22 Eylül 2020 Salı

Caesar’ın Görkemli Hayatı ve Roma İçin Anlamı

İnsanlık tarihinde çok az insanın ulaştığı bir şöhrete sahiptir Caesar. Yani tam adıyla Gaius Iulius Caesar. Antik çağ ya da Roma hakkında hiç bir bilgiye sahip olmayan insanların zihninde bile bir şeyler çağrıştırır Caesar ismi. Kendisi ile ilgili, “Sen de mi Brütüs”, “Sezar’ın hakkı Sezar’a”, “Geldim, gördüm, yendim”, "Rubicon'u geçmek", "zarlar atıldı" gibi deyişler günlük hayatta bile kullanılır. Kullanılır ama nerdeyse hepsi yanlış veya hangi bağlamda söylendiği, anlamlı olduğu bilinmeden.

Genelde “bilindik” bir çok tarihi kavram/kişi gibi Caesar’da çok tanınmışlığın altına kalan bilinmezlikten muzdariptir. Kim olduğu, ne yaptığı ya da yapmadığı pek bilinmez. Caesar’ı tanırız tabii ki hepimiz ama onunla ilgili 3. cümleyi kuramayız. 

Bu yazıda biraz bu görkemli adamın hayatını konuşalım istedim. Düşündüğümden çok uzun bir yazı oldu. Yazmalara doyamadım ama hala daha değinmediğim, yazmak isteyip “ya çok da uzatmayayım artık” dediğim o kadar çok şey kaldı ki. Gerçekten de zor bir iş Caesar’ı çerçeveleyip bir özet yazı haline getirmek. Zira Caesar’a biraz yaklaşabilmek, onu daha iyi anlayabilmek için Roma tarihini, özellikle geç cumhuriyet dönemindeki MÖ 2-1. yüzyıllardaki siyasi ve askeri ortamı biraz bilmek gerekiyor. Bunları gözardı ederek kurulan Caesar anlatıları yüzeysel kahraman ya da bir zalim tarifinin/hayalinin üstüne çıkamıyor. Zira Caesar yaptığı her şeyi dönemin yozlaşmış cumhuriyetinin içinde, onun ilke ve teamüllerini esneterek hatta bazen kopuncaya kadar çekiştirerek yapıyor. 

Caesar hakkında tarihi ve edebi bir çok kaynak var. Bunların hepsine hakim olmak benim için olanaksız. Mümkün olduğunca güvenilir kaynaklara dayanarak bir anlatı oluşturmaya çalıştım ama arada spekülasyonlar(ım)a da yer verdim.

Bu arada bu yazının büyük kısmını 2020 yaz tatilinde Kemer’de bir havuz başında aşağıdaki kitabı okurken yazdığımı da söyleyeyim (Bu, kışın okuyup aah ah demek için bir not).


Caesar’ın Adının Hikayesi
Şimdi en önemli meseleden başlayalım. Bu adamın adı ne? Yok, daha önemlisi nasıl okunuyor? Tam Latince adı GAIVS IVLIVS CAESAR. Latince’de “v”ler “u”ya yakın okunduğu için Türkçe okunuşu GAYUS YULİUS KAYSER. Arkadaşlar biliyorum Kayser biraz kaba geliyor ve içinizden “Sezar” diye okuyorsunuz ama bu en sık yaptığımız, artık neredeyse dile yerleştirdiğimiz bir yanlış. Yani o kadar yerleşmiş ki acaba rahatını bozmasak da artık orada kalsa, Sezar diye mi devam etsek diye düşünüyor insan. Yok, ama doğrusunu bilelim. Evet, acı haber: 

Latince CAESAR —> okunuşu —> KAYSER 

(KAYSAR da olabilir, e’yi biraz a gibi okuyun)

Latince “c” İngilizce’de sıklıkla olduğu gibi “s” olarak değil “k” diye okunuyor. Bunun açtığı bir başka dert de “Cicero” vakıası. Evet, bu abinin de adının okunuşu “Çiçero” veya “Sisero” değil “Kikero”. Yani işte böyle kuş ötüşü, tavuk gıtlaması gibi bir şey ama ne yapalım, doğrusu bu.

İnanmayan Google translate'i Latince yapıp Caesar yazıp okutsun... Bu arada merak edip Cicero'yu okuttum, onu Çiçero diye okudu. Orada Google translate'e güvenmeyin. Ben eminim Cicero'nun Kikero diye okunduğuna, bana güvenin.

Kayser meselesinde size bir kanıt daha: KAYSERİ. Kayseri'nin ismi Caesaria'dan geliyor. Yani Kayser'in kenti. Sezar okunacak olsa Kayseri değil Sezari dememiz lazımdı Kayseri'ye. Haydari gibi bir meze adı olacaktı anlı şanlı Kayseri'nin ismi.

Neyse, biz Caesar’a geri dönelim. Baak! Hala Sezar diye okuyorsunuz. Neyse tamam ya, nasıl rahat ediyorsanız öyle takılın. Ben ama dilimi Kayser’e alıştırmaya çalışıyorum. 

Evet... İsmi ile başladık, devam edelim. 

Bu arada Caesar’ın asıl adı Gaius arkadaşlar. Yani küçükken arkadaşları “Naber lan Gaius” filan diyorlardı muhtemelen. Aşağıda açıklayacağım gibi Iulius aile (ya da soy) adı. Caesar ise göbek adı/lakap gibi bir şey. Burası biraz karışık. Roma’da 3. isminiz ya göbek adınız ya lakabınız oluyor. Bu ismi bir zaferden sonra ona ithafen ya da doğuşta alabiliyorsunuz. Bazen zaferlerinizi simgeleyen birden çok isim ardarda gelip isminiz adeta bir Meksikalı ismine dönüşürken bazense sadece başkalarından ayırt edilmek için alıyorsunuz bu ismi. Çünkü Roma’da çok az ön ad seçeneği var. Yani herkese Ahmet-Mehmet gibi çok standart isimler veriliyor. Dolayısıyla bu 3. isimlere ihtiyaç duyuluyor. Hele kız çocuksanız isminiz aile adınızın feminen çekimi oluyor. Yani Iulius ailesine doğan bir kızsanız isminizin Iulia dışında bir şey olması pek mümkün değil. Birden fazla kız olursa birinci, ikinci gibi ön adlar veriliyor. 

“Kadının adı yok” meselesi buradan geliyor. Yok yok, alakası yok, uyduruyorum. Kadının "adı" en son Neolitik dönemde var arkadaşlar, anaerkil toplumlar ataerkil toplumlara evrilmeye başlayınca ne yazık ki erkek egemen hödüklük de başlıyor... Anatanrıçalar yerini Teşup'a, Zeus'a Jüpiter'e bırakıyor... Bu değişimi de kimi tarıma kimisi kentleşmeye bağlıyor ki zaten bu ikisi de birbirini doğuran şeyler gibi. Neyse, Caesar diyorduk...  

Gaius Iulius'a Caesar'ın eklenmesi biraz bizim Osmanlı dönemi isimlendirmeye benziyor. Mustafa Kemal’deki Kemal isminin alınmasını hatırlayın... Bu arada benim ismimdeki Halil de Urfa’da doğduğum içindir. Urfa’da doğan bütün İbrahimlerin Halil’i de vardır. Hemşehrimiz peygamberin isminden gelir. Peki İbrahim neden “Halil”dir? Neyse, bu da başka bir yazının konusu... Gerçi bunlar artık geçmişte kaldı sanırım. Şimdi “Işın Su”nun Su’sunu Berke Can’ın “Can”ını açıkla bakalım...

İşte Gaius’a da 3. isim olarak Caesar ismi veriliyor. Ailede daha önce de 3. isim olarak Caesar’ı alanlar var. Yani ilk Caesar, hatta ilk Gaius Iulius Caesar bizim “Sezar” değil. Önceki Caesarlar da önemli işler yapmış olsalar da tabii ki hiçbiri bizim Caesar kadar kalıcı bir iz bırakmamış tarihte.
Caesar'ın Torino Tusculum'da bulunan ve yaşadığı zaman yapıldığı tahmin edildiğinden kendisine en çok benzediği düşünülen büstü. Diğer büstlerinde özellikle saçlarının idealize edildiği, yani gerçekte önlerden açılan saçların göz ardı edildiği görülür. bu görselin kaynağı olan web4 kaynağından yüzün canlandırılmasına dair bir çalışmayı da okuyabilirsiniz. 

Caesar ismi, tarihte bazı isimlerin bir süre sonra sıfata veya ünvana dönüşmesine en güzel örneklerden biridir. Bunu biraz Selpak-kağıt mendil hikayesine benzetebilirsiniz. Caesar’dan kısa bir süre sonra bu isim sıfatlaşarak Roma döneminde en üst düzey yöneticilerin ünvanına dönüşür. Benzer bir şey Caesar’ın ardılı, Roma’nın ilk imparatoru olan Augustus’un ismi için de geçerlidir. Gerçi Augustus’un asıl ismi Oktavianus, imparator olduktan sonra Augustus sıfatını ismine ekliyor ancak ondan sonra da hep Augustus olarak anılıyor. Ayrıca Augustus isim değil sıfat aslında. Saygıdeğer, hazret gibi bir anlama sahip. Neyse, demeye çalıştığım şey sonraki Roma imparatorları da Augustus veya Caesar olarak anılabiliyor. Augustus birincil imparator, Caesar sıradaki imparator gibi. Ama daha çok Caesar kullanılıyor. Bu iş biraz karışık, sonra anlatırım yoksa konudan kopacağız iyice. 

Kayser ünvanı sadece Roma İmparatorluğu'nda kullanılmıyor, daha sonra Prusya/Alman İmparatorluğu'nda da geçerli oluyor. Hatta günümüzde hala yaklaşık kral/imparator anlamına gelen ve Kaiser diye yazılan Almanca sözcük yaşamaya devam ediyor. 

Sadece Almanlar değil Slavların da imparatorlarına ünvan olarak seçtikleri “Çar” sözcüğünün kökeni de Kayser. 

Caesar’ın ikinci ismi olan Iulius aslında aile adı. Yani bir nevi “Soy”adı. Roma soyluları çeşitli “gens”lere yani soylara, ailelere sahip oluyorlardı. Bu gensler bazen biraz “işgüzar” tarihçiler tarafından taa mitolojik zamanlara, tanrı-tanrıça soylarına kadar dayandırılıyordu. Eh, biraz karikatürleştirerek söylersek parayı verdiğinizde soyağacınız bir tanrıya-tanrıçaya bağlayacak bir tarihçi -ya da belki tarih/soy uydurucusu demek daha doğru- bulabiliyordunuz. İşte Iuliusların soyu da yukarılarda Troya düşerken kaçıp maceralı bir deniz yolculuğundan sonra bugünkü orta İtalya’ya varan ve Roma’yı kuran Troyalı Aeneas’a kadar dayandırılıyordu. Aile adının da Aeneas’ın oğlu Iulus’tan geldiği iddia ediliyordu. Eh, Aeneas’ın annesi de bildiğiniz gibi anlı şanlı Aphrodite olduğundan Caesar’ın soyu da Aphrodite’ye -tabi Roma döneminden bahsederken Venüs demek daha doğru olur- uzanıyordu. Bu nedenle Caesar’ın hayatında Venüs’ün özel bir yeri vardı. 

Caesar’ın kendisi ailesinin geçmişi hakkında şöyle düşünüyordu:

Halam lulia'nın ailesi anne tarafından krallardan, baba tarafından ölümsüz tanrılardan gelmiştir. Annesinin ailesi olan Marcii Reges, Ancus Marcius'un soyundan gelir. Bizim ailemizin bir parçası olduğu lulii ise Venüs'e dayanmaktadır. Bu yüzden bizim kanımız, hem faniler arasında en yüce güç sahibi kralların kutsiyetinden hem de krallar üstünde bile güç sahibi olan tanrılara duyulan saygıdan payını almıştır” (Goldsworthy)

Caesar tarafından bastırılan ve MÖ 46-47 yıllarına tarihlenen bir sikkede Casar'ın soyuna göndermeler... Sikkenin bir tarafında tacıyla birlikte Venüs görülüyor. Diğer tarafta ise Aeneas'ın Troya'dan kaçışı canlandırılmış. Mite göre Aeneas Troya'dan kaçarken kucağında yaşlı babası Ankhises'i taşıyordu. Elinde ise Palladium'u taşıyordu. Palladium Troya'da Athena tapınağında duran Athena'nın bir elinde mızrak bir elinde kalkanla betimlenmiş heykeli idi. Aeneas'ın hemen yazınında ise Caesar yazısı yer alıyor.

Aslında biraz daha dünyevi bakılacak olursa Iuliusların kökeni ne Troya’ya ne de Venüs’e uzanıyordu. Caesar’ın kökeni Roma’nın güneydoğusundaki Latinlere ait Alba Longa kentinden MÖ 7. yüzyılın ortalarında Roma’ya göçen bir aileye dayanıyordu. Bu arada bugün çok geniş bir anlamı olan Latin sözcüğünün o zamanlar sadece İtalya yarımadasında yaşayan bir halkın adı olduğunu söylemek lazım. Zamanla İtalya yarımadasında yaşayan tüm halklara Latin denmeye başlıyor. 

Ailenin ya da daha doğru ifadeyle gensin adı Türkçe yukarıda dediğim gibi “Yulius” olarak okunuyor. Ya da “Julius” diye okumak da çok yanlış değil. Ancak bazen “Jül” olarak kısaltıldığını görüyorum ki bu bana çok doğru gelmiyor. Vikipedia bile Jül Sezar yazmış. (Katmerli hata). Yani günümüzde İbrahim’i İbo diye kısaltmak gibi bir şey. Tamam arkadaş arasında olur da hanginiz Caesar’ın kankasısınız abi? Ne bu laubalilik... Bence anca Marcus Antonius filan Caesar’a Jül diyebiliyordu. O da bir kaç kadeh şarap içtikten sonra... Bir de adamın soyadıyla birlikte kısaltma adı olmaz ki. Yani Jül Caesar demek Bülo Ecevit, Selo Demirtaş ya da Reco Erdoğan demek gibi bir şey. Olmaz yani. Şaka bi yana "Jül" çağdaş batı dillerinde Iulius'un güncel versiyonu olarak kullanılıyor ama yine de Jül Caesar hele ki Jül Sezar demek bana hiç doğru gelmiyor. En azından Türkçede. 

Evet, gördüğünüz gibi baya görkemli bir adamla uğraşıyoruz. Daha isminin bile içinden çıkamadık. Son olarak Caesar’ın unvanlarına da kısaca bakıp bunların ne olduğuna değinelim. 

En sık yapılan hatayla başlayalım. Caesar kesinlikle KRAL değildi. Hatta kendisine kral ünvanını yakıştıranlara şiddetle karşı çıkıyordu. Çünkü Caesar zamanında son derece yozlaşmış da olsa Roma CUMHURİYET ile yönetiliyordu. Caesr imparator da değildi. Yaşamının son döneminde senato tarafından kendisine IMPERATOR ünvanı verilmişti ancak bu anladığımız anlamda imparator olduğunu göstermez. Çünkü yaşadığı dönemde Roma bir imparatorluk değil, kağıt üstünde de olsa cumhuriyetti. Imperator aslında  cumhuriyet döneminde magisterlere yani yüksek rütbeli memurlara verilen yönetme yetkisi idi. Konsüller, preatorlar gibi yöneticilere imperium yetkisi belli bir süre (genelde 1 yıl) senato tarafından verilirdi. Sorun Caesar Roma’ya hakim olunca senatonun bu rütbeleri (konsül, diktatöt, imperator) süresiz olarak ona vermesiydi, daha doğrusu vermek zorunda kalmasıydı demek lazım heralde... Neyse, buralara geleceğiz.

Iulius Caesar'ın Vatikan Müzesi'nde bulunan, MÖ 1. yüzyıla tarihlenen büstü (web1).

Caesar isminin anlamı ise tam net değil. Goldsworthy kitabında sözcüğün Kartaca dilinde “fil” anlamına geldiği ve ailenin atalarından birinin Kartaca savaşında bir fili öldürmesi nedeni ile ailenin erkeklerine bu ismin miras kalmış olabileceğini söylüyor. Bir başka iddia ise Caesar’ın “gür saçlı” demek olmasıymış. Ailenin erkekleri gür saçlı olduğundan bu ad ailede yerleşmiş. Ama üstteki ilk büstte bunun Caesar için çok da geçerli olamayabileceği görülüyor. 

Bazı yorumcular cumhuriyetin son dönemlerine cumhuriyetten ziyade aristokrasi demenin ya da cumhuriyetin aristokratların boyunduruğuna girdiğini söylemenin daha doğru olacağını iddia ediyor (Kaynak veremiyorum çünkü nerede okuduğumu unuttum). Ancak ne olursa olsun kağıt üzerinde cumhuriyet sürüyordu ve dolayısıyla ne kral ne de imparator diye bir ünvan yoktu, imparatorluk bir yetki idi. Yani şöyle demek daha doğru olacak, üst düzey yöneticilere (magisterlere) verilen askeri ve sivil yönetme erkinin adı imperium idi. 

Kral ünvanı da Romalıların hiç sevmediği, cumhuriyet düşmanlığı ile bir tuttuğu ünvandı. Cumhuriyetten önce Roma’yı yöneten kralların hatıralarda pek de güzel bir ünü yoktu. Dolayısıyla Caesar hayatı boyunca ne kral ne de imparator olmadı. Kral veya imparator diye anılmadı. 

Ancak TRIBUN, AEDILIS, QUAESTOR, PRAETOR, KONSÜL ve DİKTATÖR oldu. Bunlar Cumhuriyet rejiminde senatonun en üst düzey devlet adamlarına belli süreler için verdiği görevler anlamına geliyordu. Kısaca ne olduklarına bakalım:

TRIBUN üst düzey yöneticilerin en düşük rütbesi gibi bir şeydi. Meclislere yasa önerilerini tribunler hazırlarlardı. 

AEDILIS, Roma'da kamu binalarının inşa, bakım, onarımı ama daha önemlisi festivallerin, şölenlerin düzenlenmesinden sorumlu memur. Yılın belirli günlerinde dini festivaller düzenleniyor ve halka ihsanlarda bulunulup eğlenceler, şölenler, törenler düzenleniyor. Senator her yıl 2 aedilis atayıp onları bu etkinliklerden sorumlu kılıyor. Harcamalar da kamu hazinesinden karşılanıyor. Aslında tam Caesar'a göre bir iş. Halkın gözüne girmek, popüler olmak için bulunmaz konum. Hatta Caesar öyle görkemli şölenler düzenliyor ki, halkın çok büyük sevgisini kazanıyor. Bu şölenler için senatonun verdiği kaynakla yetinmeyip kendi bütçesinden de ciddi para harcadığı söyleniyor. Tabi kendi bütçesi de genelde etraftan topladığı borçlardan oluşuyor. Ama galiba geleceği çok parlak görülen bu Romalı'ya borç vermek için çok da tereddüt etmiyor o zamanın varlıklıları.  

QUAESTOR bir nevi yardımcı yöneticiydi. Her yıl 20 tane seçilen qaestor’lar genelde eyaletleri yöneten valilerin yardımcısı olarak görevlendirirlerdi. Caesar da MÖ 70 yılında, 30 yaşında quaestor seçildiğinde Uzak İspanya’ya gönderildi. 

PRAETOR’u konsülün bir alt mevkisi gibi düşünebilirsiniz. En önemli görevler konsüllere, daha az önemli olanlarsa praetorlara verilirdi. Her yıl 6 praetor seçilirdi. Konsüllük için 42, praetorluk için 39 yaşını doldurmuş olmak gerekirdi (Goldsworthy). 

KONSÜL, senatonun 12 ay için görevlendirdiği kişidir. Her yıl 2 konsül seçilirdi. Genellikle soylu bir aileden gelen bu kişi görev süresi boyunca tüm askeri ve sivil görevleri yürüten en üst rütbeli kişidir. Bir nevi senatonun gözetiminde, 12 aylık başkan gibi düşünülebilir. Cumhuriyet döneminde her zaman bir kişi veya grubun tüm gücü/yetkiyi eline almasına karşı dikkatli olundu. Bu nedenle tek değil 2 konsül atanıyordu. Hatta kağıt üstünde bir kişi 10 yılda 1 kez konsül olabiliyordu ama işleyişte sıklıkla buna uyulmadığı da bir gerçekti. Üstüste bir çok defa konsül olan bir sürü soylu vardı (Goldsworthy). Özellikle kriz veya savaş zamanlarında bu istisnalara sıkça rastlanıyordu. 

PROKONSÜL, konsüllük süresi dolmuş, yönetmesi için kendisine bir eyalet verilmiş kişilere denirdi. Caesar konsüllüğünden sonra Galya'ya prokonsül olarak gitti.

Bu arada Caesar hayatının önemli bir bölümünde savaş meydanlarında ordulara kumanda etmiş bir GENERAL’di. Bugün general askeri bir rütbe ve sivil yöneticilerin alması mümkün değil ancak Roma’da sivil yöneticiler, özellikle soylular ihtiyaç duyulduğunda toplanan ordunun başına geçip generallik yapabilmekteydi. Savaş bittikten sonra da sivil hayata dönüp sivil bir unvanla yöneticiliğine devam ediyorlardı. Yani en üst askeri görevler de sivil görevlerle aynı biçimde görülüyor/üstleniliyordu. General olmak için bugünkü gibi harp akademisi filan bitirmeniz gerekmiyordu. Bir ordu toplayacak paranız ve senato tarafından bir savaşa/işgale atanmanızı sağlayacak politik bağlantılarınız varsa General olabilirdiniz. Ve bu hem şan şöhret hem de maddi kazanç anlamında bulunmaz bir fırsattı. Bu nedenle bir çok soylu bu görevler için sürekli politik mücadele halinde idi.  

DİKTATÖR günümüzde haklı olarak son derece olumsuz içeriğe sahip bir unvansa da aslında Roma Cumhuriyetinde yasal bir görevdi. Savaş veya benzeri ciddi bir kriz durumunda Senato tek bir şahsın egemenliğiyle ilgili korkusunu bir kenara bırakıp en yüksek imperiuma (yönetme erkine) sahip, mevkidaşı bulunmayan ve diktatör denilen bir magister (üst düzey yönetici) atardı. Ancak önemli bir nokta, bu ünvan her zaman geçici bir süre ile verilirdi (Goldsworthy). Normalde altı ay sonra bırakılması gerekirdi ancak bu kimi zaman mümkün olmaz, bu unvanı ele geçirenler bırakmak istemezdi. Zira öncesinde Sulla yaklaşık 2 yıl sonra bu unvanı bırakmış, daha sonra Caesar ise kendini “hayat boyu diktatör” ilan etmişti. 

Bunların dışında Caesar gençliğinde FLAMEN DIALIS denen bir rahiplik görevi ve en yüksek rahip anlamına gelen PONTIFEX MAXIMUS rütbesini de almıştır. Ancak bu dini yetkiler bizim imamlar ya da Diyanet İşler Başkanlığı’ndan biraz daha farklı, daha çok saygınlık ve siyasetle ilgili ancak dini yönleri de yok değil. Roma’da yüksek rütbeli rahiplikler siyasi unvanlara yakın bir anlam taşıyordu. 

Caesar, Adolphe Yvon, 1875
Bu etkileyici tabloda hangi olayın anlatıldığını tam kestiremedim. Caesar'ın elindeki küre ile dünya hakimiyeti simgeleniyor. Atının terkisine ele geçirdiği esirlerini bağlamış. Bunlardan birisinin elinde lir olması acaba bunlar Yunan mı, yoksa yakaladığı korsanlar mı diye düşündürdü ama ortalıkta yenilmiş kadınların da olması korsan olmadıklarını gösteriyor. Yoksa Galya fethini mi anlatıyor bu tablo? Bilemedim...

Caesar’ın Hayatı
Caesar MÖ 100 civarında doğmuştur. İlginç bir şekilde kesin doğum tarihi halen tartışmalı. Bazı kaynaklar 12/13 Temmuz 100 gibi kesin tarihler verirken  101 ya da 102 yılında doğmuş olabileceğini söyleyen kaynaklar da var. 

Caesar sara hastasıydı ve ilki uzak İspanya’da görevliyken, otuzlu yaşlarında olmak üzere ara sıra epilepsi krizleri geçirmekteydi. Bu krizlerini halktan saklamak onun için çok önemliydi. İmajına her zaman dikkat eden ve popülaritesini hep arttırmak isteyen Caesar için bu hastalık çok can sıkıcı bir konu idi. 

Gençliğinde Caesar genelde iyi eğitim almış etkileyici görünüşlü bir hatip olarak Roma’da dikkat çekmişti. Biraz dikbaşlı idi. Diktatör Sulla emretmesine rağmen karısını boşamamış, canını ve tüm maddi varlığını riske ederek ona kafa tutmuştu. Gerçi bir diktatör neden bir soylunun karısını boşamasını istesin diyebilirsiniz ama Roma aristokrasisinde evlilikler genelde siyasi avantajlar, ittifaklar kazanmak için yapılırdı ve Carsar da Sullanın alt ettiği rakibinin arkadaşı ile evliydi. Ama görülüyor ki Caesar ya karısına aşık olduğundan ya da belki başka siyasi hesaplarla Sulla’nın emrine karşı gelmişti. Şaka değil, Sulla’yla ters düştüğünden bir süre Roma dışına kaçmak hatta yakalandığında canı için bir subay çok yüksek miktarda (bir askerin 100 yıllık maaşı kadar) rüşvet vermek zorunda kalmıştı. 

Tabi Sulla’yla ters düşmesinin tek nedeni boşanma meselesi değildi. Neyse detaylara çok girmeyelim, magazin kısmında bırakalım olayı. :)

Caesar’ın başından geçen ilginç bir olaya da değineyim. Hitabet, felsefe vs. eğitimi almak için Anadolu ve Ege adalarındaki ünlenmiş hocaların yanına gitmek o dönemlerde Roma aristokrasi arasında gayet popülerdi. Caesar da gençliğinde eğitim almak için Anadolu’ya ve Rodos’a gelmişti. Fakat deniz yolculuklarından birinde gemisi bugünkü Didim açıklarında korsanların saldırısına uğramış, esir düşmüştü. O zamanki korsanlar çoğunlukla kaçırdıkları soyluları yüksek miktardaki fidyelerle serbest bırakıyorlardı. Caesar’ın bu korsanlarla macerası çok ilginç. Kısaltarak anlatacak olursam korsanlar Caesar’dan 20 Talent gümüş fidye  istiyorlar serbest bırakmak için. Caesar’sa buna kızarak kendisinin en az 50 Talent edeceğini söyleyerek bu fidyeyi koymaları gerektiğini söylüyor. Eh. Evet biraz kibirli bizim arkadaş. Hatta korsanlara serbest kalınca onları yakalayıp hepsini çarmıha gerdireceğini söyleyerek kafa tutuyor. Korsanlar şaşırıp gülüşüp alay ediyorlar bunla. Caesar adamlarını civardaki kentlere yollayıp kendisi için para toplatıyor. En çok parayı da Miletos kenti veriyor. Korsanlara ödemeyi yapıp serbest kalıyor. Sonra ne mi yapıyor, burası bomba. Miletos’a gidip oradan ufak bir donanma alıp korsanlara saldırıyor ve hem ödediği parayı fazlasıyla geri alıyor, hem de korsanları Pergamona gönderip önce hapsettiriyor ardından hepsini çarmıha gerdiriyor. Dediğini yapan bir arkadaş gördüğünüz gibi. 

Neyse, eğitiminden sonra Roma’ya geri dönüp çok uzun yıllar süren bir siyasi mücadelenin içine bitmek bilmez bir hırsla atılıyor. Yukarıda söylediğim unvanların hepsini sırayla elde ediyor ve ...

Caesar’ın gençliğinde Anadolu’da bir macerası daha var ama çok acayip. +18 hikaye. Biraz böyle dedikodulu sansasyonlu. Caesar Anadolu’ya vali yardımcısı olarak gönderildiğinde vali kendisini bir iş için Bithinia’ya gönderiyor. Bithinia bugünkü Bursa-İznik-İzmit civarları ve o zamanlarda Roma ile iyi ilişkileri olan bir krallık. Neyse, Caesar gidiyor ve beklenenden uzun süre Bithinia sarayında kalıyor. Hatta işi halledip geri döndükten kısa bir süre sonra tekrar bir Bithinia ziyareti yapıyor. İşte bu olaydan sonra Caesar’ın Bithinia kralının cazibesine kapıldığı, onunla eşcinsel ilişki yaşadığı dedikodusu çıkıyor. Şimdi Antik dönemde, Yunan’da ve Roma’da eşcinsellik konusu çok uzun bir konu, hiç girmeyeyim ama şu kadarını söyleyeyim, özellikle Yunan’da oldukça yaygın ve toplumdaki algısı da günümüzdeki kadar negatif değil. Roma’da da yaygın ama Romalılar Yunanlılar kadar “açık fikirli” değil bu konuda. (Bu arada “Yunan” deyince bugünkü Yunanistan’ı değil, Yunan kültürünün hakim olduğu tüm coğrafyayı kastediyorum) Roma’da eşcinsellik pek de olumlu algılanmıyor hatta bir miktar ayıplanıyor da. İşte Caesar hakkında çıkan bu dedikodu hayatı boyunca siyasi rakiplerinin elinde bir koz oluyor, ara sıra gündeme getiriliyor. Ama Caesar bunu kesin olarak reddediyor tabii ki. Bu arada Caesar’ın bir çok, hatta kölesinden soylusuna hatta Kleopatra’sına kadar baya çok kadınla ilişkisi olduğunu da söyleyelim. Yani gay değil Caesar. Hatta bayaa değil. :) Neyse, girmeyelim o konulara, çıkamayız. :)

Bithinia Kralı IV. Nicomedes... (web7) Yakışıklı çocuk... :)

Cumhuriyeti Caesar mı Yıktı?
Bu soruya evet ya da hayır demek çok zor. Caesar her zaman -en azından görünüşte- cumhuriyetin içinde kalmaya çalıştı. Kendisine kral yakıştırması yapanları hiç hoş karşılamadı. Bunu hakaret olarak algıladı. Ancak bütün yetkileri eline geçirmek ve sürekli ona sahip olabilmek için her şeyi yaptı.  

Aldığı rütbeler zaten cumhuriyetin içinde olan rütbelerdi. Ancak bazen bir kaç yıllığına verilen bu rütbeleri ömür boyunca edinmek gibi sistemi zorlayan eylemleri de olmadı değil. 

Ayrıca, yukarıda da değindiğimiz gibi MÖ 1. yüzyıla gelindiğinde cumhuriyetin zaten oldukça yozlaşmış bir aristokrasiye dönüşmüş olduğunu iddia eden yorumcular var. Yani Caesar bugün kulaklarımızda olumlu, demokratik bir tınıya sahip olana benzer bir cumhuriyette yaşamadı zaten. 

Goldsworty’e göre Caesar’dan önce en yüksek düzeydeki yönetim kademeleri bu rütbeleri Roma’daki ve eyaletlerdeki fakir halkın üstünden geçinerek daha da zenginleşmek için kullanan küçük bir senatör zümresinin elindeydi. Caesar’sa diktatörlüğü süresince iyi ve kaliteli bir devlet adamı olarak makul ve Roma’nın iyiliğine yönelik yasalar yapmıştı. 

Tabi buradan diktatörlük övgüsü çıkarmayalım. Şüphesiz günümüzde elimizdeki en ideal sistem çağdaş demokrasinin uygulanabildiği cumhuriyet yönetimidir. Ama şu da görülüyor ki iyi bir diktatör yozlaşmış bir cumhuriyetten daha iyi yasalar yapabilmektedir. Ancak yine de unutulmamalıdır ki “iyi diktatör” kendi içerisinde çelişki taşıyan bir oksimorondur. Yani çelişkili yanyana geliş. Bu tip yönetimler  bazen kısa vadede sınırlı gelişmeler sağlayabilirse de orta ve uzun vadede her zaman halkların büyük acılar çekmesine neden olmuştur. İstisnasız. 

Caesar'ın cumhuriyetin imparatorluğa dönüşmesindeki rolünü Goldsworthy benim de aklıma yatan biçimde şöyle tarif ediyor:

Caesar’ın ölümünü izleyen iç savaşlar, Caesar’ın yaptıkları sonucunda zaten zayıf düşmüş olan Roma Cumhuriyeti’nin sonunu getirmiştir”. 

Caesar MÖ 49 yılının Ocak ayında Roma yasalarına karşı gelerek ordusu ile birlikte Rubicon Nehri’ni geçerek Roma kentine doğru ilerlemeye başladı. Roma yasalarına göre hiç bir General ordusu ile birlikte (senato çağırmadıkça) Roma’ya gelemezdi. Bugün yeri kesin olarak bilinmeyen ve muhtemelen mütevazı bir akarsu olan Rubicon Nehri bu anlamda bir sınırdı. Ancak burada uzun uzun anlatmamız çok zor olan politik gelişmeler sonucunda Caesar kendini yok etmek isteyen düşmanlarının manevralarına karşı iç savaşı başlatmaktan başka bir çıkar yol bulamadı. Ve bir General ordusu ile birlikte Rubicon’u geçerse artık o geriye dönülmez biçimde cumhuriyete saldıran bir halk düşmanı olarak etiketlenirdi. Artık o noktadan sonra başkenti almak ya da ölmekten başka seçeneği yoktu. 

Bir iddiaya göre Rubicon ırmağının yeri (web5).

İşte “Rubicon’u geçmek” deyimi geri dönüşü olmayan bir karar vermek anlamı ile böylece dillere yerleşmiştir. 

Olayları sonradan aktaran tarihçilere göre Caesar Rubicon’u geçerken “zarlar atılsın” ya da “zarlar atıldı” demiş ve bu sözlerle artık kararların verildiği, hamlelerin başladığını ima etmiştir. Ayrıca karşıtlarına göre çok daha az sayıdaki askeri gücü göz önünde bulundurulacak olursa bu sözlerde kumar oynadığına dair bir göndermenin olabileceği de düşünülür. 

Uzun süren bir içsavaş sonrasında Caesar İtalya’dan Makedonya’ya, oradan Mısır’a kadar rakini Pompeius’u kovalamış ve sonunda onu alt etmiştir. Pompeius sığındı Mısır’da isam edilmiş ve kesik başı Caesar’a sunulmuştur. Açıkçası Caesar bu infazı onaylamamış, kesik başa bakmayı reddetmiş ve daha sonra bu infazı gerçekleştirenleri cezalandırmıştır. Unutmamalıyız ki Caesar’ın amacı herkesi yok edip tek başına iktidar olmak değil, Roma yasalarına uygun bir şekilde bir dengiyle birlikte Konsül olmaktı. 

Mısır’daki taht kavgalarına müdahil olan ve Kleopatra’yı tahta oturtan Caesar bir süre Kleopatra ile zevki sefa içinde yaşamış, ancak hemen ardından içsavaşı fırsat bilip sefere çıkarak ülkesini Roma’nın aleyhine büyüten ve Anadolu’nun kuzeyine hükmeden Bosphoros kralı Pharnakes’e karşı bir sefere çıkmak zorunda kalmıştır. Hızlı bir şekilde ilerleyerek MÖ 47 yılında Zela (bugünkü Tokat’ın Zile ilçesi) civarında Pharnakes’le karşılaşmış ve kısa süren bir savaşın ardından galip gelmiş, Roma’ya, senatoya o ünlü mesajını buradan göndermiştir:

“VENI, VIDI, VICI” 

Yani “Geldim, gördüm, yendim”. 

Caesar'ın Ölümü

Tarihte belki de hiç kimsenin ölümü, daha doğrusu öldürülüşü Caesar'ınki kadar konuşulmamıştır herhalde... 15 Mart MÖ 44'de ("Mart'ın idesi" de denir) bir senato toplantısında Brutus ve Cassius etrafında örgütlenen bir grup senatör Caesar'ı öldürdüler. Bir köşeye sıkıştırdıkları diktatörü defalarca bıçaklamalarına rağmen Caesar düşmanlrına karşı pes etmiyor direniyordu. Ancak en son Brutus'un de bıçağını çektiğini görünce pes ettiği söylenir.

Caesar'ın Ölümü, Vincenzo Camuccini, 1806 (web6)

Bu gün popüler olan cümle "Sen de mi Brutus?" dür ancak Caesar'ın böyle bir şey söylediği kesin olarak bilinmiyor. Bu cümle Shaekspeare'in oyununda geçen cümle aslında, öncesindeki bir kaynakta yer almıyor. Dolayısıyla Shaekspeare'in uydurması olabilir.

Döneme en yakın kaynaklardan biri olan Plutarkhos Caesar'ın karşısında Brutus'u görünce hiç bir şey demediğini, togasıyla yüzünü örterek bir anlamda direnmeyi bıraktığını aktarıyor.

Caesar'ın görkemli cenaze törenini gösteren müthiş bir resim. Prospero Piatti, 1898.

Aslında Caesar'ı öldürenler onun cumhuriyeti bozarak krallığı geri getirdiğini ve bir kral gibi davrandığını iddia ediyorlardı ve pek de haksız değillerdi. Ancak Caesar'ı öldürerek cumhuriyeti yeniden yüceltme hedefleri tam anlamıyla ters tepti. Caesar halk tarafından o kadar çok seviliyordu ki ölümü büyük bir üzüntü ve onu öldürenlere karşı nefretle karşılandı. Kısa zaman içinde Caesar taraftarı askerleri toplayarak komplocuların peşine düşen Caesar'ın kurmayı Marcus Antonius ve evlatlığı Octavianus başta Brutus ve Cassius olmak üzere tüm komplocuları kısa zamanda alt edip öldürdüler. Ardından Ocatavianus Marcus Antonius'a karşı da galip gelip onu da saf dışı bıraktı ve tek başına tüm imperium'un sahibi olarak Roma'nın ilk imparatoru oldu. Gaius Iulius Caesar Octavianus Augustus ismi ile.

Roma'nın ilk imparatoru, Caesar'ın evlatlığı, Gaius Iulius Caesar Octavianus Augustus (web8).

Yani komplocular krallık geri gelmesin diye yaptıkları suikastle hedeflediklerinin tam tersine, imparatorluğa neden oldular... 

Beyaz Perdede Caesar 

Bu arada ben böyle uzun uzun yazı-kitap okuyamam, nalet gelsin bu bloga da diyorsanız size konu ile ilgili çok çok güzel bir dizi önermek isterim. HBO yapımı Rome dizisi Caesar'ı ve dönemini çok çok iyi anlatır. Tabi bir belgesel değil bir kurgu olduğu uyarısını da yaparak. Ama son derece iyi olduğunu da söylemem lazım. Tabi klasik popüler yabancı dizi formatı nedeni ile fazlasıyla cinsellikle soslanmıştır ama yine de çok gerçekçidir. Gerçi Romalı üst sınıfın da çok mazbut bir yaşamı olmadığı da bilinir... O nedenle pek yanlış da olmayabilir olaylar...

HBO'nun Rome dizisinden bir kare. Caesar (ortada-önde) çok başarılı canlandırılmıştı dizide.
Hazır sizi olayına girmişken kendisini konu alan bir çok film yapılan Caesar’ı kimler canlandırmış diye bakarak bu uzun yazıyı bitirelim.

Sondan başlayacak olursak yukarıda önerdiğim Eome dizisinde Genelde tüm aktörler/aktrisler çok iyi ama Caesar’ı canlandıran Ciarán Hinds’e ben şahsi Oscar’ımı verdim. Gerçi dizilere başka bir şey veriliyordu ama neyse.

Caesar'ın Galya seferini Galyalıların gözünden anlatıldığı Asteriks çizgi romanında ve sonrasında çizgi romandan uyarlanan filmlerde ise Caesar doğal olarak yer alır. Çizgi filmde ve ondan uyarlanan filmlerde genellikle Roma'nın kişiselleştirilmiş hali olarak zalim ama biraz aptal bir karakterdedir. Gerçi filmlerin hiçbirini izlemedim, izleyen varsa yorumlarını yazabilir. Özellikle Alain Delon'un Caesar'ı nasıl canlandırdığını merak ediyorum...

Orijinal Çizgi romanda Caesar:



Asteriks ve Oburiks - Görevimiz Kleopatra (2002)
Filmde Caesar (canlandıran aktör: Alain Chabat):

Bu arada Kleopatra rolündeki Monica Belluci'ye de sevgi ve saygılarımızı gönderiyoruz.

Asteriks Olimpiyat Oyunlarında (2008)
Filmde Caesar (canlandıran aktör: Alain Delon):


Asteriks ve Oburiks Sezar'a Karşı (1999)
Filmde Caesar (canlandıran aktör: Gottfried John):



Asteriks ve Oburiks Gizli Görevde (2012)
Filmde Caesar (canlandıran aktör: Fabrice Luchini):

Asteriks dizisinin dışında bir çok film de Caesar'ı veya onun dönemini konu alır. Bu alanda özellikle Shakespeare uyarlamaları önemli yer tutar. Bazı önemli film ve dizileri içeren aşağıdaki listeyi büyük oranda web3 kaynağından aktardım.

1. Caesar ve Cleopatra (1945) 
Gabriel Pascal'ın yönettiği filmin başrollerinde Vivien Leigh ve Claude Rains var. 


2. Julius Caesar (1950) 
Shakespeare'in oyununun ilk beyaz perdeye aktarılması imiş bu film. Yukarıda değinmiştim, Shakespeare'nin Caesar'ı konu alan bir oyunu var ve "sen de mi Brütüs" aslında gerçek hayatta değil bu oyunda geçer... 

3. Julius Caesar (1953)
Bu da başka bir Shakespeare uyarlaması. Joseph L. Mankiewicz yönetiyor. Marlon Brando, John Gielgud and James Mason başrollerde. Bol ödül kazanmış bir yapıt.


4. Cleopatra (1963) 
Yönetmen, Mankiewicz. Başrolde görkemli Elizabeth Taylor, Rex Harrison Caesar, Richard Burton ise Antony roluünde. 4 Akademi ödülü kazanıyor film. 


5. Julius Caesar (1970) 
Shakespeare'in ilk renkli uyarlamasını Stuart Burge yönetiyor. Charlton Heston 20 yıl önce olduğu gibi yine Antony rolünde. Caesar rolünde John Gielgud ve Brutus rolünde de Jason Robards var.

6. Caesar (2002) (TV dizisi) 
Yönetmen Uli Edel, başroller Jeremy Sisto, Richard Harris, Christopher Walken and Chris Noth.



KAYNAKLAR

Adrian Goldsworthy, 2020, Caesar, İş Bankası Kültür Yayınları.

web1 : http://community.artauthority.net/work.asp?wid=31772&pos=18
web2 : https://www.numismaticnews.net/article/julius-caesar-claimed-descent-from-venus-on-coin
web3 : https://www.historyhit.com/films-and-television-series-about-julius-caesar/
web4 : https://hal.archives-ouvertes.fr/hal-01825003/document
web5 : https://larvalsubjects.wordpress.com/2009/07/26/how-did-caesar-cross-the-rubicon/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder