara gösterilmiştir. Kentte bulunan 98 numaralı yazıtta Artemis şenliklerinin genellikle dolunaylı gecelerde yapılmış olduğunun bildirilmesi bu yeni sayın haklılığına açık bir belgedir. 

Üst örtü hakkında kesin bir bilgi mevcut değildir. Ancak, Magnesia kazısı başkanı O. Bingöl, pseudodipteros olması nedeniyle iki boyunduruk genişliğinde (7.88 m.) olan pteromanın ve pronaosun tavanlarının, özellikle ortadaki dört sütunun üstüne gelen bölümde ahşap malzeme kullanıldığı kanısındadır. 

Resim 13 Latrina (Genel Tuvalet)
Tapınağın içine, günümüze kadar korunamamış olsa da, Artemis Leukophryene ait bir kült yontusu dikilmiştir. Görünümü konusunda Magnesia sikkeleri önemli ipuçları sunmaktadır. Sikkelere göre Magnesia Artemis'i, Ephesos Artemis'i gibi aşağı doğru incelen vücudunu sıkıca saran bir giysi içindedir. iki yana açtığı ellerinde yün yumağı tutmaktadır. Başında yüksek bir başlık (polos) taşır. Göğüs bölgesinde çok sayıda, yumurtaya benzer yuvarlak çıkıntı (olasılıkla bereket sembolü olarak meme) bulunmaktadır. 

Artemision'da, varlığından daha önce de sözü edilen eksen düzenine duyulan eğilim, daha sonraki dönemlerde de varlığını sürdürmüş, Roma sanatında ve Avrupa'nın barok şehir planlamasında geliştirilerek kullanılmıştır."

Tapınağın önündeki sunak hakkında da Şahin şu bilgileri veriyor (Şahin, 23-24):

"Tapınağın sunağı, batıdadır ve 15,80 x 23,10 metre ölçülerindedir. Çevresi, traverten bir altyapı üzerine yerleştirilmiş mermer plakalarla döşelidir. Bulunan yapı elemanlarına göre sunak, sütun ve yarım sütunlu portikolarla çevrilidir. Sunağın tipi konusunda tartışmalar henüz sona ermemiştir. (...) Problemli diğer bir yön ise, sunağa ait olduğu üzerinde birleşilen heykel ve kabartmaların, sunak üzerine nasıl yerleştirileceğidir. Sunağın batı cephesinde kurbanlıkların bağlandığı demir halkaların yuvaları varlığını hâlâ devam ettirmektedir. Sunak kabartmalarında 12 büyük tanrının yer aldığı varsayılmaktadır. Kabartmalar 3,15 metre yüksekliğindedir. Bu ölçü ile 2,05 metre yüksekliğe sahip Pergamon Zeus Sunağı'nı geride bırakacak orandadır. Bu kabartmalar B. Schmaltz'a göre, propylona bakan uzun yüzde yer almaktadır. 

Resim 14 : Stadyum
Sunağın kuşku duyulmayan yanı İon düzenindeki üstyapısıdır. Üç faskialı baştaban üzerinde girland ve boğa başları ile bezeli bir friz yer alır. Diş sırası, geison ve sima üstyapıya ait elemanlar arasındadır. 

Sunağın dönemi konusunda geç. 3. yüzyıl (yaklaşık İ.Ö. 220 civarı) ve 2. yüzyılın ortaları olmak üzere başlıca iki ayrı tarih üzerinde durulmaktadır. Her iki tarih de Hermogenes'in yaşadığı dönemi belirleme konusunda bizim açımızdan bir sorun yaratmamaktadır. Çünkü sunak için geç 3. yüzyıl tarihi kabul edilse bile, Hoepfner'in sunağın yerleştiriliş şekli nedeni ile ortaya koyduğu gibi, Sunak Hermogenes tapınağının inşasından önceki bu tarihte, O. Bingöl'ün izlerini açık bir şekilde sergilediği tapınağın bir önceki evresi içinde adanmış olabilir."

Tapınak ve sunağı bu detaylı bilgilerle ancak yerinde çok az ipucu ile gezdikten sonra kutsal alanın kapısı Propylion'a doğru yürüyoruz. Bu arada kenarda Bizans dönemi sur kalıntısının önünde oluşturulan platformda üst üste istiflenmiş İyon sütun başlıkları ilginç bir görüntü oluşturuyor. Üstüste konmaları biraz anlamlarını bozsa da uzaktan hepsi aynı gibi görünen başlıkların ne kadar farklı detaylara sahip olduğunu görmek güzel. Yine sur duvarına bitişik olan Latrina yani genel tuvalet de oldukça iyi durumda. Propylion'a doğru yürürken bir başka dikkat çekici şey de yerdeki yazılar ve izler. Yapıların üstünde yazılar görmeye alışık olsak da yerde çok fazla yazıya rastlamak mümkün değil. Bu yazılar törenler sırasında hangi grupların nerelerde dizileceğini belirten yazılar. Aynı bugün kent meydanlarında veya okul bahçelerinde yapıldığı gibi burada da düzgün sıralar oluşturulması için yere kimin nerede duracağı yazılmış.

Resim 15 : Stadyum
Propylion Agora ile Artemision'u bağlayan kapı. Bugün üst örtüsüne dair çok az iz kalmış ama sütunların bir çoğu ayakta. Propylion'dan Agora'ya doğru geçince bugün geniş bir boş alana çıkılıyor. Ne yazık ki meydanı çevreleyen sütun sıralarından, stoalardan pek bir iz kalmamış. Ancak biraz ileride gerçekleştirilen kısmi bir kazıdan özgün zemin seviyesinin 4-5 metre aşağıda olduğu, Magnesia'nın başının belası olan sellerin getirdiği toprağın zemini yükselterek stoaları toprağa gömdüğü anlaşılıyor. Burada gerçekleştirilecek kapsamlı bir kazı çalışması Agora'yı kolaylıkla açığa çıkarabilir ancak bugün hala sellerin sürekli alana toprak taşıması alanı bir kaç yıl içerisinde tekrar bataklık haline getireceğinden herhalde şimdilik böyle bir kazı yapılmıyor.

Agora'nın biraz ilerisinde Gymnasion, yani eğitim yapısı yer alıyor. Antik Yunan ve Roma'da Gymnasion'lar genellikle fiziksel, bir miktar da zihinsel eğitimin yapıldığı yapılar. Sözcüğün kendisi de günümüzde Almanca lise anlamına gelen "Gymnasium" ve Türkçe'de de kullanılan Jimnastik gibi sözcüklerle akraba. Ne yazık ki Gymnasion'un da kütlesel bütünlüğü ve mekansal kurgusu çok algılanır durumda değil.

Resim 16 : Stadyum
Gymnasion'da oyalanırken birden karşıdaki yamaçta ilginç bir yapı gözümüze çarpıyor. Bu kentin bugün belki de en etkileyici yapılarından biri olan Stadion'u. Doğrusu bu kadar adı sanı duyulmamış, popüler olmayan bir antik kentte bu büyüklükte ve iyi durumda bir yapı görmek insanı şaşırtıyor. 2004 yılında ilk çalışmaların başlatıldığı bu görkemli yapı, iki tepenin arasına, U biçimindeki oturma sıraları düzlenmiş yamaçlara oturacak biçimde ustaca yerleştirilmiş. Stadyumlar Antik Yunan ve Roma'da koşu veya atyarışları yarışmalarının yapıldığı, U biçiminde, 3 tarafları tribünlerle çevrili, U'nun açık olan tarafındaysa giriş kapısının bulunduğu yapılar. Koşu parkurunun orta hattında, yarışmacıların etrafında döndüğü ve çoğu zaman heykellerle, anıtlarla süslenmiş bir refüj bulunuyor.

Ben gittiğimde kazı ve restorasyon çalışmaları devam ediyordu. Tribünlerin tam orta kısmındaki nişler ahşap ve metal elemanlarla desteklenmiş, herhalde iş makinelerinin yukarı kotlara çıkabilmesi için büyükçe bir toprak rampa yapılmıştı. Bu ortadaki nişlerin içinde olasılıkla tanrı ya da kentin ileri gelenlerinin heykelleri olmalı diye tahmin ediyorum. Nişlerin iç duvarlarında duvar resimlerinin izlerinin izleri hala görülebiliyor. Tribünlerin parkurla birleştiği korkuluğun üzerinde okçuları, piyadeleri, süvarileri simgeleyen rölyefler yer alıyor. Yine tribünlerin oturma sıralarının başladığı, ara merdivenlerin yanındaki kısımlarında o sıraların kimlere ait olduğunu belirten yazılar var.

Resim 17 : Stadyum, Orta Niş
Bu etkileyici stadyumda biraz zaman geçirdikten sonra tekrar Gymnasion'a inip sağdan geriye dönerken giriş alanına yakın bir yerden tiyatroya giden yol sağa doğru ayrılıyor. 10 dakikalık bir yürüyüşten sonra oldukça ilginç, biraz sapa yerde kalmış ancak doğanın içinde ve çok etkileyici Magnesia Tiyatrosu ile karşılaşılıyor. Ancak vurgulamakta yarar var, bu aslında Magnesia'nın küçük tiyatrosu. Kazının resmi sitesinde bu yapı hakkında şu bilgiler aktarılmış:

"Podyumun ortasındaki giriş ve yanlardaki proedrie (özel koltuklar) nedeniyle bilinen diğer tiyatrolardan ayrılan bir yapıdır. Bu özelliği nedeniyle Theatron (izleyici yeri) olarak tanımlanmıştır. Kesin işlevi bilinmemektedir. Diğer bir özelliği bitirilmemiş olmasıdır. Temellerindeki (arka bölümdeki sağdan sola) ve mermer bloklarındaki işçilik aşamaları bitmemiş olduğunu kanıtlamaktadır. Bitseydi 7 kerkisli (dilimli) 2 diazomalı (ara yollu) ve yaklaşık 4700 kişilik bir yapı olacaktı. M.S 1. yüzyılda yapılırken, toprak kayması nedeniyle yarım kaldığı varsayılmaktadır."

Büyük tiyatronun taşları diğer yapılarda kullanılmak üzere taşındığı ve kalan kısmı da büyük oranda toprak altında olduğu için ben gittiğimde pek algılanır durumda değildi. Küçük tiyarto herhalde sapa konumunun avantajıyla görece olarak daha iyi korunmuş bir durumdaydı.

Aslında çok daha fazla yapı olmasına rağmen bu kısa keşif gezisinde sadece en belirgin yapıları gezmekle yetindim. Ancak en kısa zamanda Magnesia'ya tekrar gelip bütün yapıları gezmek gerekiyor. Pek popüler olmamasına rağmen hem mimarlık tarihi hem de doğal güzellikleriyle büyük bir keyifle gezilecek bir ören yeri Magnesi ad Maeandrum.

Resim 18 : Theatron

Güncelleme:

Magnesia ad Maeandrum hakkında tanıtıcı belgesel:

https://www.youtube.com/watch?v=nI4orHVkUs8

KAYNAKLAR

M. Şahin, (2002), Anadolulu Bir Mimar Hermogenes, Ege Yayınları

Kazıların resmi sitesi : www.magnesia.org

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder