29 Haziran 2014 Pazar

Erythrai, İyonya'nın Kırmızı Yıldızı

Antik dönemde 12 İyon kentinden biri olan Erythrai'nin adı kaynaklarda sıklıkla geçer.

Herodotos Erythrai'ye 3 yerde değinir ancak bu değinmeler kısa ve içeriksizdir. (Burada Yunan anakarasının Boiotia bölgesinde aynı adlı bir kentin daha olduğunu söylemek gerekir) Herodotos ilk olarak Erythrai'nin zamanında Khios (Sakız Adası) kenti ile yaptığı savaşta Miletos'un Khios'un tarafını tuttuğuna değinir. İkinci değinme ise 12 İyon kenti sıralanırkendir. Burada Heredotos Khioslularla Erythraililerin aynı dili (lehçeyi) konuştuklarını belirtir. Son olarak Perslere karşı hazırlanan bir orduya Erythraililerin 8 gemiyle katıldıkları aktarılır (Herodotos, 22, 65, 296)

Strabon da müthiş eseri Geographika'nın 13. ve 14. kitaplarında Erythrai'den 5 kez bahseder (Strabon, 104, 148, 183, 204, 205).


Erythrai'nin Yeri
İlk değinme dolaylıdır: "Anaksimenes, Erythrai topraklarında, Phokis'te ve Thessalia'da Kolonai adında yerlerin bulunduğunu söyler."

İkinci değinme biraz kafa karıştırıcıdır: "(...) Onlara (kim oldukları muğlak) göre Herakles Oitaialıları çekirgeden kurtardığı ve çekirgeye de bunlar 'Kornopes' dedikleri için burada Herakles, 'Kornopion' olarak kutsanır. Mimas'ta yaşayan Erythraililer arasında 'Ipoktonos' olarak kutsanır, çünkü o ips denen bir cins bağ kurdunun kökünü kurutmuştur, bu yazarlara göre söz konusu yaratığın bulunmadığı yegane arazi Erythrailillerinkidir."

Burada Strabon'un Erythraililerin neden Mimas'ta yaşadıklarını söylediğini açıkçası anlayamadım. Zira Mimas Karaburun yarımadasının ve bu yarımadanın büyük bir kısmını kaplayan görkemli dağın Antik Yunan dönemindeki adıdır. Burada iki olasılık akla geliyor. Ya Strabon Mimas'la Erythrai'nin çok yakın olması dolayısıyla böyle bir tanım yapmayı doğru buldu ya da başka bir yerden hatalı bir bilgiyi eserine aktardı.    

Üçüncü değinmede Strabon Erythrai'nin İon kolonizasyonu çağında, Atina Kralı "Kodros'un meşru olmayan oğlu Knopos" tarafından kurulduğunu aktarır.

Dördüncü değinme dolaylı ve içeriksizdir ancak son değinmede önemli bilgiler ediniriz:

"(...) Erythrai'le Hypokremnos arasında, zengin av hayvanları bulunan ve ormanlarla kaplı yüksek bir dağ olan Mimas uzanır (Burda Mimasla Erythrai'nin ilişkisi daha doğru tasvir ediliyor...). (...) Erythrai, tanrı tarafından kendisine ilham ve kehanet kudreti verilmiş olan Sibylla'nın doğduğu kenttir. Büyük İskender zamanında diğer bir kadın daha vardı. Aynen bunun gibi onda da kehanet kudreti vardı. Athenais adını taşıyan bu kadın da aynı kenttendi. Benim zamanımda Herophilos okulundan olan ve Apollonios Mys'ün sınıf arkadaşı hekim Herakleides de burada doğmuştur."

Erythrai'de uzunca değinen bir çok çağdaş çalışma vardır. Burada sadece kazıları başlatan Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın Anadolu Uygarlıkları kitabına (Akurgal, 1988) ve George E. Bean'in Eski Çağda Ege Bölgesi kitabına değineceğim. Özellikle Bean'in kitabı buraya aktaramayacağım kadar detaylı bir bölüm ayırmış Erythrai'ye. Bu arada Bean'in kitaplarını Antik kentlere ilgi duyan herkese ısrarla öneririm. Özenli, dikkatli ve güvenilir kitaplardır.

Akurgal, Pausanias'tan Erythrai'nin başka bir kuruluş hikayesini aktarır: "Pausanias'ın (VII 3, 7) yazdığına göre Erythrai, Rhadamanthys'in oğlu adı 'kırmızı' anlamına gelen Erythros'un önderliğinde Giritliler tarafından kurulmuş olup burada aynı zamanda Lykialılar, Karialılar, Pamphylialılar da oturmaktaydılar" (Akurgal, 318). Daha sonra Kodros'a bağlanan diğer iddiayı da aktarır. Daha sonra bir çok siyasi olaya değinerek kalıntıların kısa bir tanıtımını yapar.

Bu arada Erythrai'nin isminin bölgede çıkan pembe-kırmızı taşlardan gelmiş olabildiği de düşünülebilir zira Akurgal'ın da dediği gibi Erythros 'kırmızı' anlamına geliyor. (İngilizce "red" ve almanca "rot" da herhalde bu kökenden geliyordur)

Bean'in yazdıkları ise buraya aktarılamayacak kadar detaylıdır. Ancak anlatısını başlattığı ve galiba Pausanias'tan aktardığı öykü zikredilmeye değer:

"Bir efsanede tanrılaştırılmış Herakles'i betimleyen bir heykelin Fenike'deki Tyros kentinden bir sal üzerinde denize bırakıldığı anlatılır. Sal İonia kıyılarına yaklaşmış ve Khios (Sakız) Adası ile Erythrai'nin tam ortasındaki Mesate Burnu'nda (bugün Topburnu) Karaya vurmuş. Hem Khioslular hem de Erythraililer heykeli kentlerine getirmek için ellerinden geleni yapmışlar. Fakat heykel bir türlü kıpırdamamış. Nihayet Erythraili kör bir balıkçı bir düş görmüş. Düşünde ona, Erythraili kadınların saçlarını kesmeleri, erkeklerin de bunlardan örecekleri bir halatla salı kıyılarına çekmeleri gerektiği açıklanmış. Soylu kadınlar böylesi bir saçmalık uğruna işbirliğine yanaşmamışlar. Gerek köleler gerekse kentte yerleşik yabancılar arasında bulunan Thrak asıllı kadınlar ise hiç düşünmeden söylenenleri kabul etmişler. Onların saçlarından örülen halat sayesinde, Erythraililer sala ve heykele sahip olmuşlar. Dahası kör balıkçının gözleri açılmış. Öte yandan, Herakles heykeli için bir kutsal yer yapılmış. Bu kutsal yere Thrak kadınlarının dışında, kadınların girmesi yasaklanmış. Pausanias, saçlardan örülmüş halatın kendi zamanına dek korunageldiğini bildirir. Ayrıca, heykel ile kutsal alanın çok eski zamanlara dayandığını, heykelin Yunan tipinden çok, Mısır tipine yaklaştığını anlatır. Erythrai sikkelerinde hem tapınağın, hem de heykelin betimlerine rastlanmaktadı" (Bean, 133).

Bu da Bean'ın bahsettiği sikke:

http://www.asiaminorcoins.com/gallery/displayimage.php?album=122&pid=8528#top_display_media   

Gerçekten bir çok sikkede Herakles ve onun atribuları bulunmasına karşın yapıya ilişkin bir betime ben rastlayamadım...

Kazı ekibi tarafından hazırlanan ören yerindeki tabelada kentin tarihçesi şu şekilde özetlenmekte:

Erythrai Antik Kenti (Kazı Alanındaki Bilgilendirme Levhasından)
"Erythrai, Hellen mitolojisine göre Giritli önder, adı kırmızı anlamına gelen 'Erythros' tarafından kurulmuştur. Ardından Atina Kralı Kodros soyundan gelen Kleopos/Knopos isimli oikistlerin önderliğindeki İon kolonistlerince büyütülüp geliştirilmiştir. Antik Çağ'da on iki İon devletinin önde gelenlerinden biri olan Erythrai, Ege dünyasındaki önemli liman yerleşimlerinden biri idi. İ.Ö. 1. binde Doğu-Batı (Fenike-Mısır-Yunanistan-Anadolu) ilişkileri açısından bilgi veren buluntuların yanı sıra Sub-Geometrik, Arkaik, Klasik, Helenistik ve Roma dönemlerine ait değişik kalıntıların sağladığı bilgiler İ.Ö. 8. yüzyıldan itibaren özellikle İ.Ö. 4. yüzyılda kentin İonia sosyo-politik olaylarında etkin bir rol aldığını göstermektedir. Erythrai akropolündeki Pers egemenliği öncesi ve sonrasına ait tabakalarda yapılan incelemeler, bu dönemler için önceden yazılan bilgilerden daha farklı ve kapsamlı bilgilerin elde edilmesini sağlamıştır. Arkaik Dönem'den itibaren Doğu mallarını kullanan ve bunları İonya'ya dağıtan bir market (emporio) görevindeki Erythrai'nin ticaret ve diplomaside Khios (Sakız Adası) ile büyük bir rekabet içerisinde bulunduğu gözlemlenmektedir.

Nitekim Doğu kökenli bir tanrı olan Herakles'e ait kutsal bir alanın burada inşa edilmesi aynı zamanda dini unsurlar yönünden de Doğu etkileşimini gözler önüne sermektedir.

İ.Ö. 546'dan sonra kent, Pers egemenliği altında bulunduğu dönemde bir liman üssü olmanın verdiği olanaklardan yararlanarak Kıta Yunanistan ile yoğun iletişimde olmuş, İ.Ö. 5. yüzyıl başlarında Attika-Delos Deniz Birliği'nin etkin üyeleri arasında yer almıştır. İ.Ö. 330'lu yıllar ile birlikte yöre Büyük İskender'in hakimiyetine girmiştir. Lysimakhos Dönemi'nde ise uzunluğu 4 km'yi aşan surların yapımına başlanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Daha sonra sırası ile kentte Roma, Bizans, Beylikler ve Osmanlı hakimiyeti yaşanmıştır."

Kazı tarihçesi ören yerindeki tabelada şöyle özetleniyor:

"Erythrai antik yerleşiminin arkeolojik kazılarına ilk olarak Ankara Üniversitesi DTCF Arkeoloji Bölümü kurucularından Prof. Dr. Ekrem Akurgal ve İzmir Müze Müdürü Hakkı Gültekin tarafından, 1964 yılında İonya kültürü ve tarihini ortaya çıkarmak amacıyla başlanmıştır. 1970'li yıllarda ise çalışmalar Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu'nun gözetiminde sürdürülmüştür. 2006 yılının Eylül ayından bu yana kazılara Bakanlar Kurulu kararı ile Doç. Dr. Ayşe Gül Akalın-Orbay başkanlığında tekrar başlanmıştır."

Kazılar hakkında daha detaylı bilgilere ve 2013 kazı raporuna şu kaynaklardan ulaşılabilir:

http://www.izmirkulturturizm.gov.tr/Eklenti/9478,erythrai-cesme-kazisipdf.pdf?0

http://www.ttk.gov.tr/templates/resimler/File/Kazilar/2013/22-2013_Ryhrai.pdf

Ayrıca kazı başkanı Doç. Dr. Ayşe Gül Akalın-Orbay'ın İzmir Dergisi'ne yazdığı Erythrai makalesi de okunmaya değer:

http://www.izmirdergisi.com/site/index.php?option=com_content&view=article&id=142&Itemid=743&lang=tr

Ildırı Köyündeki Antik Kentten Devşirme Yapı Malzemeleri
Çeşme'nin yaklaşık 20 kilometre kuzeydoğusunda bulunan Erythrai'ye ulaşmak için F. Altay garajından kalkan İzmir-Ildırı minibüslerine binmek ya da arabayla otoyoldan Ilıca ayrımından çıkıp tabelaları takip etmek yeterli.

Bir çok yerde olduğu gibi Erythrai antik kentinin hemen yanında ismini olasılıkla ondan alan Ildırı köyü bulunuyor. Aslında Ildırı Erythrai'den sadece ismini değil yapı malzemelerinin de çoğunu almış gibi. Köyü dolaşırken geleneksel yöntemlerle inşa edilen neredeyse her duvarda antik kentten taşınan yapı taşlarına rastlamak mümkün. Ildırı Köyü geleneksel konut dokusu ve tanınmayacak hale getirilmiş olmasına karşın tarihi çeşme ve camileriyle ayrıca incelenmesi gerek bir yerleşim.

Ildırı, olasılıkla antik kentin konutlarının da bulunduğu yere, agora ve akropolün bulunduğu tepe ile deniz arasında kalan eğimli alana yerleşmiş. Ancak günümüzde Helenistik dönemden kaldığı düşünülen bir kaç büyük evin dışında bu konutlara dair görünür pek bir iz yok.

Antik kent tabelalarını takip ederek köyün içinden geçip yukarıya doğru çıkınca kısa bir süre sonra asfalt yol sona eriyor. Zaten hemen oradan sağa sapıp kalıntıların yoğun olduğu alana giriliyor. Ancak bu güzergahın antik kentin ana güzergahlarından biri olduğunu söylemek güç. Olasılıkla konut bölgesinden Agora'ya çıkan, onun içinden geçerek tiyatro ve akropole yönelen yol izi ne yazık ki bugün okunaklı değil.

Heroon
Yolun hemen kıyısında ilk olarak bir Heroon'nla karşılaşılıyor. Sadece podyum kısmının ve duvarının bir kaç sırası günümüze ulaşmış olan yapının başlangıcına bakılarak bezemeli bir yapı olduğunu tahmin edilebilir. Podyumdan duvarlara doğru geçişi sağlayan ve yapıya plastik bir etki veren yiv, uzun kenarlardan birinin tamamında diğerininse büyük bir kısmında hala okunabiliyor. Birbirine bağlı iki mekandan oluşan Heroon'un kime adandığına dair bir ipucu bulunmamakla birlikte kentin kurucusu olan Erythros'a ya da kent için önemli olduğu belli olan, bazı sikkelerinde de yer alan Herakles'e adanmış olabilir.

Heroon'dan Detay
Heroon'un yanındaki dar patikadan yürüyerek Agora bölgesine çıkılıyor. Oldukça geniş bir düzlük olan Agora'da bugün çıplak gözle okunabilen bir yapı izi bulunmuyor. Ayrıca kazı ekibinin hazırladığı çizimdeki soru işaretinden Agora'nın bu bölgede olduğunun kesinleşmiş bir bilgiden çok tahmin olduğunu anlıyoruz. Bununla birlikte Erythrai'nin tek bir agoraya mı sahip olduğu yoksa birisi tepenin yamacında birininse liman yakınlarında iki agoranın mı bulunduğu da tartışmaya açık. Zira limandan uzak ve yüksekteki agoranın ticari olarak çekiciliğinin azalması ve bu agorada yönetsel etkinlikler yoğunlaşırken (Devlet Agorası) limana yakın başka bir alanda ticari etkinliklerin yer aldığı ikinci bir agoranın (Ticari Agora) oluşması benzer başka kentler düşünüldüğünde akla yatkın geliyor.

Akropolün hemen ilerisinde etkileyici bir tiyatro ile karşılaşıyoruz. Önce Bean'in kitabında, ardından Anadolu'daki Antik Dönem Tiyatroları hakkında çalışmalar yapan Yaşar Yılmaz'ın aynı adlı eserinde Erythrai Tiyatrosu hakkında neler yazdığına değinelim:

"Akropolis tepesinin kuzey yamacına oturtulan tiyatro iyi durumda korunagelmiştir. Yapı 1963 yılında İzmir Müzesi adına kazılmaya başlanmış, caveadaki merdivenlerin korunduğu fakat, oturma sıralarından yalnızca temellerin kaldığı gözlemlenmiştir. Sahne yapısının izine rastlanmamıştır. Tiyatro, Vitruvius'un öğütlediği gibi kuzeye bakar. Vitruvius'a göre bir tiyatroyu güneye yönlendirmek doğru değildir, çünkü hem izleyicilerin gözlerine güneş girecek (bu etmene değinmemiştir aslında), hem de içeride kapalı kalan sıcak hava, vücuttaki nemi kurutacağından, sağlıksız olacaktır. (...) Tiyartonun ilk kez ne zaman inşa edildiği bilinmemektedir. İ.S. 2. yüzyıla tarihlenen bir yazıtta tiyatrodan söz edilmektedir" (Bean, 137-8).

"(...) Tiyatrosu tek ortayollu, iki kademelidir. Işınsal merdivenlerin kenarındaki süslemeler, Menemen'in kuzeydoğusundaki Temnos tiyatrosunun merdiven kenarı süslemesiyle benzerlik gösterir. Buradan yola çıkarak aynı anlayıştaki ekibin elinden çıktığını söyleyebiliriz.

Orkestra yarıçapı 31 ayak 5 parmaktır. Ortayolun altındaki birinci kademede yaklaşık 24 sıra, üstündeki ikinci kademede 10 sıra olabilir. Birinci kademede 8 ışınsal yol, ikinci kademede 15 ışınsal yol olmalıdır. Sahne binasının bitmiş hali 42 ayak yüksekliğinde olmalıydı.

İki Farklı Mevsimde Tiyato
Erken dönemde yapılmış bu tiyatronun Halikarnassos tiyatrosunda olduğu gibi oturma sıralarının tamamı yamaca yaslanıyorken, Roma döneminde iki uçta izleyici koyağının bir bölümü destek duvarlarına yaslandırılarak büyütüldüğü anlaşılmaktadır. Roma İmparatoru Hadrianus döneminde onarım gördüğü bilinmektedir.

Anadolu'nun ilk tiyatrolarından biridir. Yerinde yapılan ölçüme göre sığarı yaklaşık 5000 kişiliktir." (Yılmaz, 76)

Tiyatronun genel özelliklerini hemen yanındaki kazı ekibinin hazırladığı panodan okumak mümkün:

"Prof. Dr. akurgal döneminde ortaya çıkarılmış ancak kazısı tamamlanmadan restorasyon denemelerine başlanmış olan tiyatronun, ilk yapım dönemi İ.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısına karşılık gelmektedir. Çift diazomalı (seyirci oturma platformları) olan yapının caveası (yarım daire formlu seyirci oturma kısmı) ve analemma duvarları Roma İmparatoru Hadrianus döneminde eklenti ve tamir görmüş olmalıdır. Skene (sahne) binasının ise elde sadece temelleri mevcuttur ki caveaya göre küçük boyutları olan sahnenin yapıldığı dönemde de büyük ölçüde ahşap konstrüksiyonla desteklendiği düşünülmektedir."
Tiyatro Oturma Sıralarından Detay

Yazılanlardan Prof. Dr. Ekrem Akurgal'a sanki biraz serzenişte bulunulduğu hissediliyor. Gerçekten de tiyatroyu gezerken her ne kadar mekanın algılanmasına olumlu katkıları olsa da restorasyon denemelerinin çok da başarılı olmadığını söylemek mümkün. Kullanılan malzemelerin dayanıksızlığı bir yana bu çalışmaların doğruluğu ve yöntemi de tartışmaya açık...

Bu arada tiyatronun ilk yapımını sadece İ.Ö. 3. yüzyıla kadar götürmek bana biraz tartışmalı göründü. Yukarıdaki Athena Tapınağı'nın da gösterdiği gibi Arkaik dönemlerden beri yerleşim olan bir kentte tiyatronun çok daha erken dönemlere tarihlenmesi beklenir. Helenistik Dönem'e denk gelen İ.Ö. 250-300'ler oldukça geç bir tarih. Belki de tiyatronun Arkaik ve Klasik dönemine dair izler henüz keşfedilmediği için arkeologlar riske girmek istememiş olabilirler... Yılmazsa biraz savurganca bir ifade ile bu tiyatroya "Anadolu'nun ilk tiyatrolarından biridir" diyor ancak bunu destekleyecek herhangi bir bilgi vermiyor. Bu da bana biraz havada kalmış bir iddia gibi geldi.

Oturma sıralarının profilleri aralıklarla konulan aslan ayağı biçimindeki figürlerle bezenmiş. Bu ince işlenmiş figürler yakından bakıldığında masif kayanın fonuyla oldukça etkileyici görünüyor.

Basamakların Restorasyonu 
Tiyatronun oturma sıralarından geriye kalanlar hala büyük oranda toprak altında. Orta sıradaki merdiven ve yakınındaki sıraların bir kısmı açığa çıkarılmış ve -herhalde- Akurgal tarafından tamamlanmış. Tamamlanan basamaklardan bazıları doğa şartlarına dayanamayarak parçalanmaya başlamışlar.

Olasılıkla Dyonisos İçin Sunuların
Konulduğu Sunu Taşı

Tiyatrodaki etkinlikler başlamadan tiyatro, güzel sanatlar ve tabii ki şarap tanrısı Dyonisos için sunularda bulunulan, üzeri kurbanlık boğa başları ve girlandlarla bezeli sunu taşı hala yerinde duruyor. Ancak taşın üst kısmı oldukça hasar görmüş.

Skene yani sahne kısmı aslında tabelada bahsedildiğinden biraz daha iyi durumda. Zira sadece temelleri değil sahne duvarlarının ilk bir kaç sırasını da algılamak mümkün. Sahnenin söylendiği gibi ahşap konstrüksiyonla desteklenmesi olasılık dışında olmamakla birlikte tamamen taştan yapılmış bir sahne yapısı bana daha olası geliyor. Ancak tabi ahşap dikmelere ait taşa açılan yuvalar (Pergamon Tiyatrosu'ndaki gibi) veya başka kanıtlar bulunduysa ancak ahşap bir konstrüksiyonun varlığı kabul edilebilir.

Bu arada kalıntılardan skenenin arkasından arka caddeye -olasılıkla kulis girişi olarak kullanılan- bir geçit olduğu anlaşılıyor.

Skenenin yakınlarındaki bir taş işleme tekniği açısından bazı ipuçları barındırıyor. Antik Yunan mimarisinde sıklıkla görülen, yanyana gelen taşların birleşen yüzeylerinin göbeklerini kaba yonu olarak bırakıp kenarlarını ince işlemenin farklı bir uygulamasını burada görmek mümkün. Bunun nedeni şüphesiz bütün yüzeyin işlenmesi zahmetinden kurtulmak. Ancak taşların birbirleri ile kusursuz birleşmesi için çerçevenin ince işlenmesi gerekiyor.
Taş İşleme Tekniği

Tiyatronun basamaklarından biraz güç de olsa en üste çıkınca Akropolis'e doğru dar bir patika farkediliyor. Şüphesiz yaşanılan dönemde Akropol'e gitmenin yolu bu olmasa gerek ancak günümüzde mecburen bu yol kullanılıyor.

Matrone Kilisesi, Giriş Yönünden Bakış.
Sağ Taraf Mezarlık
Birkaç dakikalık yürüyüşün ardından kendimizi kente yaklaşırken gördüğümüz tepenin üst terasında buluyoruz. Ancak Akropol'de karşımıza çıkan ilk yapı Antik Yunan'a değil daha geç dönemlere ait olan bir ibadet yapısı olan Matrone Kilisesi oluyor. Kilise hakkındaki en güvenilir bilgileri yukarıda linki verilen, Doç. Dr. Ayşe Gül Akalın-Orbay'ın hazırladığı rapordan almak mümkün:

"Akropoldeki Matrone kilisesi büyük ölçüde ayaktadır. Kilisenin önünde hıristiyan ölülere ait mezarlar vardır. Biz burayı yoğun ağaç ve çalılardan arındırdık bu mezarların etrafını temizledik kilisenin önünü ve etrafını düzenleme yoluna gittik

Matrone Kilisesi, Apsise Doğru Bakış
Biz bu kiliseyi düzenleme kapsamında içindeki dolguyu da kaldırmaya başladık. Bu dolgu içinden hem Arkaik tapınak hem de tiyatroya ait mimari elemanlar ve yazıt parçaları çıktı ki bu tabi elemanları cinslerine göre tasnif etmeye başladık. Ancak dolgu kaldırıldıkça yapının zaten köylülerin belirttiği üzere 50'li yıllarda kasten yıkılan binanın, üç nefli olduğunu bunları bölen tonoz ve fil ayaklarının yok edildiğini gördük. Bu nedenle iç kısımdan bu duvarların iskelelerde desteklenmeden dolguyu boşaltmaya devam etmenin tehlikeli olabileceğini düşünüyoruz.

Çalışmalar sırasında bu kilisenin halen özellikle Yunanistan ve adalardan ziyarete gelen kişiler tarafından bilinip kutsal yapı niteliğiyle de yoğun ilgi gördüğüne şahit oluyoruz. Erythrai peyzajı kapsamında sanat tarihçi ve modern mimari restorasyonla uğraşan uzmanlar tarafından değerlendirmeye değer bir yapı olduğunu düşünüyoruz."

Matrone Kilisesi, Güney Duvarı
Gezerken benim de üç nefli olduğunu tahmin ettiğim  kilisenin çatısının da çapraz tonoz üstü beşik çatı olma olasılığı yüksek. Ancak raporda belirtilen "filayakları"nın bu boyuttaki bir kilisede bulunması, duvarlarda görülen kemer başlangıçlarının incelikleri de göz önünde tutulursa bana pek doğru gelmedi. Ben iç mekanda bağımsız yekpare sütunların olabileceğini tahmin ediyorum. Ama belki de arkeologlar bu filayaklarına ait kalıntılar buldularsa başka tabii...

Kilisenin güney tarafına doğru ilerlediğimizde bir dizi duvar ve teraslamayla karşılaşıyoruz. Burası Erythrai'nin en görkemli tapınağı olan Athena Polias Tapınağı'nın bulunduğu alan. Ancak ne yazık ki tapınaktan günümüze hiç bir şey kalmamış. Öyle ki tapınağın tam olarak nerede olduğunu kestirmek bile biraz uğraş gerektiriyor. Ancak teraslamalar için yapılan devasa (gigantik ya da kyklopik demek daha doğru) taşlarla oluşturulmuş istinat duvarlarının bir kısmı hala görülebiliyor.

Alanda bulunan bilgilendirme tabelasından tapınak hakkında şunları öğreniyoruz:

Tapınak Terasları ve Cellanın İzi
(Kazı Alanındaki Bilgilendirme Levhasından)
"Tiyatronun bulunduğu yamacın tepesi yani akropolde bulunan tapınak, poligonal (çok köşeli) duvar örgüsünün gösterdiği özelliklere göre ilk İ.Ö. 8. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş ama 7. ve 6. yüzyıllarda farklı eklerle genişletilmiştir. Kullanılan poligonal duvar (çok köşeli kütlesel taşlarla oluşturulan örgü) tekniği ve iç mekanda yer alan rampası ile Arkaik Çağ mimarisinin önemli bir örneği olarak kabul edilmektedir. Tapınağın doğu kısmında yapılan kazılardan ele geçmiş zengin malzeme arasında pişmiş toprak tanrıça figürinleri yoğun bir grup oluşturur. Tapınak yakınında bulunmuş ve arkeoloji dünyasının ender örnekleri arasında yer alan bir başka önemli buluntu ise şu anda İzmir Tarih ve Sanat Müzesi'nde bulunan İ.Ö. 6. yüzyıla tarihlenen Kore (uzun elbiseli genç kadın/rahibe) heykelidir."

Poligonal Duvar Örgüsü
Tapınağın ismi olan "Athena Polias" (Ἀθηνᾶ Πολιάς), "Kentin Athena'sı" anlamına geliyor. Zaten "polias" sözcüğü ile "polis" sözcüğünün yakınlığı da hemen seziliyor. Anlaşılan Erythraililer kentlerinin koruyucusu olarak Athena'yı seçmişler. Kazı alanındaki bilgilendirme levhasındaki perspektif ile alanı eşleştirmek ve tapınağın cellasının yani beden duvarlarının oturduğu yeri bulmak çok kolay değil ancak biraz uğraşla istinat duvarları takip edilerek Doğu-Batı yönünde konumlanmış tapınağın yeri keşfedilebiliyor. Yerinde de cellanın duvar hizalarını andıran bazı taş sıralarından başka bir şey görmek ne yazık ki mümkün değil. Ancak burada poligonal taş örgüsünün gerçekten ilginç olduğunu vurgulamak gerek. Günümüzde çok büyük şeyleri nitlemek için kullandığımız "devasa" kelimesi için Yunanlılar "gygantik" ya da "kyklopik" kelimelerini kullanıyorlardı çünkü Yunan mitolojisinde geçen devlerin isimleri Gygantlar ve Kykloplardı. Arkaik dönemde bu tonlarca ağırlıktaki taşlarla oluşturulmuş duvarlara Klasi Dönem Yunanlıları bu taşları olsa olsa o Gygantlar ya da Kykloplar işleyip üstüste koymuşlardır diyerek bu tür taşlara ve duvarlara Gygantic ya da Kyklopik demişler. Bu kelimeler hala bazen devasa mimari elemanları nitelemek için kullanılır... İstinat duvarlarındaki başka bir dikkat çelici şey de özellikle tapınağın giriş tarafındaki Doğu duvarlarında duvar örgüsünün içinde işlenmeden doğal olarak orda bulunan kayaların da katılmasıdır. Zaten oldukça kayalık olan alanda bu tür kestirmeler hem zaman hem de zahmetten tasarruf sağlamış olmalıdır.

Son olarak Akropol'deki tapınağın arkasındaki alanın müthiş manzarasından da bahsetmek gerekiyor. Doğudaki vadi, Ildırı Körfezi, Ege Denizi, Sakız ve küçüklü büyüklü diğer adaların eşsiz manzarası soluklanmak için oturduğunuz yerden saatlerce kalmanıza neden olabilir.

Erythrai de bu güzergahın dışında kalan bir çok kalıntı alanı daha olmakla birlikte ne yazık ki ben vakit darlığı nedeniyle oralara uğrayamadım. Özellikle Herakleion olarak tahmin edilen yeri ve Cennettepe kazılarını merak ediyorum... İleride uğrama olanağı bulurum diye umut ediyorum.

Akropolden Limana (Antik Liman da Buradaydı) ve Ildırı'ya Doğru Bakış

Akropolden Ege Denizi'ne Doğru Bakış


Kaynaklar:

Akurgal, E. (1988), Anadolu Uygarlıkları, Net Yayınevi
Herodotos, (2006), Tarih, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Strabon, (2000), Geographika, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Yılmaz, Y. (2010), Anadolu Antik Tiyatroları, YEM Yayın

Yararlı Linkler:

Erythrai'de bulunan sikkelerin kataloğu:

http://www.asiaminorcoins.com/gallery/thumbnails.php?album=122








1 yorum: